David Morley ve Hermione Lovel’in "My Name is Today" ("Benim Adım Bugün") adlı kitabı, çocuk sağlığı ile ilgili tüm konuları, bir yapbozun parçaları gibi sunan, hem büyük resmi hem de saklı detayları görmenizi sağlayan en önemli kitaplardan biridir. Kitap baştan sona çizimler, grafikler, tablolardan oluşan inanılmaz bir görsel malzeme ile sorunu gözleriniz önüne koyar.
Benim elimdeki 1994 baskısı. Yenileri var mı bilmiyorum. Verileri biraz eski olabilir; ama anlatılan nedenler hâlâ değişmedi, hâlâ aynı. Hiç aklımdan çıkmayan bir çizim "Çocuklarımızın Dünyası" bölümünde "Kuzey ve Güneyin Konferansı"dır. Uzun bir masanın birer köşesine oturmuş özenli giyimli, hafif kilolu bir beyaz adam ile diğer uçta mütevazi bir giysi içinde siyah bir adam. Beyaz adamın önü bin bir çeşit yiyecek ile dolu. Oysa diğer taraf, elinde çatal bıçak bir şeylerin gelmesini bekliyor. Resim yeterince güçlüdür anlatım da, ama bir de şöyle yazılıdır: Gelişmekte olan ülkelerde dünya nüfusunun yüzde 75’i yaşarken tüm tahılın yüzde 30’u, enerji tüketiminin yüzde 17’si ve sağlık harcamalarının da yüzde 6’sı onlara aittir."
Ve bu kitap, Gabriela Mistral’dan bir alıntı ile başlar:
"Bizler birçok hatadan ve zayıflıktan suçluyuz, ancak en büyük suçumuz çocuklardan vazgeçmek ve yaşamın çeşmesini ihmal etmektir. İhtiyacımız olan şeylerin çoğu bekleyebilir. Çocuk ise asla. Şu anda kemikleri oluşuyor, kanları yapılıyor ve duyuları gelişiyor. Ona 'Yarın' diye cevap veremeyiz. Onun adı Bugün."
Şair Gabriela Mistral, 1945'te edebiyat dalında Nobel Ödülü'nü aldığında bu ödüle layık görülen ilk Latin Amerikalıdır ve beşinci kadındır. Ama önemli bir özelliği de öğretmen oluşudur. Dünyadaki eğitim harcamalarının sadece yüzde 11’ini kullanılabilen Güney Yarımküredendir ve bu eşitsizliğin giderilmesi onun yaşam amacı olmuştur.
Eğitimde eşitsizlik o zamandan beri dünyanın kanayan yarısı olmaya devam ediyor. Olağanüstü durumlar, savaşlar, göçler ve elbette salgınlar bu eşitsizliği derinleştiriyor.
Covid - 19 pandemisi ile bir kez daha eğitimde eşitsizliğin artmasından endişe duyuluyor. Bu nedenle de dünyadaki birçok uluslararası kuruluş, meslek örgütü yaklaşan sonbahar ile okulların fiziksel olarak da açılabilmesi konusunda kafa yoruyor. Bunlar içinde UNICEF, UNESCO, CDC, AAP, WHO hemen aklıma geliverenler. Bilimsel literatürde de her gün bu konuda makale ya da görüş yazılarının arttığını izleyebiliyorum.
Çok önemli bir konu.
Okulların çocuklara sadece bazı bilgileri kazandırma ortamları olmadığını biliyoruz. Okulların işlevi çocukların gelişimi, aileler ve toplum için bundan çok daha öte. Okul eğitim dışında, güvenli çevre ve temel beslenme desteği sağlıyor.
Çocuklar okul dışında kalınca iyi olmuyor. Bunu birçok çalışma gösteriyor. Ama geçenlerde yabancı bir gazetede okuduğum bir haber bana bir kez daha okulun sosyal anlamdaki önemini hatırlattı. NewYork’ta çocuk istismarı ile ilgili bildirimler okulların kapalı olduğu dönemde yüzde 51 oranında azalmış. Bunun nedeni ne yazık ki, aile içi istismar başta olmak üzere istismarın azalması değil. Bu çocuklar okullarında öğretmenlerinin şefkatli ve bir o kadar da dikkatli gözleri olmadan istismara çok açıklar. Aklıma hemen EBOLA salgınındaki okul kapatmalarında erken evliliklerin artması geliyor. Okullar bazı çocuklar için evlerinden de güvenli ortamlar. Bunun birçok örneği var.
Eşitsizlik uzaktan derinleşebiliyor. Eğitim anlamında da... Bugün dünyada ve ülkemizdeki veriler uzaktan eğitimin gerektirdiği alt yapı ve donanım koşullarının her çocuk için eşit olmadığını söylüyor.
Peki, neden kapatmıştık okulları, hatırlayalım.
Covid - 19 salgının ilk zamanlarında hastalığı en çok grip ile karşılaştırdık. Grip hastalığında çocuklar eve hastalığı götüren en önemli taşıyıcılardı, öyleyse bu hastalıkta da böyle bir risk olabilirdi. Bu risk ve başkaca nedenlerle tüm dünyada okullar pandeminin erken döneminde kapatıldı.
Günler ve sonra aylar geçti. Virüsü ve hastalığı biraz biraz öğrendik. Hâlâ da öğrenmeyi sürdürsek de elimizde önemli bilgiler var.
Öncelikle;
Çocuklar hastalığı erişkinlere göre çok daha hafif geçiriyorlar. Hatta, büyük bölümü klinik belirti vermiyor. Sağlık Bakanlığı'nın temmuz başındaki son raporuna göre, tüm olguların yüzde 7,2’sini oluşturan yaklaşık 15 bin, 15 beş yaş altı çocuk olgumuz var. Evet, ne yazık ki çocuklardan da kayıplarımız var. Yine bu dönemin tamamı için 10 çocuğumuzu kaybetmişiz. Bunların 4’ü iki yaş altındaymış. Acaba başkaca hastalıkları var mıydı eşlik eden, açıklanmamış; ama olası.
Bu virüs, bildiğimiz solunum virüslerinden farklı. Öyle beklenildiği gibi, yani gripte olduğu gibi, ailede ya da daha geniş anlamda toplumda hastalığın yayılmasına katkıları çok sınırlı. Son dönemde, Avrupa, Japonya ve Çin’den yapılan yayınlarda bu izlenebiliyor. Ailelerin hastalık kümesini oluşturduğu birçok seride çocuklar ilk olgu dediğimiz "indeks olgu" değiller ve hatta hasta çocukların çoğu ebeveynlerinden hastalığı almışlar. Ayrıca, Danimarka ve Finlandiya gibi yaklaşık 1,5 aydır okulların açık olduğu ülkelerde hastalığın yayılmasında beklediğimizden çok daha küçük bir rol oynadıkları saptanmış. Ama bu durum bizi evde bekleyen 65 yaş üstü ve kronik hastalığı olan aile bireyi varsa rehavete düşürmemeli. Onlarla ilgili önlemler bu dönemde daha da bir önemle alınmalı.
Peki, başka korkular, örneğin giderek tartışılan damlacık değil de havadan çok daha küçük parçacıklarla uzağa taşınarak bulaşıyor kaygısı. Evet, bazı yayınlar var. Ama hemen hepsi çok özel durumlar. Çok kalabalık ve çok kapalı ortamlarda uzun süreli maruziyet durumu var. Önlem aynı, kişi sayısı azaltma, gerekli mesafeyi koruma, iyi havalandırma ve süreyi kısaltma. Yapılabilir.
Covid - 19 ile bağlantılı potansiyel olarak ölümcül pediatrik inflamatuara ne demeli? Gerçekten nadir görülen bir durum. İlişki net mi, kanıt yeterli değil. Sevindirici yön ise, çok hasta olan çocukların bile büyük çoğunluğunun iyileştiğini biliyoruz.
Özel sağlık riski olan çocuklar, öğretmen ve çalışanların korunmasının önemli olduğunu biliyoruz. Bu çocukların, sayıları da az olacağından daha iyi bir uzaktan eğitim modeli ile desteklenebilirler. Hatta bu grupta denenecek daha farklı modeller daha sonra genel eğitim için de bir seçenek yaratabilir. Sağlık durumlarına göre öğretmenler uzaktan eğitimde ya da eğitim materyallerinin geliştirilmesinde değerlendirilebilirler. Yaratıcı fikirlerle yeni öğrenme biçimleri geliştirebilirler.
Başka kaygılar da var. Bu nedenle de korkumuz da doğal. Ama bunun artısı, eksisini tartmalı ve sürecin bir risk yönetimi olduğunu bilmeliyiz. Okulları açmanın nelere mal olacağını konuşurken, açmamanın da önemli bir bedeli olacağının farkında olmalıyız.
Bu nedenlerle bence doğru soru;
"Peki, nasıl açalım?"
"Okulları açalım mı?" değil.
Açalım. Çocuklarımızı okul ortamının saymakla bitmez, defalarca kanıtlanmış yararlarından mahrum etmeyelim.
Bir ikinci soru da elbette, "ne zaman açalım?"
İkincisinden başlayayım.
Dünyada salgının yönetiminde öğrendiğimiz ve DSÖ’nün ısrarla söylediği yerel koşullara göre alınmış yerel kararların önemli olduğu.
Ülkemize bakarsak, iller arasında olgu sayıları, salgının gidişi açısından çok farklılıklar var. Milli Eğitim Bakanlığı'nın ilan ettiği 31 Ağustos’a yaklaşık sekiz hafta var. Bu sekiz haftada ülkemizdeki salgının ülke genelinde hala bu sayılarda olduğunu görürsek, ülke geneli yerine, olgu sayıları en düşük illerden başlayarak okulları açabiliriz. Böylece, aslında aldığımız önlemelere uyumu da daha risksiz bir bölgede deneme, görme şansımız olur. Bu özellikteki illerde okul hazırlıkları tamamlanabilirse, 31 Ağustos’ta açılabilir. Sayın Bakan'ın basın konferanslarında söylediklerinden, bu illerin zaten daha küçük iller olduğunu anlıyoruz. Nüfusları ve öğrenci sayıları daha az olsa gerek. Tanımlanan önlemlerin hayata geçirilmesinde bu illerin öncelikli olarak planlanması önemli duruyor.
Peki nasıl açalım?
Tamamen güvenli bir ortam sağlayarak.
Öğrenciler, öğretmenler ve tüm çalışanlar için...
Okulda alınması gereken önlemler, evde aile ile başlayan bir süreç yönetimi. Aile ortamı, ebeveyn ve çocuğun bilgilendirilmesi, ulaşım koşulları, okula giriş, oradaki eğitsel ve sosyal süreçler, ve derken yine aynı şekilde eve gelme ile tamamlanan bir çember gibi. Bunlar zaten yetkililerce detaylıca tanımlanacaktır.
Eğitim ortamı için de, bir sınıfın, ikiye ya da üçe bölünmesi, birer gün arayla bu grupların gelmesi ya da ikili, üçlü öğretimler, ya da başkaca hibrit modeller belirlenecektir. Derslerin mümkünse dışarıya taşınması, havalandırmanın doğal havayı sağlayacak şekilde iyileştirilmesi, gibi birçok konu eğitimciler ve sağlıkçıların işbirliğini bekliyor. Dünya da bunu yapıyor zaten.
Bu konuda, Milli Eğitim Bakanlığı'nın Sağlık Bakanlığı işbirliği ile büyük bir çaba sergileyeceğine inanıyorum. Bunun devletin en önemli görevi olduğunu biliyorum. Ama benim inanmam aileler için yeterli olmayacaktır. Önerim, okullarda alınan önlemlerin tanımlanma sürecinden itibaren, bu ortamın taraflarını, yani en başta aileleri sürece dahil etmek. Okullarda okul aile birlikleri var. Onların temsilcilerine yapılanlar anlatılmalı. Onların da görüşleri alınmalı, destekleri sağlanmalı. Benzer şekilde öğretmenlerin örgütsel yapıları da bu sürece dahil edilmeli ve okulda görevli işçilerin elbet. Bütün bu süreçler şeffaflıkla yapılırsa ve bunlar bunlar yapılıyor, gelin sizler de katkı ve görüş verin denilirse, veliler çocuklarını güvenle okullara gönderebilirler. Öğretmenler huzur içinde görevlerini yerine getirebilirler.
Bu güvenle ilgili önemli bir görev de bundan sonraki süreçte okullar ile ilişkili olgular ve temaslıları ile ilgili verilerinin de şeffaflıkla açıklanması. Bu dönemde güven en değerli sürdürülebilirlik unsuru.
Covid - 19 ile uzun bir yolumuz var.
İlk ve orta öğretimde okula dönüş ve okulların açılması çok önemlidir.
Çocuklar okulda öğretmenleri ile, yaşıtları ile hayata hazırlanabilirler. Online dersler bunun yerini tutamaz.
"Ben, bir günde yirmi üç küçük ölünün, Gömüldüğünü gördüm bu köyde kızamuktan, Ya siz ne gördünüz, söyleyin, söyleyin, Bir şey söyleyin, bir şey söyleyin uzaktan.
Ah, ben bir gün tepelerden, tepelerdenVarıp önünüze, önünüze dikilip duracağım,Aydınlardan, hekimlerden, öğretmenlerden,Bir gün soracağım, bu çocukları soracağım."
Ceyhun Atuf Kansu
Verilecek yanıtımız olmalı. Başımız dik, demeliyiz ki biz gerekeni yaptık.
Gün çocuklarımızın, beden ve ruh sağlığını koruma, en güvenli ortamları hak ettikleri gibi sağlama günüdür.
"İhtiyacımız olan şeylerin çoğu bekleyebilir."
Başka ne varsa elimizde bir yana bırakalım. Tüm gücümüzü bu işe verelim. Çocuklara okullarını geri verelim.
Çünkü;
"Onun adı Bugün."
Kaynaklar