Aşksız İlişkiler’i okumayı bitirmiştim ki Şehir tiyatrolarında Samuel Beckett’in kısa oyunu OYUN’un sahnelendiğini farkettim. Şahika Tekand’ın yönettiği oyunda bir aşk üçgeni hikayesi küplerin içine oturmuş on yedi oyuncu tarafından anlatılıyor.
Hız ve tekrar, ses ve ışık Oyun’un hakim anlatım öğeleri. Aynı hikaye farklı oyuncular tarafından tek tek veya birkaç ses birlikte farklı hızlarda sürekli anlatılıyor. Oyunda anlatılan hikayenin tamamına ancak üçüncü veya dördüncü anlatımda vakıf oluyorsunuz.
Hikayenin kendisi bir oyuna, seyirciye aktarmabiçimleri kendi içinde ayrı birer oyuna, sonra sırasıyla her karakter bir oyuna dönüşüyor. Oyun hem dikey hem yatay birçok oyuna kapı açıyor. Her ses oyunun hem bütününü hem parçasını oluşturuyor. İlk anlatımda parçalara bütünden önce yer verilmiş, hikayenin ikinci ve üçüncü anlatımında parçalar yavaş yavaş birleşiyor ve anlamlı bir bütüne evriliyor. İşte tam da bu noktada anlama vurgu yapıyor Beckett. Bir ihanet hikayesinden yola çıkarak bireyin görünürlüğüne/ görünmezliğine dikkat çekiyor. Anlama kavuşmak için bir varolan bir yokolan bireylerin hapsoldukları karmaşanın trajikomik hikayesine dönüşüyor Oyun. Şahika Tekand’ın oyunla bütünleşen sahneleme tekniği ,ışık kullanımı ve çok sesli kadro hem tek tek bireylerin hem üçlü ve dörtlü gruplarla çoğulun görünme/ görünememe/ görünmeme ilişkilerini ustalıkla anlatmaya imkan tanıyor. Işık varlığı ve sesi, karanlık hiçliği ve sessizliği temsil ediyor.
Seyircinin sınırlarını zorlayan bir anlatımı var Oyun’un. Aslında herşeyin bir oyuna dönüştüğü günümüzde gerçeğin anlamını oyun metaforuyla tekrar ve görecelilik üzerinden arıyor Beckett. Aynının sayısız yinelenmesinin aynıyı değiştirip değiştirmediğine dair bir soru takıldı aklıma oyunu izlerken. Aslında Oyun’da ,genel olarak, hızın idrağı, tekrarın ise farkındalığı azalttığına dair bir vurgu mevcut . Kavranamazlık ve anlam belirsizliği Beckett metinlerinin ortak özelliğidir. Hikayenin özü gelişigüzel ve ham olabilir ama anlatımın zerafeti onu bambaşka bir boyuta sürüklüyor. Zaten anlamın mutlak olarak ele geçirilemezliği Beckett’in modernist yönünü temsil eder. Anlam bir yanıp bir söner, tıpkı Oyun’da küplerin bir aydınlanıp bir kararması gibi. Tasarlanmadığı yerde sembol yoktur, der Samuel Beckett. Onun dünyası mutlakların var olmadığı bir dünyadır.
Samuel Beckett Oyun’u 1962-1963’de ingilizce yazmış ve ilk defa Theater Heute dergisinde Almanca yayımlanmış. Ulmer tiyatrosunda Almanca olarak sahnelenmiş. Şahika Tekand daha evvel birçok Beckett oyunu sahneye koydu. Bunlardan bazıları Mutlu Günler, Beş Kısa Oyun, Gergedanlaşma, Oyun Sonu. Kendi geliştirdiği “Performatif Sahneleme ve Oyunculuk Yönetimi”yle sahneye koyduğu Oyun’da yepyeni, cesur ve farklı bir anlatım denemiş yine.
Euripides’in Bakhalar adlı oyununda şahane bir performans sergileyen Ali Mert Yavuzcan, Sartre’ın Gizli Oturum’unda göz dolduran Özge Özder, Bekleme Salonu, O.B.E.B , 444 oyunlarını yazan birçok ödülün de sahibi Yiğit Sertdemir , Kanlı Nigar ve Amphitryon 2000 müzikallerinden tanıdığımız Ali Gökmen Altuğ oyunculardan bazıları. Tüm oyuncuların senkron ve hızlarına hayran kalmamak mümkün değil.
Beckett en sevdiği sözcüğün “ belki” olduğunu söyler. Belki bazıları Oyun’u sıkıcı bulacak, belki yorumlamakta zorlanacak ve deneysel bir oyun olarak sadece hakkını teslim edecek o kadar. Oysa OYUN, tadını sadece sahnede bırakmayan, perde kapandıktan sonra da üzerine yeniden ve yeniden düşünebileceğiniz sıkı bir oyun.