“Fotoğrafta olması gereken tek bir şey vardır: o âna yansıyan insanlık”der fotoğrafçı Robert Frank. İris İçmezoğlu’nun Babil Kültür Sanat’taki Aynı Gökyüzünün Altında adlı sergisi insandan insana giden en kısa yolu hatırlatıyor. Dillerin, birarada yaşama kültürümüzün pekişmesi adına anahtar bir rol üstlendiğinin altını çiziyor.
Fotoğrafçı İris İçmezoğlu “ Kardeşlik ve barış umudunu dile getiren bir proje” diye tanımlıyor sergisini ve kollektif bir çalışma olduğunu ekliyor.
Fotoğraf fiziki yapısı itibariyle sessizlikte duyurur kendini. Bakmanın dilini öğretir. Birden çok anlama vardırır sessiz sedasız. Sergideki fotoğraflar dilsizlikten dile, anlamsızlıktan anlama geçmenin sanıldığı kadar zor olmadığını düşündürtüyor. Fotoğraflara baktıkça harflerin sukûnetinde yüzyıllardır içe atılanı, söylenmeyeni duymak mümkün. Hem görsel hem işitsel bir yol oluşuyor fotoğraf ile bakan’ın kalbi arasında.
Basmakalıp, sert, vurucu bir söylemin aksine mesafesi kısa ama derin, yoğun bir aktarım söz konusu. Fotoğrafların her birine uzun uzun bakma isteği uyanıyor içinizde. Her fotoğraf ayrı bir dile, dolayısıyla ayrı bir dünyaya açılıyor. Dilin somut hâli ( harfler) ile soyut hâli( mana ) arasındaki ilişkiyi sil baştan düşünüyorsunuz. Karmaşık göstergelerle yormuyor sergi sizi. Yalın, duru, ne dediğini bilen ama farklı okumalara da kapı açan kendine özgü, bağımsız bir dil oluşturuyor.
Rousseau “ Gözlere kulaklardan daha iyi konuşulur” diyordu. Aynı Gökyüzünün Altında sergisi derdini gözümüze sokmayan ama iz bırakan bir üslupla çekilmiş fotoğraflardan oluşuyor. İris İçmezoğlu “ fotoğrafların dijital olmadığını” söyleyince büsbütün şaşırıp kalıyorum. Harfleri modellerin üzerine yansıtıp yatay ve dikey ışık altında çekmiş herbirini. Beden diliyle fotoğrafın manasını güçlendiren kadın ve erkek modeller harflerle iç içe geçmiş. İlk bakışta yağlıboya bir resim izlenimi veriyor.
Sanat Yönetmeni Erkan Tahhuşoğlu harflerin mavi oluşunun gökyüzünü imlediğini belirtiyor ve ekliyor” Bu ülkede bir çok dil konuşuluyor ve hepimiz farklı dillere rağmen aynı gökyüzünün altında aynı havayı soluyoruz ve hepimizin ortak bir dili var: İnsan olmanın ortak dili. Beyaz zemin üzerine mavi tipografi kullandık. Kendi içinde sembolleri olan bir çalışma ancak semboller kendini hemen açıyor. Derinlik simge ve sembollerde olmasın, derinlik altmetinlerde olsun istedik.”
Harflerin büyüklüğü her fotoğraf için ayrı poz veren kadın ve erkek modellerin önüne geçmiyor, onların gerisinde de kalmıyor. Modeller ve harfler birbirini perdelemiyor adeta, fotoğrafın merkezsizliği, her noktaya eşit derecede uzaklığı dikkatimi çekiyor. Erkan Tahhuşoğlu “ Bu sergide yedi ortak alfabe var. Türkiye’de çok daha fazla dil konuşuluyor elbette. Bu kadar farklı aidiyetler varken gerek estetik boyutunda gerek sergilenmesinde bir hiyerarşi veya astlık üstlük olmasını istemedik. Biri diğerinden daha önemli ya da daha az değerli değil. Tüm diller çok değerli. Diller farklı aidiyetleri sembolize ediyor. Bu farklılıklar bizim ortak bir bütün oluşturmamıza engel değil, aksine bütünü besliyor. “ diyor.
Her fotoğrafta tek bir dilin harflerinin olması ve modellerin hareket halindeyken fotoğraflarının çekilmesi dikkatimi çekiyor. Hareketlilik fotoğrafa ayrı bir dinamizm katmış, müziğin sesini duymasak da varlığını hissetmemizi sağlıyor. Erkan Tahhuşoğlu bununla ilgili şunları söylüyor: “Bu estetik bir tercihti. Ortak dil dendiğinde en uygun sanatsal formlar dans ve müzik. Müzik endirekt sanat formu, bir diğeri de dans. Figür ve dansı tercih etmemizin nedeni bu. Fotoğraflarda modellerin olmasının nedeni de zaten nihayetinde varmak istediğimiz yerle ilişkili: İnsan. “
İris İçmezoğlu” Estetik yapının mesajın önüne geçmesini istemedik, birbiriyle paralel yürüsün istedik.”diye ekliyor.
Her fotoğrafın yanında o dille yazan bir şairin bir şiiri hem kaynak dilde hem Türkçe’siyle yer alıyor. Şiirin dilin musikisini en iyi kullanan edebi form olduğunu düşünürsek fotoğrafların meramını desteklediğini söylemek yanlış olmaz. Sergide şiirine yer verilen şairler ise Adonis, Kavafis, Nikoloz Baratashvili, Ehmed Hüseyni, Can Yücel, Yuhanun Qashih ve Baruyr Sevag.
Kostümlerin de dili var fotoğraflarda. Her objenin dile eklemlendiğini düşündürtüyor.
Kostüm tasarımcısı Meltem Gerçek ise modellerin dans ederken rahat etmesini sağlayan kıyafetler tasarladığını belirtiyor: “ Her birinde farklı dans koreografileri var aslında. Kıyafetlerin transparanlığı, bazı yerlerde dikiş olmaması, ipliklerin sarkması sadeliği anlatıyor. Bu nedenle doğal kumaşlar seçtim. İnsanoğlunun ilk yaptığı kıyafetler işlevseldi, amaç vücudunu kapatabilmekti, buradan yola çıktım. “
Dil de bir tür örtüsü değil mi insanın? İnsanı insana açan bir yol değil mi? İçi dolu anlamlara hasret kaldığımız bir dünyada bizi var eden olguların başında gelmiyor mu dil? Dilimiz kaderimiz değil mi aynı zamanda?
İris İçmezoğlu’nun Aynı Gökyüzünün Altında adlı ilk sergisi bir çok okumaya açık, ancak mesajını aracısız ileten, rahatsız etmeyen ama iz bırakan, yalınlığı ön plana çıkartırken de derinliği yakalayabilen fotoğraflardan oluşuyor.
@pinardogu