İki dünyanın birleştiği bir ailede büyüdüm.
Ne yazık ki dedemlerden birini hiç hatırlamıyorum. Ama diğer dedem, anneannem ve babaannemle hatıram çok. Şanslıyım.
Babamlar tam bir yörük. Uşak Eşme'de babaannemin evini çok severdim. Baba dedem ben çok küçükken ölmüş. Annem, çok zarif bir insandı diye anlatır hep. Kâtiplik yaparmış. At üzerinde gezer, ava gidermiş. Küçükken onun elleriyle diktiği meyveleri yemeğe bağa giderdik. Tazeleri orada yerdik. Kışın ise eve çuvalla kurutulmuş badem gelirdi. Bayramlarda babaanneme giderdik. Özellikle kurban bayramlarında amcamların bahçesinde kocaman sofralar kurulurdu. Biz de bir sürü kuzen, koşuşur dururduk. Babaannem, tek katlı, iki odalı bir evde otururdu. Kendisine yetecek bir bahçesi ve bir iki hayvanın bulunduğu damı olan bir ev. Onu hep sofra kurarken hatırlıyorum. Ahşap elek üzerine sofralık örtü ve kocaman gül desenli beyaz çinko bir sini. Yer sofrası. Bayılırdım. Acayip bir eli vardı. O bahçede ne dikse tutar, saçta pişirdiği bazlamaya doyulmazdı. Mangal külündeki kahveyi ilk onda görmüştüm. Genç yaşta eşini kaybetmiş bu kadın herkesin ebesiydi. Evinin kapısının kilidi vardı elbet ama hiç kullanmazdı. Çaput bağlardı. Çaput bağlı değilse, yoldan geçen içeri dalar ve her giren de sofrada kendine bir yer bulurdu. "Bizim oğlan, bizim kız"dı her gelen. Odalardan biri onun yatak odası idi. Döşek ve yorganların, uzun yastıkların istiflendiği yüklükte saklanır, bazen de oracıkta uyuyakalırdım. Her gece yatmadan önce yemenisini çözer, fesini çıkarırdı. Kınalı saçlarındaki sağda ve soldaki incelik uzun örgüleri serbest kalırdı. Ve, uyumadan önce "Yunanın Eşme'ye gelişi"ni anlatırdı bize.
Annemlerin kökleri ise daha karışık. Dedem Buldan'lı. Hepsi esnaf bir ailenin tek yüksek eğitimlisi. Mülkiyeli. Her zaman bakımlı, ev içinde bile en fazla robdöşambr ile görebileceğiniz bir beyefendi. Birkaç dili anadili gibi bilen, anneannemin manşetlerine şiirler yazan bir romantik. Saymayı öğrendiğimde bana bezik oynamayı öğretmişti. Marközlerin sesine bayılırdım. "Öğren bakalım o zaman" dedi ve o zaman bu zaman bezik oynarım. Anneannemin kökeni ise, Selanik ve Kırım. Göç zamanlarının insanlarıymış annesi ve babası. Bir şekilde herkesi karşılaştıran bu coğrafyada onların da yolu kesişmiş. İzmir'e yerleşmişler. Büyük dedem Kırım'daki dericiliği İzmir'e getirenlerden. İzmir yangını nedeni ile hâlâ toparlanamamış Basmane'den İzmir Kız Lisesi'ne kendisine taşıyışını anlatır annem. Hafta sonları onlara evci çıkarmış. Kendi kızı, yani anneannem de İzmir Kız Lisesi mezunu. Taze kaymakam Halil Hilmi bey, onu görünce vurulmuş olmalı. Anneanneme yaşamının son anına kadar çok aşık olduğunu ben bile hatırlıyorum. Anneannem çok hoş bir kadındı. Film aktrisi gibi. Hani Hayat dergisinin kapağına çıksa yakışırdı. Şapka kutuları vardı. Evde sürekli dikiş dikilirdi. Ama bunun da ötesinde, hayata tutunuşu bir başkaydı. Göçmen kadınlarının becerikliliği de vardı onda. Her gittiği yerde saygın bir iz bırakırdı. Ölene kadar her gün "ajans" dinledi; Hürriyet okudu.
Hepsi nur içinde yatsınlar.
Büyüklerimizle olan bu anılarımı çok önemsiyorum.
Çocuklarım için de hep böyle anılar diledim.
Büyükler, bize bizi anlatan öykücüler gibi gelir bana. Yaşarken ve hatta öldükten sonra…
Bu nedenle de onları dinlemeyi çok severim. Her geçen gün de keşke daha çok dinleseymişim, diyorum. Aman fırsatınız varsa, siz kaçırmayın.
Öldükten sonra diyorum ya. Bizden önce gidenlerin mezarları bile öykü anlatmayı sürdürürler. Eşme mezarlığının kayrak taşlı mezarlarında yatanlar, yüzyıllardır o topraklarda olduğumuzu kanıtlar. Kırmızı yemeni bağlanmış mezar taşları sevdiğinin unutamadığı gelinleri, mezar başlarındaki su ve buğdaylar, taze taze koparılmış meyveler de Orta Asya'ya uzanan Şaman kültürümüzün izlerini...
Büyüklerimiz toplumumuzun hafızaları.
Çok değerliler.
Ne yazık ki, COVID-19 günlerinde çok zorlandılar.
Risk grubunda olmaları nedeni ile erken dönemde evde kalmalarına karar verildi ve bu süreç onları çok zorladı. Onları COVID-19'dan koruyalım derken, süre uzadıkça ciddi bir ayrımcılık yarattık, onları başka sorunlarla yalnız bıraktık.
Hatırlayalım. Türkiye pandeminin en erken müdahalelerinden birini, 65 yaş ve üstü kişilerin sokağa çıkma yasağı ile ilgili yaptı. Elde edilen ilk epidemiyolojik bilgiler hastalığın yaşlılarda çok daha ölümcül seyrettiğini gösteriyordu. Virüs haklında bilgimiz artıncaya ve hastalıktan korunma ile ilgili önlemler toplumda yerleşinceye kadarki zamanda çok kritik ve doğru bir müdahale idi. Onlar da üzerine düşeni yaptı, çoğunluğu büyük uyum sağladı. Aylarca evlerde kapalı kalmayı kabul ettiler. Hem kendilerini korudular, hem de olası hastalanma ve ölümler ile İtalya örneğindeki gibi aniden çok artan hasta yükü ile sağlık sisteminin zorlanmasının önüne geçilmesine katkı verdiler.
Bugünlerde artan olgu sayıları ile yine belli bir yaş grubunun üzerindekilerle ilgili sokağa çıkış kısıtlamaları konuşuluyor. Birçok İl Hıfzıssıhha Kurulu'nun bu grup için kararlar almaya başladığını basından izleyebiliyoruz. Düğün, nişan gibi kutlamalara birinci derece bir akrabalık yoksa katılımın yasaklanması kararları bunların öncüleri gibi...
Peki, bundan sonrasında yaşlılarımızı ne bekliyor?
COVID-19 olgularımızın arttığı malum. Önümüzdeki günlerde de alınan önlemlerde ve toplumun sürece katılımında bir değişiklik olmazsa bu sayıların daha da yukarı çıkacağını tahmin etmek zor değil. Bu ortamda akla ilk olarak en büyük risk grubunu oluşturan yaşlıların korunması gelecektir.
Onları hemen evlere kapatmak yerine, gelin bu sefer başka bir şey yapalım.
Geçen aylarda yapılan uygulamalardan örnek olanları hayata geçirelim ama hatalarımızdan da ders alalım.
Kamu otoritesine düşen öncelikli görev, olguları azaltmak için gerekli önlemleri almaktır. Yaşlılar da bulaş riskinin daha az olduğu toplumlarda daha güvenle yaşarlar. Yaşlılarımızı artan bir riskin beklediğini bildiğimize göre, hemen bir eylem planı yapmamız çok önemli. Bu eylem planında toplumsal risk tanımlaması yapılmalı ve yaşlılar için toplumdaki diğer gruplar gibi hangi risk durumunda neler yapılması gerektiği belirtilmelidir. Bu yaklaşım, merkezi ve yerel düzeyde yapılacaklar ile aile, yakınlar ve elbet yaşlıların kendilerini de içermelidir.
Geçen aylarda yapılan uygulamanın en önemli sorunu, fiziksel mesafe ile ilgili önlemlerin yaşlılarda bir sosyal izolasyona dönüşmüş olması. Oysa yaşlılarda sosyal izolasyonun en başta kardiyovasküler, otoimmün ve ruh sağlık sorunlarında artışa neden olduğu biliniyor. Depresyon ve anksiyete en çok görünen sorunlardan oluyor böyle durumlarda. Burada en önemli grup, yakın akrabaları veya arkadaşları olmayan ve gönüllü hizmetlerin veya sosyal bakımın desteğine güvenenler, halihazırda yalnız, izole veya gözlerden uzak olanlar.
Eylem planında neler olsun?
Elbette, kamusal otoritenin yaşlıları desteklemesi ile ilgili önlemler tanımlansın.
Geçen aylarda hayata geçen üç aylık ilaçların verilmesi buna çok iyi bir örnekti. Ya da evlere kadar ulaşan destekler. Bu uygulamaların tüm verileri yetkililerde bulunuyor. İyi olanlar, işe yarayanlar aynen ya da geliştirilerek devam edilmelidir. Ama yine aynı dönemdeki yasaklardan biri olan gece ondan sabah altıya kadar evden çıkılmamasının nedenini anlamak mümkün değildi. Hatta zararlı etkileri olmuş olması muhtemeldir. Örneğin, bu yasakla sabah namazına gidemeyen yaşlılar önemli bir sosyalleşme olanaklarını kaybettiler. İbadet yerleri yaşlılar için önemli sosyalleşme alanlarından biridir. Sabah namazına camiye gitmek isteyen bir yaşlıyı- camiler ibadete açıksa elbet- niye engelliyoruz ki? Cami, mahalle camisi, genelde yürüyerek gidilir ki fiziksel hareket anlamında bu da ayrıca iyidir. Abdestini kendi evinde alıp, kendi seccadesini de alırsa ve de genel COVID-19 bulaş önlemlerine de uyarsa, sabahın kalabalıklığı oluşmadan evine dönmüş olur.
Seyahat kısıtlaması da çok önemli. Kalabalık kentlerde yaşayanlar için toplu ulaşım araçlarının en kalabalık saatlerde belli bir yaş grubu için kısıtlanması bu eylem planında da olabilir. Her bölgede belli bir yeşil alanın belli saatlerde yaşlılara ayrılması da düşünülebilir. İnfluenza ve pnömokok hastalığına karşı tavsiye edilen aşıların, yaşlılar için ulaşılabilir kılınması özellikle önemlidir.
Elbette en önemli grup, huzurevi ve rehabilitasyon merkezi gibi uzun süreli bakım merkezlerinde yaşayan yaşlılar. Bu grup, COVID-19 enfeksiyonuna yakalanma ve diğer olumsuz sonuçlara karşı özellikle hassastır. Yalnız yaşayan yaşlılar da karantina koşulları altında birçok şeyden mahrum olabilirler ve bu durum onlar için daha kötü sağlık çıktıları olarak karşımıza çıkabilir. Gıda, malzeme, ilaç gibi doğru bilgiye erişim de bu durumlarda sorun olabilir.
Aile bireyleri, bakım veren ya da yakın çevresi olarak yapılması gerekenlerin de tanımlanması gerekiyor bu eylem planında.
Yakınların öncelikle kendi sağlıklarını korumaları gerekiyor. Fiziksel mesafenin korunması, maske ve el yıkama önlemlerine özenle uymanın önemi. Sonrasında aile içinde de süreçte alınması gereken önlemler ve bu dönemin nasıl yaşanacağı ile konuşulup plan yapılması önerilmeli. Fiziksel uzaklığının korunması ile ilgili işlemlerin sosyal bir izolasyona dönüşmesinin önüne geçilmesi için öneriler bulunmalı bu eylem planında. Sosyal izolasyondan korunmak için teknoloji kullanımı destelemek önemli. Aile büyüklerine, akıllı telefonla, tabletle, nasıl online yüz yüze görüşüleceği gösterilmelidir. Bunların kullanımını teşvik edilmelidir. Çocuklarınızdan dedelerine, ninelerine kartlar hazırlamalarını rica edelim. Onlardan da torunları için bir kurabiye pişirmelerini. Hatta tarifelerini online birlikte pişirsinler. Benim tanıdığım Ayşen abla var örneğin torunlara online masal anlatan ve derslerine yardım eden. Keyifle yapılabilir. Ne biliyorlarsa onu öğretmelerini teşvik edelim. Bu bir yemek de olabilir, örgü örmek de... Daha iyisi ailecek haftalık video görüşmesi düzenlenebilir. Eski fotoğraflar dökülmeli ortaya ve anılar da...
Tabii bu dönemde hemen aklımıza gelen, çevrimiçi teknolojiler oluyor. Ama şu da bir gerçek, ülkemizde ve dünyanın birçok bölgesinde birçok yaşlının dijital kaynaklara erişimi sorunu olabilir ya da daha da önemlisi genel ve dijital okuryazarlıkla ilgili sorunları olabilir. Bu nedenle, daha gerçekçi görünen, telefon görüşmeleri. Bu dönemde aile bireyleri ya da gönüllü kuruluşların telefonları önemli olacaktır. Özellikle risk grubundakilerin aile hekimleri aracılığı ile belirlenerek bir telefonla destek hattı ile aranmaları sağlanabilir. Sağlık bilimleri öğrencileri bu destek hattında kullanılabilir. Bu öğrencilere online mini hızlandırılmış bir kurs verilir ve sonra da gençlerden kendilerine tanımlanmış yaşlıları dönem dönem aramaları ve yarı yarı yapılandırılmış bir form aracılığı ile bir sohbet yapmaları istenebilir. Gönüllüler ordusu yaratılabilir buna benzer konularda. Sivil toplumun çalışmaları çok değerli olacaktır.
Bu görüşmelerde zor durumda olduğu düşünülenler tespit edildiğinde, yalnızlığı azaltmak ve zihinsel sağlığı iyileştirmek için bilişsel davranışçı terapiler telefonda ya çevrimiçi olarak sunulabilir diyor konunun uzmanları. Önemli bir konu. Hayata geçirilmesinin yolları aranmalıdır.
Yaşlılara da mesajlar, öneriler olmalı bu eylem planında. Olağan ilişkilerinin dışına çıkmalarının teşvik edilmesi gereklidir; komşulara selam vermenin, yürürken başkaları ile selamlaşmanın küçük ama önemli sosyal ilişkiler olduğunu unutmamalıyız. Stresle başa çıkmak için fiziksel olarak aktif kalmanın ve sağlıklı alışkanlıklar uygulamanın önemini hatırlatmalıyız. Elbette bu olanakları yaratmalıyız.
Kaynakta verdiğim UNFPA belgesinde bu dönemle ile ilgili çok hoşuma giden bir ifade var: "Şefkat geliştirmek." Bu şekilde kuşaklararası dayanışmadan yararlanmak ve yaşa dayalı ayrımcılıkla mücadele etmek. Virüs hakkında farkındalık ve koruma sağlamakta, sağlıklı davranış ve sosyal norm değişikliğini teşvik etmekte, yaşlıların, sağlık çalışanlarının ve bakım verenlerin damgalanmasını ve ayrımcılığa uğramasını ortadan kaldırmak için çalışılmalıdır, deniyor.
Her zamankinden çok şefkate gereksinimiz var. Her zamankinde fazla emeğe. Çünkü biliyoruz ki, "sevgi, emektir"1.
Gün sevdiklerimize daha çok emek vermemiz, zaman ayırmamız gereken zamanlar.
"Yaşlanmak zor", dediğinizi duyar gibiyim.
Evet, belki. Ama bir bakış açısıyla da yaşlanmak, çokça yılın yaşandığını da söyler bize. Eğer, aileniz, dostlarınız ile yaşlanırsanız ne mutlu size. Uzun süreli izlemenin yapıldığı kohort çalışmalar dönüp dolaşıp mutluluğun sosyal ilişkilerinizle bağlantılı olduğunu çıkarmadı mı? Temel gereksinimler karşılanmışsa, ailenizle, arkadaşlarınızla kurduğunuz ilişkiler mutluluğunuzun en önemli belirleyicileri.
Bu nedenle, hadi, hemen, zaman yokluğu, yorgunluk derken ihmal ettiklerinizi arayın. "O da beni aramadı ama", hesaplarına girmeyin.
"Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor..." 2
Ve, yıllar geçtiğinde yanınızda Ece olsun, Meltem olsun.
Dostluk ve elbet sağlık dolu yıllarınız olsun.
"Gece evinde dostların olsun Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun Arkadaşım hayat bu daha ne olsun?
Ama en önce ve illa ki sağlık olsun !.." 2
1Cengiz Aytmatov
2"Sağlık Olsun"; Can Yücel. Bir Ağustos gününde doğup, başka bir Ağustos gününde aramızdan ayrılan, ama şiirleriyle hep aramızda yaşayan Can Yücel.
Her iki ustayı da saygıyla anıyorum.
Kaynaklar: