“Adalet öldü, katiller aramızda, çocuklarınızı koruyun.” Bunu bir avukat söylüyor. Sekiz yıl boyunca bir cinayeti aydınlatmak ve suçluların hak ettikleri cezayı almalarını sağlamak için mücadele eden avukat Sibel Önder adalete duyduğumuz inancın tamamıyla yerle bir olduğu, tarihe kapkara puntolarla geçen bir kararın ardından haykırıyor bu sözleri.
Yüz yıl önce kadınlar dünyanın birçok yerinde çalışma hakkı, seçme ve seçilme hakkı için mücadele ediyorlardı. Son yıllarda ise öncelikli olarak can güvenliğimiz için mücadele etmek zorunda kalıyoruz. Çünkü öldürülüyoruz, tecavüze uğruyoruz, sakat bırakılıyoruz, dövülüyoruz, aşağılanıyoruz. Kendi başınıza gelmiş gibi hissediyor musunuz siz de?
Eskiden suçlular bulunamadığı, yakalanamadığı için isyan edilirdi daha ziyade. Çünkü adalete teslim edildiklerinde, öyle veya böyle, hak ettikleri cezayı alacaklarına dair az çok güven duyulurdu. Hukuksuzluk hiç bu kadar gözümüze sokulmamıştı belki. Adil olmayan kararlar bu kadar sık alınmıyordu ya da. Adalet yerini bulmadığında ‘birkaç defadan bir şey olmaz’ denilerek geçiştirildi bugüne dek. O suskunluk ağzımızda çığ gibi büyüdü, insan yanımızı çürüten bir kanıksamaya dönüştü ve nihayetinde toplum ile hukuk arasındaki bağlar zaman içinde tek tek koptu.
Adil yargılama yok, adil karar yok, adil ceza yok!
Öyle ki, suçunu itiraf etmiş birine verilen ağırlaştırılmış müebbet cezası kararı, üst mahkeme tarafından bozulup bir seneye indirgenebiliyor, tutukluluk süresi göz önünde bulundurulduğundan suçlu serbest bırakılabiliyor bir anda. O halde şimdi sormayacağız da ne zaman soracağız? Adli kurumlar suçluları cezalandırmak için mi, yoksa suçu örtbas etmek için sürdürüyorlar varlıklarını? Hakimler suçlunun sırtını sıvazlamak için mi maaş alıyor?
Sezgi Kırıt’ın katilleri nasıl rahat uyuyabilecekler? Vicdanlarının hapishanesinde de mi kendileriyle baş başa kalmayacaklar? Ya göz göre göre hukuku çiğneyenler? Rahat uyuyabilecekler mi? Ya bizler? Katiller sokaklarda zerre pişmanlık, utanç duymadan göğsünü gere gere dolaşırken rahat uyuyabilecek miyiz?
31 Ağustos 2009’da Antalya’da yaşayan henüz 16 yaşındaki Sezgi Kırıt ekmek almak için bir sabah evden çıkmış ve bir daha kendisinden haber alınamamıştı. Aynı günlerde bir hayat kadını için kayıp ilanı verilmişti. 10 gün sonra Isparta’da bir ceset bulundu. Adli tıp incelemesinde maktulün vücudunda tecavüz ve darp izlerine rastlandı. Bu nedenle, kayıp ilanındaki hayat kadını olabileceği düşünüldüğünden ceset kimsesizler mezarlığına gömüldü. Ardı arkası araştırılmadı, nasılsa ölen bir hayat kadınıydı. Sahipsiz bir cesedin bulunduğu haberini alan Kırıt ailesinin başvurusu üzerine, cesedin defnedilmesinin ardından 40 gün sonra mezar açıldı ve cesedin Sezgi Kırıt’a ait olduğu tespit edildi. Sezgi Kırıt olay günü evden şıpıdık terlikleriyle çıktığında internetten tanıştığı Osman Küçük tarafından kaçırılıp Ali Karpi’nin evine götürülmüştü. Sabaha kadar kolundan damar yoluyla eroin verildi, üç kişi çeşitli işkencelerde bulunarak genç kıza tecavüz etti. Göğüs kafesini, burnunu, ağzını kırdılar, boğazına sert bir cisim sokarak öldürdüler, parmak izleri bulunmasın diye yıkadılar, bir valize koyup cesedi Isparta’nın Gönen ilçesi yakınlarında boş bir araziye bıraktılar. Şüpheliler yakalandı ancak otopsi raporu birdenbire değişmişti. Tecavüz ve darp bulgusuna rastlanılmadığı belirtildiğinden serbest kaldılar. Cesedin bulunduğu sırada doğru düzgün kriminal inceleme yapılmadan hazırlanan rapor yargılama süresince 4 defa Adli Tıp’a gitti. Davanın peşini bırakmayan avukat Sibel Önder sayesinde yeni delillere ulaşıldı ve Ulusal Kriminoloji tarafından inceleme yapıldı. Raporda ‘zorlamalı ölüm ve tecavüz’ olduğu ifade ediliyordu. Bunun üzerine, ‘mağdurun ölümüne neden olacak şekilde cinsel istismar cebir tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma’ suçlarından Osman Küçük ve 28 suçtan sabıkası bulunan Mehmet Mutlu Kurtlar hakkında ağırlaştırılmış ömür boyu hapis istemiyle ve Emine Karpi’ye ise yardım ve yataklıktan 24 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Sezgi Kırıt’ın öldürüldüğü evin sahibi Ali Karpi yargılamalar sırasında kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdiğinden sanıklar bir süre sonra tüm suçu onun üzerine atmaya çalıştılar. 2016 yılının Nisan ayındaki karar duruşmasında Osman Küçük ve Mehmet Mutlu Kurtlar’a ağırlaştırılmış ömür boyu hapis ve 21’er yıl Emine Karpi ye ise 28 yıl hapis cezası verildi.
Sezgi Kırıt’ı hiçbir şey geri getiremezdi belki ama suçluların hak ettiği cezayı aldığını görmek adalete duyulan güveni tazelemişti hiç değilse. Artık katil ve tecavüzcüler elini kolunu sallayarak gezemeyeceklerdi hiç değilse. Ailenin yüreğine bir nebze su serpilmişti hiç değilse. Cesur avukat Sibel Önder’in sayesinde bir hukuk zaferi elde edilmişti hiç değilse. Belki mahkumlar vicdanlarıyla hesaplaşacaklardı hücrelerinde hiç değilse. Belki bu cezanın suça meyilli kişiler üzerinde caydırıcı bir etkisi olacaktı hiç değilse. Hiçbiri olmadı, olamadı. Delil yetersizliği nedeniyle karara itiraz edildi. Sanıklar tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Şimdi bu paragrafta Sezgi Kırıt ismini gördüğünüz yerlere kendi isminizi ya da çocuğunuzun, arkadaşınızın, yakınınızın ismini yazın.
Bu paragraf bir hayatın nasıl kasten yok edildiğinin özeti. Sekiz yıllık hukuk mücadelesinin önünün kesilmeye çalışıldığının ispatı. Düşünün ki, sadece suçun ortaya çıkarılması ve suçluların ceza alması için sabır ve azim göstermiyorsunuz, hukukun hakkaniyetli bir şekilde işlemesi için de ter döküyorsunuz. Ve elde var sıfır. Sibel Önder Yargıtay’a, gerekirse AİHM’ne başvuracağını, bu davanın peşini bırakmayacağını söylüyor. Bizler de sesimizi yükseltmeliyiz. Hayattan koparılan Sezgi Kırıt için, sokaklarda rahatça dolaşabilmek için, bir arada güven içinde yaşayabilmek için, yarınlardan korkmamak için.
Kadının bir birey olarak değeri aile, okul, işyeri gibi toplumun farklı alanlarında nasıl yadsınıyorsa, kadın cinayetlerine ve cinsel istismara yönelik haberler günübirlik bilgi paylaşımından öteye gitmiyor. Haber değeri yüksek görülmediği gibi, gündem sürekli daha önemli olduğu öne sürülen gelişmelerle son sürat ilerlediğinden kadına yönelik şiddet ve cinsel istismarla ilgili vak’alar manşetlerde çok fazla yer bulmuyor, yankı uyandıranlar da kısa sürede tesirini yitiriyor.
Avukat Sibel Önder, Sezgi Kırıt cinayetini aydınlatmak için sekiz yıl boyunca canla başla uğraştı. Onun azmi ve çabası olmasa cinayetin çoktan üstü örtülmüştü. Adalet yolu öyle bir kapatıldı ki, kadın cinayetleri ve cinsel istismar söz konusu olduğunda dava bile açılamadığına tanık oluyoruz. Uyuşturucu verilip tecavüz edilerek yirminci kattan aşağı atılan Şule Çet cinayetinde doktorun rapor yazmaması ve delillerin karartılması neticesinde şüpheliler yargılanmayı bırakın tutuklanmadı bile. Şule Çet’in avukatı Umur Yıldırım ‘her iki şüphelinin kasten adam öldürmekten tutuklanmaları gerektiğini’ belirtmesine rağmen.
Peki, yargı nerede? Hangi dağa kaçtı?
Katiller niçin serbest? Niçin cinayetlere göz yumuluyor?
Ceza hukukunun işlevini gün be gün yitirdiği bir ülkede tecavüz ve cinayetlerin önüne geçmek için hükümetin çözüm önerisi ne o halde?
‘Hukuk guguk, adalet sefalet’ deyip geçecek miyiz?
İnsanlar nerede?