Ülke tarihinin en korkunç zamanlarından biri daha. Aslında yıllardır kök salmış, rengini koyultmuş bir nefret bu. Ancak son yedi sekiz aydır, özellikle sosyal medyada şaha kalktı. LGBT'ler örgütlü saldırılara maruz kalıyorlar belli aralıklarla.
LGBT sapkınlığı, LGBT Hollanda'ya gibi etiketler Twitter gündeminde ilk sıralarda yer alıyor devamlı.
Gerçek ya da anonim hesaplar LGBT'leri hedef göstererek hakaret, küfür ve tehdit içerikli paylaşımlarda bulunuyor.
İtibar suikastinin de ötesinde bir taarruz bu. Kuru gürültü değil.
Dünyanın hiçbir yeri LGBT'ler için çok güvenli olmadı hiçbir zaman belki ama Türkiye'de hayatları pamuk ipliğine bağlı.
Ömürleri boyunca psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalıyorlar, sürekli öldürülme riskiyle yaşıyorlar ama eşitlik mücadelesinde en çok yalnız bırakılan, hak hiyerarşisinde sona kalan grup onlar.
Bugün onların en dezavantajlı grup olduklarını söylersek yanlış olmaz. Üstelik örneğin, hem eşcinsel, hem Kürt, hem solcu birinin varlık ve söz alanı iyice daraltılmıştır.
Transların maruz kaldıkları psikolojik ve fiziksel şiddetin boyutlarına ayrı bir parantez açmak gerekir.
Nefret dili bazen dolaylı kelimelerle de oklarını atabiliyor. Ötekileştirme, sözünün büyüsüne kapılanların örtük aşağılamalarıyla da sürüyor. Özneler hakkında konuşmak için kendilerine kürsü kuranların farazi korkuları, yersiz varsayımları da fobikliğe çanak tutuyor. Dost görünümlü düşmanların suyu bulandırması, ortalığı karıştırması da nefret dalgasını büyütüyor.
Bir ülke düşünün ki, İçişleri Bakanı LGBT'lere sapkın diyor. Bir ülke düşünün ki, bir resim nedeniyle İslami değerlere hakaret etme gerekçesiyle Boğaziçi Üniversitesi'nden dört öğrenci gözaltına alınıyor ve üniversitenin atanmış rektörü Melih Bulu LGBT'leri kendini bilmezler olarak görüp soruşturma başlatılmasını haklı buluyor ve ekliyor: "Bunun Boğaziçi değerlerinde asla yeri yoktur."
Üniversiteye rektör "atanmasının" hiçbir demokratik değerde yeri olmadığını es geçtiği yetmiyormuş gibi, bir resim üzerinden suç üretilmesine çanak tutuyor, tıpkı Türkiye'nin çoğunluğu gibi.
Öfke kusan güruhun asıl derdi dini değerlerinin incinmesi değil, zaten ezelden beri nefret besledikleri LGBT'leri fırsat bulmuşken itibarsızlaştırmak, hatta tarih sahnesinden silmek.
Ötekileştirmenin ilk adımı yok saymak ise ikinci adımı da yok etmektir.
Adlı adınca yazalım öyleyse, LGBT'lere düşman kesilenler siyasal islamcı yobazlardır. Aynı zamanda İstanbul Sözleşmesi'nin kaldırılması için ellerinden geleni ardına koymayanlardır. Sol gösterip sağ vuranların olduğunu da gayet iyi biliyoruz elbet.
Kur'an-ı Kerim'in yaş pastasının yaptırılıp yenmesi dine saygısızlık görülmüyor da Kabe yerine şahmeran figürü bulunan bir kolaj çalışması infial yaratıyor.
Kız ve erkek çocuklarına, kadınlara tecavüz edenler, şiddet uygulayanlar sosyal medya baskısı olmasa gözaltına bile alınmazken… Tutuksuz yargılanırken… Serbest bırakılırken… Üç beş yıl hapis yatıp salıverilirken… Ensar Vakfı'ndaki çocuk istismarları, cinsel şiddet uygulayan hacı hocalar herkesin malumuyken… Adnan Oktar'ın programları dini yayın olarak yıllarca televizyonda gösterilmişken…
Bir resim yüzünden dört genç apar topar, saniye sekmeden gözaltına alınıyor.
İkiyüzlü adaletin resmidir bu asıl!
LGBT'ler hep vardı ve var olacaklar. LGBT olmak hastalık değildir, anormallik değildir, sapkınlık değildir. LGBT ve Trans bayrakları legaldir.
LGBT hakları insan haklarıdır.
Ve insan kutsalımızdır. İnsan olmaya yakışan ise eşitliği savunmaktır.
Gökkuşağının hiçbir rengini silemeyeceksiniz.