O günü dün gibi hatırlıyorum.
İzmir'den arayan arkadaşımın sesi endişe dolu idi. Hastanemize doğru yola çıktıklarını, eşine ulaşmaya çalıştığını, kızlarının halini iyi görmediğini belirtti bir çırpıda.
Aynı fakültede çalışan arkadaşım-baba-ile Acil Servis kapısında beklemeye başladık. Endişeliydi.
Arkadaşım zaten ufak tefek biri. İlkokul birinci sınıfındaki kızının elini sıkıca tutmuş halde acile girdiğinde daha da küçülmüş gibiydi. Ufaklık soluktu. Midesi bunalıyormuş bir süredir. Hemen ilk kan örneği alındı. Belirtiler 'diyabet (şeker hastalığı)' lehine idi. Kan şekeri değeri de beklenildiği gibi yüksek geldi.
Aynı gün aynı saatlerde Acil Servise başka bir çocuk koma halinde getirildi. Kan şekeri çok daha yüksekti. Ebeveynlerinin durumu da çok daha kötü. Hiç anlamamışlardı öncesinde bir şeylerin ters gittiğini.
Ben de kendim için benzer bir şeyi düşünürüm o gün bugündür. Çocuklardaki şeker hastalığı ile ilgili farkındalığımın neden o zaman kadar bu kadar düşük kaldığına şaşarım.
O arkadaşlarımızın çocukları ile yaptıkları yolculuğa şahit olduk, oluyoruz. Emek yoğun, duygu yüklü, inişli çıkışlı ama kararlı bir yaklaşımları oldu. Olanakları var ve bugün şeker hastalığı ile ilgili mevcut en yüksek teknolojiye ulaşabiliyorlar. Konunun uzmanı hekimlerden en geçerli kanıtlar doğrultusunda bir danışmanlık ve tedavi alıyor kızları. Bunu özellikle belirtiyorum. Bu alanda bilgi kirliliği, alanı dışındaki hekimler de dahil olmak üzere uzman olmayan kişilerin "ottu çöptü", "tıpta yeni yaklaşımlar" içeren önerilerine çok sık rastlanılıyor. Çocukları için deva arayan ebeveynler de bu tip tuzaklarla, dönüşü kaçınılmaz çıkmaz sokaklara yöneliyorlar.
Arkadaşlarımınki bugün lise yaşlarındaki dünya güzelinin muhteşem uyumu ile nihayetinde umut dolu bir öykü.
Diyabetle ilgili ilkler konuşulduğunda "aşırı idrara çıkma"yı en önemli belirti olarak tanımlayan Mısırlı doktor Hesy-ra ile MÖ 1550'lere kadar gidilir. Bundan yıllar sonra, bu toprakların bir hekimi, Kapodokyalı Aretaeus, MS 200'lü yıllarda bu durumu Yunancadan köken alan dia 'içinden' + bainein "gitmek, yürümek, adım atmak" sözcüklerinin bileşimi ile "diabainein' olarak yani Yunanca "sifon" anlamına gelen bir sözcükle ilk kez adlandırır. Bu sık sık ve bolca çıkan idrara 'şeker"in eklenmesi ise Eski Çinli ve Japon doktorların, köpeklerin özellikle bazı insanların idrarına ilgi göstermelerini fark etmesi ile başlar. İdrarlar incelendiğinde, tatlı oldukları saptanır. İngiliz doktor Thomas Willis (1721-1775), idrarda bolca atılan şeker nedeni ile 'mellitus' terimini kullanır. 'Mellitus', Yunanca "bal gibi" anlamına gelir; böylece hastalık "diabetes mellitus" olarak anılır olur.
Şeker hastalığına en önemli sihirli dokunuş, yani insülinin keşfi, bir Nobel Ödülü öyküsüdür. Bir keşif ile Nobel Ödülünün verilmesi arasında geçen en kısa sürenin korunduğu Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülü, 25 Ekim 1923 tarihinde Frederick Grant Banting ve John JR Macleod'a verilmiştir. Bir başka rekorla, o zaman 32 yaşındaki Banting'in Nobel Ödülünü kazanan en genç kişi unvanı halen sürüyor.
Bu iki bilim insanının ödülü de öncekiler gibi başka bilim insanlarının yıllar içinde verdikleri birçok emeğe dayanıyordu. 1869'da Alman tıp öğrencisi Paul Langerhans, pankreasta farklı hücre türleri keşfetti. 1893'te Gustave-E'douard Laguesse, bu hücrelerin kan şekerinin düzenlenmesindeki rollerini öne sürdü ve onlara Langerhans adacıkları adını verdi. Dr. Joseph Freiherr von Mering ve Dr. Oscar Minkowski tarafından pankreası çıkartılmış köpekler üzerinde yapılan deneyler, pankreasın kan şekerini düzenleyen salgı üretimi ile ilgili daha fazla kanıt sağladı. Dr. Moses Barron, otopsi sırasında pankreas kanalının taşlarla tıkalı olduğunu tespit etti. Nicolai Paulescu, köpeklerden kan şekerini normalleştiren sulu bir pankreas özütü geliştiren ilk kişiydi ama Birinci Dünya Savaşı nedeni ile deneyleri kesintiye uğradı. Bu isimler bir çırpıda dile getirdiklerim. Başkaları da var elbet. Bernhard Naunyn, Eugene Opie ve Edward Sharpey-Schafer gibi…
Frederick G. Banting, Batı Ontario Üniversitesinde tıp öğrencileri için ders anlatacağı günün bir önceki gecesinde tüm bu emekleri inceliyordu. O geceyi şöyle anlatıyor anılarında:
"Rahatsız olduğum ve uyuyamadığım gecelerden biriydi. Dersi ve makaleyi düşündüm. Uçuşmalar birbirini kovalıyordu ve bir süre sonra 'fikir' aklıma geldi."
Fikrini not aldı hemen ve gecenin çoğunu düşünerek geçirdi. Defterinin gevşek bir yaprağına, tarihini karalayarak ertesi gün ve gece boyunca şekillenen fikri için şöyle yazdı:
"Diyabet. Köpeğin pankreas kanalını bağlayın. Köpekleri canlı tutun. Adacıkları terk edene kadar. İç salgısını izole etmeye çalışın….."
Banting, pankreas adacık hücrelerinden saflaştırılmış bir özüt geliştirme fikrini Kasım 1920'de Toronto Üniversitesinde karbonhidrat metabolizması uzmanı olan Profesör John MacLeod'a sundu. Laboratuvarını köpeklerden pankreas özütlerini izole etmek için kullanma talebini ona iletti. MacLeod yaz tatilinde ve seyahat ediyordu; kısa bir tereddüt yaşadı, sonra da kabul etti. Banting'e deney için 10 köpek ve laboratuvar asistanı olarak iki tıp öğrencisi Charles Best ve Clark Noble'ı sağladı. Banting'in yalnızca bir asistana ihtiyacı olduğundan, Best ve Noble, kimin yardım edeceği ile ilgili yazı tura attılar; kader 22 yaşındaki Best'i tercih etti.
MacLeod, Banting'in çalışmalarını yönetiyordu. Banting ve Best gece gündüz çalıştı, Mayıs'tan Eylül'e kadar laboratuvarda yattılar, yöntemlerini geliştirdiler. 3 Ağustos 1921'de pankreası alınarak şeker hastalığı geliştirilmiş bir köpek olan Marjorie'nin geliştirdikleri özüt enjeksiyonu takiben dramatik bir iyileşme gösterdiğini saptadılar. Aralık 1921'e kadar ikili, pankreas özütünü rafine etmekte ve şeker seviyelerini izlemekte zorluk çekiyordu. MacLeod, biyokimyacı James Collip'i ekibe aldı. Collip'in görevi, insülini Banting ve Best'in o güne kadar başardığından daha saf bir biçimde hazırlamaktı.
O tarihlerde diyabetli çocuklar tanıdan sonra bir yıldan fazla yaşayamıyorlardı. Yetişkinlerde ise beş diyabetliden sadece biri 20 yıldan fazla yaşıyordu. 11 Ocak 1922'de tip 1 diyabetli bir çocuk olan 14 yaşındaki Leonard Thompson, babası tarafından Toronto Genel Hastanesine getirildi. Çok zayıftı ve genel durumu kötüydü. Collip insülin saflaştırması üzerinde çalışırken, Best ve Banting ellerindeki pankreas özütünü Leonard'a verdiler. Enjeksiyonu takiben, Leonard ciddi bir alerjik reaksiyon yaşadı. Bunun üzerine Collip'in "nispeten daha saf" pankreas özütü, 12 gün sonra, 23 Ocak 1922'de verildi. Leonard iyileşti; zatürreden ölmeden önce 13 yıl daha yaşadı. Başka bir hasta olan Ted Ryder ise 73 yıl sonra 1993'te öldü. İnsülin hayat kurtarmaya başlamıştı.
İnsülinin patenti için büyük miktarda para teklif edildi. Ancak, Banting "insülin bana ait değil; dünyaya aittir." diyordu. Frederick Banting, Henry Best ve James Collip keşiflerinin patentini aldılar ve araştırmayı finanse etmek için kullanılması şartıyla gelirin haklarını Toronto Üniversitesine bir Kanada doları karşılığında devrettiler.
Nobel Ödülü için, "Ödül çok önemli bir keşif için verilir; ödül verildiğinde hepsinin hayatta olması gereken üçten fazla kişi tarafından paylaşılamaz." koşulu bulunuyordu. 1923 Nobeli için Collip aday gösterilmedi; çünkü katkısı keşfin kendisinden ziyade ürünün saflaştırılmasındaydı. Best, teorik girdiden ziyade deneye yardımcı olan bir tıp öğrencisi olarak algılandığı için dışlandı.
Ödül açıklandığında Banting, çalışmalarına zaman zaman şüphe duyduğu için kırıldığı MacLeod'un ödül sahibi olmasına ve Best'in adının geçmemesine çok kızmıştı. Başlangıçta ödülü almayı reddetti. İkna edildikten sonra, ödül parasının yarısını onunla paylaşarak Best'in katkısını dünyaya ilan etti. Benzer şekilde MacLeod da para ödülünü Collip ile paylaştı.
Kral George tarafından "sör" ünvanı ile onurlandırılan Banting, 14 Kasım'da doğmuştu. Bu nedenle her yıl, 1922'de John MacLeod, Charles Best ve James Collip ile birlikte insülini birlikte keşfeden Sir Frederick G. Banting'in doğum günü-14 Kasım- "Dünya Diyabet Günü" olarak kutlanır.
Her 14 Kasım'da her yanı Mavi Daireler sarar. Mavi Daire, şeker hastalığının evrensel sembolüdür. Daire, geniş anlamı olan evrensel bir semboldür. Bütünlüğü, mükemmelliği, benliği, sonsuzluğu ve zamansızlığı temsil eder. Rengi mavidir; çünkü bütün ulusları birleştiren gökyüzünü yansıtmaktadır.
Mavi Daire ile diyabetle ilgili Birleşmiş Milletler kararını desteklemek için, "birliği ve bir fark yaratmak için bir arada kalma ihtiyacı" simgelenir.
Ülkemizde de fark yaratacak bir karara gereksinimimiz var.
Türkiye'de yaklaşık 20 bin tip 1 diyabetli çocuk var ve gece-gündüz parmaklarını defalarca delerek kan şekerlerini ölçmek, uygun dozda insülin almak zorundalar.
Oysa, arkadaşlarımın kızından biliyorum; sensör teknolojisi ile parmaklar delinmeden, cilt altından günde yaklaşık 300 kez şeker düzeyi ölçülebiliyor. Ne yazık ki, Sosyal Güvenlik Kurumunun henüz karşılamadığı sensöre sadece maddi olanakları uygun ailelerin çocukları ulaşabiliyor.
Şeker hastalığının kontrolü ve uzun vadeli organ hasarlarının önüne geçilmesi için en önemli girişimlerden birinin bu teknolojinin kullanılması olduğu kanıta dayalı biliniyor. Sensör kullanabilecek çocuk sayısının 15 bin olarak hesaplandığı düşünülürse, ülkemizde bu kaynağın ayrılmasının mümkün olabileceğini düşünüyorum.
Kendi de bir diyabetli çocuk olan Samantha Weiser'in çalışmasına bakın ve defalarca delinen parmaklarıyla bu işlemden geçen çocuğun ve bu işlemi yapan anne babanın acısını hissedin.
Çaresiz değiliz. Bu acıyı dindirecek bir farkı yaratmak gerekiyor.
Kaynakça