Üniversitenin son sınıfında olmalıyım.
Güzelim bir Ege sabahında yine bir İyon kentinin zamana direnen sokaklarında yürüyorum. Şadan Abi (Prof. Dr. Şadan Gökovalı) anlatıyor. Ne anlatırsa şiir gibi anlatan bu insanı, merakla ve masal dinleyen küçük bir kız gibi dinliyorum. Soluklanmak için durduğumuzda, uzaktaki sarı bir çiçeği gösterip, "bakın bu narteks" diyor. Ve, başlıyor narteksi anlatmaya. Narteksi o gün ilk kez duyuyorum.
Şimdiyse hemen her bulaşıcı hastalıklar epidemiyolojisi dersimde bu çiçeği anıyorum.
Narteks, bizim buraların çiçeği. Rezenegillerden. Bir bilene sordum, "Çakşır otu" dedi. Latincesi de "Ferula communis"miş. Lifli bir bitki. Bırakınca kocaman oluyor, insan boyunda. Kesin yollarda görmüşsünüzdür. Yaz aylarında sarı sarı açan çiçekleri ile yol kenarlarında salınıyorlar. Bir de bir özelliği var. Sanki nerede bir narteks var, orada bir antik kent var. Bu ilişki de boşuna değil...
İşte burada işin içine Hestia giriyor.
Yunan Mitolojisinde "Hestia" ve Roma'da "Vesta" olarak adlandırılan bu tanrıça, aile yaşamının ve sönmesine izin verilmeyen ocak ateşinin koruyucusu.1 Adına yapılan tapınaklarda hiç evlenmemiş genç kızlar, rahibeleri olarak ona hizmet eder ve tapınağın ortasındaki ateşi korurlarmış.
Narteksler kentin her yerinde bolca yetişirmiş. Dümdüz yükselen gövdeleri kent halkı tarafından kurutulur, işlenir ve bir sopaya dönüştürülürmüş. Kent halkı sabah kalkıp tarlalarına giderken yanlarına aldıkları bu sopa, engebeli yollarda bastonları, yükleri için askıları olurmuş. Akşam dönüşlerinde ise hava kararmaya yüz tutarken, bu sopanın kök kısmını Hestia Tapınağındaki ateşe daldırıp, bu sefer de fener olarak kullanırlarmış.
Söylence odur ki, Prometheus de güneş tanrısı Helios'un savaş arabasından tutuşturduğu bir Narteksi kullanarak ateşi insanlara taşımış.1 Başka söylenceler var aslında, ama ben en çok bunu seviyorum; akıllı Prometheus'u görkemli Helios'un yanında düşünmeyi...
İşte o ateş, Hestia tapınağına düşmüş ve ocağı tutuşturmuş. O ocak, o andan itibaren de kentin yaşamının simgesi olmuş. Şadan Abi, "eğer bu ateş sönerse, yani bir kentte Hestia ateşi yanmıyorsa, herkes bilirdi o kentte bir sorun olduğunu" derdi. Kentte bulaşıcı bir hastalık varsa, Hestia ateşi sönerdi. Ateş tekrar yanıncaya kadar kuş uçmaz, o kente kervan uğramazdı.
Bugünlerde bize uzaydan bakanlar varsa eğer, ne görürlerdi acaba? Bir yanıp bir sönen Hestia ateşlerini mi?
COVID-19 nedeniyle ocak ateşlerini söndüren kimi ülkeler, bugün ateşlerini yine yakmış, kentlerine yaşamı bir kez daha kabul ediyorlar.
Her gün sayılan hastalar ve kaybedilenlerden sonra, yaşama yeniden tutunuyorlar.
Ama akıllarda hep bir korku: İkinci dalga!
Bu korkunun köklerine inmek için, zamanda bir yolculuk yapıp 1918'e gitmemiz gerekiyor.
"İspanyol Gribi" olarak bilinen 1918-19 grip salgını, insanlık tarihinin en ölümcül hastalık olaylarından biriydi. Ölenlerin 20-50 milyon arasında olduğu tahmin ediliyor. Ölümlerin büyüklüğünü anlayabilmek için, şunu belirteyim: Birinci Dünya Savaşı'ndan, yani dört yıl süren bir dünya savaşından daha fazlası bir yıl içinde kaybedilmiştir.
Salgın 1918 yılının Mart ayında Avrupa ve Amerika'da başladı. Sonra da Afrika ve Asya'ya sıçradı. İlk başlarda çok ölümcül değildi. Ta ki, ikinci dalgaya kadar. Artık, dünyada hiçbir kara parçası güvenli değildi. Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa başta olmak üzere birçok ülkede bu kez ölümler çok yüksekti. Otopsilerde ölenlerin akciğerlerini gören doktorlar bir ara "bu grip olamaz, başka bir şey, belki de akciğer vebası" bile dediler.
Aslında İspanyol Gribinin çok ölümcül ikinci dalgası ile ilgili ilginç bir durum da var. Geri dönülüp bakıldığında bugün bu ikinci dalganın mutasyona uğramış bir virüsten kaynaklandığı düşünülüyor.
İşte bugün dilimize dolanan "ikinci dalga" o günlerden bize kalan bir kavram.
Aslına bakarsanız, "ikinci dalga"nın net bir yanıtı yok; iyi tanımlanmış bilimsel bir terim değil. Çeşitli şekillerde kullanılıyor. Temel olarak, ikinci dalganın, ilk dalganın gelip gittiğini göstermesi bekleniyor.
Ama bu henüz olmadı. Dünyadaki birçok epidemiyolog, henüz ilk dalgadan çıkamadığımızı söylüyor. Şöyle bir durum yok deniliyor: Bir dalga bizi vurdu, etkisi neyse onu yaşadık ve geri çekildi, yani bitti. İşte böyle bir durum olur da, üzerinden zaman geçerse ve sonra yeniden olgularda artış olursa, ikinci dalgadan o zaman bahsetmek gerekir.
Geçenlerde bir televizyon kanalına verdiği röportajda, Fauci, ikinci dalga ile ilgili soruya bunun için en önemli kriterin hastane yatışlarındaki artış olacağını söyledi. Yani, Fauci, İspanyol Gribinin ikinci dalgasının öldürücü özelliğinden olsa gerek, ikinci dalgayı olgu artışı ile birlikte hastalığın ciddiyetini gösteren hastane yatışlarındaki artış ile tanımlanıyor.
Bir grup uzman da bu ikinci dalga ifadesinin aslında gribin mevsimsel özelliği nedeni ile kullanılan ve gribe özgü bir kavram olduğunda birleşiyor. Grip, mevsimsel bir virüstür. Muhtemelen kış-ilkbaharda ilk enfeksiyon dalgasına sahip olursak, sonra da sonbahar aylarında ikinci bir dalgayla geri dönebilir. Ancak COVID-19'un mevsimsel bir virüs olup olmadığını bilmiyoruz, diyorlar. Bu nedenle de COVID-19 için ikinci bir dalgadan bahsetmek mümkün değil onlara göre..
Bir de bunun kaçınılmaz bir şeymiş gibi sunulmasına haklı olarak karşı çıkanlar var. Sanki virüs her şeye kendi karar veriyormuş gibi. Gidiyor ve sonra yeniden daha çok hastalandırmak için korku filmi gibi geri geliyor... Bu yaklaşım da bizlerin almış olduğu önlemleri hiç dikkate almadığından gerçekçi olamıyor.
COVID-19 ile ilgili ikinci dalganın asıl konuşulma nedeni, ilk dalganın şu ana kadar olgu sayılarında en yükseğe çıkıp sonra da azaltan ülkelerin hızlı bir açılmaya gitme kararları. Özellikle ekonomik nedenlere bağlı olarak gevşetilen önlemler tüm dünyada olguların artışına yol açıyor. Hemen akıllara bunun ikinci bir dalga olup olmadığı sorusu geliyor. Sokaklara dönüldü, kafelerde sohbetler başladı ve hatta AVM alışverişleri... Eskisi gibi olmadığı için, zaten keyifli olmayan buluşmalar bir de ikinci dalga korkusu ile iyice gölgeleniyor.
Çoğu uzmanın anlaştığı nokta aslında ikinci dalga olsun olmasın, bu hastalığın henüz aşısı, özgün tedavisi yok ve toplum bağışıklığından da çok uzağız.
Birinci dalganın devamı ya da ikinci bir dalga olsun, sonbaharda bir olgu artışı beklenebilir. Ve hatta, en azından 1600'lerden beri yüzyılda yaklaşık üç kez grip salgını olduğunu hatırlarsak gelecekte başka pandemiler de beklenebilir.
Bu bir "maraton". Uzun soluklu planlamak gerekli.
COVID-19 ile ilgili olarak;
Virüsün mutasyona uğramasını bekleyebiliriz. Ama İspanyol Gribine bakarsak her mutasyon bizim beklediğimiz gibi olmayabilir.
İspanyol Gribinden alınacak bir ders varsa, bahsedilen mutasyon da dahil olmak üzere sorunun asıl askeri kışlalarda ortaya çıkmasından yola çıkarak, kitlesel kapalı ortam hareketlerinin gerçekten çok tehlikeli olduğunu bilmemiz.
Önlemlerini çok hızlı kaldırmak, olguların yeniden yükselmeye başlaması ile sonuçlanabilir. Virüsün, daha önce maruz kalmamış ve bağışıklığı olmayan nüfuslarda ne yapacağını bilmek zor değil.
Öyle yaz aylarındaki sıcak havaya da pek güvenmeyelim. Sıcak hava genellikle ılıman bölgelerde yıllık grip mevsimini sonlandırırken, iklim, dünyanın herhangi bir yerinde COVID-19 salgını durdurmadı. Avrupa Hastalık Kontrolü Merkezi (ECDC) bunun etkisinin yüzde 20'in üzerinde olmasını beklemediğini açıkladı.
Anlaşılan o ki, bireysel ve kurumsal aldığımız/alacağımız önlemler ne olacağını belirleyecek.
Bireysel olarak biliyoruz artık. Sosyal mesafe, el hijyeni ve maske. Bildiğimiz kadarını hayatımıza geçiremediğimiz bu önlemlerin, süreci en çok etkileyenler arasında olduğu birçok çalışmada tanımlanmış.
Maske üzerinde özellikle durmaktan kendimi alamayacağım. Maske kullanımı çok önemli. Hele de salgın Güney Yarım Küreye dönerken, oradaki ülkelerin sağlık sistemlerinde ciddi yetersizlikler varken ve kuzeyde bahsedilen havalı teknolojik mobil uygulamalardan çok uzaklarken... Artık biliyoruz, insanların halka açık yerler de dahil olmak üzere kuralına uygun maske takmaları bulaşmayı önlüyor. Uzun zamandır bu konuda Amerika Hastalık Kontrolü Merkezi (CDC) ile farklı bir yerde duran Dünya Sağlık Örgütü de artık herkese toplumda kumaş yüz maskesi takmasını öneriyor.
Kurumsal olarak da, hükümetlerden salgın süresince yaygın test, temaslı takibi, karantina ve izolasyon önlemlerini sağlaması ve bu süreçle birlikte sağlığın korunması ve geliştirilmesine odaklanan güçlü bir sağlık sistemini hayata geçirmesi bekleniyor.
En iyisi biz üzerimize düşeni yapalım.
Şimdi ya da gelecekte virüsün merhametine güvenmeyelim.
İkinci dalga gelecek mi?
Elimizde kristal küremiz yok.
Aslında bir kristal küreye ihtiyacımız da yok.
Adına ne dersek diyelim, verilerimizi iyi okursak, yapılan her müdahalenin etkisini iyi değerlendirirsek gelenin ne olduğunu görebiliriz. Daha da önemlisi geleni biz belirleyebiliriz.
İkinci dalga olabilir.
Belki başka dalgalar da.
Bu bize bağlı;
Nerdeyse insanlık tarihi kadar eski bu önlemleri ne kadar gündelik yaşamlarımıza ayrılmaz şekilde ekleyebileceğimize, yaşam biçimi hale getirebileceğimize bağlı.
Bu yönetenlere bağlı;
Sağlığı en temel bir insan hakkı olarak görmelerine ve vatandaşları için içtenlikle bu hakkı herkes için ulaşılabilir kılacak şekilde sağlık ortamını değiştirmelerine bağlı.
Nihayet ve en geniş anlamda; insanlık olarak yapacağımız seçimlere bağlı.
Şu anda, gecikmeden artık durmalı ve mavi küremize bakmalıyız. Yuvamızda birlikte yaşadıklarımıza, onlara verdiğimiz değere, gösterdiğimiz saygıya. Çocuk, kadın, genç, yaşlı, derisinin rengi ne olursa olsun, ağzından çıkan sözcükleri anlayalım ya da anlamayalım, tüm insanlara. Yetmez, irili ufaklı, görünür görünmez hayvanlara. Dikenli dikensiz, rengarenk çiçeklere.
Hepsine bakmalıyız dost gözlerle ve sahip çıkmalıyız.
Bunun için,
Prometheus'un yaptığını yapalım. Akıl ve bilime, bunu kendinde barındıran "insan"a güvenelim.
"Kim yardım etti banaKibirli devlerin karşısında?Kimdi beni kurtaranÖlümden ve kölelikten?Ey yüreğim, kutsal ateşinle sen Değil miydin bunları başaran?"2
Kaynaklar