Bir yıl önce Ankara'dan dönüş yolundayım. Pandeminin ilk ayları. Uçakla gitmek istemediğimden, araba kullanılıyorum. Yollar bomboş. İl geçişleri kapatılmış. İzinliler dışında kimsecikler yok.
Her zamanki gibi storytel dinliyorum. Uzun yolculuklarımın yol arkadaşı. Kula civarlarında olmalıyım. Divlit Yanardağı'nı görüyorum. Yüzyıllardır süren nöbetinde, yolu bekliyor. Nerden çıktığını bilmediğim bir ay gelip tepesine konuyor.
"Dağ başındaki ayKorkup kaçacak gibi"1
Zamansız bir an yaşıyorum.
Derken, telefonum çalıyor ve kendime geliyorum.
Telefondaki genç kadın ağlıyor. Kendimi zor da olsa toparlıyorum.
Yüksek lisans öğrencim. İstanbul'dan arıyor.
Altı ay olmamıştır onu yeni görevine uğurlayışımız. Bir hastanede çalıştığını biliyorum. Ebelik mezunu. Ama yeni görev yerine atanır atanmaz COVID-19 pandemisi başlıyor. Onu yoğun bakıma alıp, orada çalıştırıyorlar. Çevrelerinde yaşlı bakım evleri var. Birer birer hastalanıyor sakinleri. Onun hastanesinde ve onun çalıştığı yoğun bakımdalar. Yalnızlar. Kimse girip çıkamıyor yanlarına. Genç meslektaşım, ellerini tutuyor. Bebekleri tutmak için eğitim almış eller, şimdi çok uzun zaman öncesinin bebekleri olan bu insanlara son yolculuklarında eşlik ediyor.
O da yalnız. Evdekilere bulaştırırım korkusu ile eve gitmiyor. Kendilerine tahsis edilen bir yurt odasında kalıyor.
Ağlayarak ama sakince anlatıyor.
"Telaşsız sessiz sitemsiz"2
Bu beni korkutuyor. Genç bir insanın bu kadar çok ölümle karşı karşıya gelmesi normal bir durum değil.
Herkes için zor günler.
Zorluğu yaşayanların başında sağlık çalışanları geliyor. Uzun ve yoğun çalışma saatleri, üzerlerindeki baskıyı arttırdı. Tükenmişlik yaşıyorlar. Onlardan kahramanca ifadelerle bahsediliyor. Oysa sağlık çalışanları süper insanlar değiller. Gündelik kaygıları içinde mesleklerini en iyi şekilde yapmaya çalışıyorlar. Bunu neden yaptıklarını sorgulamıyorlar; o seçimi çok önceleri yaptılar.
Sağlık çalışanlarının diğer mesleklerden daha yüksek intihar riskine sahip olduğu biliniyor. Erkek hekimlerin intihar oranı 1,4 kat daha yüksekken, kadınlarda bu oran toplumun genelinden 2,2 kat daha yüksek. Kadın hemşireler ise özellikle risk altındalar.
COVID-19 pandemisinin özellikle olgu sayılarının çok yüksek olduğu ilk dönemde, sağlık çalışanları nasıl tedavi edeceklerini tam olarak anlamadıkları kafa karıştırıcı bir hastalıkla uğraştılar. Hastaları ile ilgili en güncel bilgiyi takip etmeleri gerekiyordu. Kılavuzlar özellikle başlarda sık sık değişiyordu. İlerleyen günlerde ise, kılavuz bilgileri ile tartışmalar sürerken onlar hastaları için zor kararlar alıyorlardı. Ne yazık ki, bazılarını da kaybediyorlardı. İnsan hayatını koruma ve kurtarmaya dayalı eğitim süreçlerinde karşılığı olmayan bu durumu karşılamaları zor oldu.
İş yükleri dışında çalışma koşullarında da farklılıklar oldu. Gereksinim nedeni ile farklı alanlarda, servislerde iş başı yaptılar. Bazıları daha önce hiç çalışmadıkları alanlarda çalışmak zorunda kaldılar. Çalışma ortamlarında, virüse yakalanma korkusu yaşadılar ve sonra da bunu ailelerine, sevdiklerine taşıma kaygıları yaşadılar. Uzun mesaileri sürecinde kişisel koruyucu ekipman kullanmaları gerekiyordu. Bunları temin etme kaygıları oldu, kullandıklarının iyi olduğundan emin olamama durumları da. Ve elbette, ekipmanın en iyisi olsa bile tüm gün boyunca bunları kullanmanın zorlukları vardı.
Bunlara rağmen, pek azı yardım aradı. Maalesef, sağlık çalışanlarının -özellikle de doktorların- ruh sağlığı sorunları için profesyonel yardım aramamalarının birçok nedeni var. Özellikle, "dayanıklılığın" değerli bir özellik olduğu bu meslekte ruh sağlığı sorunları sıklıkla bir zayıflık işareti olarak algılanabiliyor. Birçoğu bu hizmeti alırken damgalanma korkusu yaşayabiliyor. Bu arada, özellikle, ABD bazı eyaletlerinde ruhsatlandırma ve iş başvuru kurullarının, doktorun "hiç akıl sağlığı tedavisi görüp görmediğini" sorgulaması gibi elle tutulur nedenleri de var.
Oysa, tam desteğimizi hak ediyorlar. Üstelik sağlık çalışanlarının ruh sağlığı gereksinimlerine yönelik yapılabilecekler elbette var ve işe yarıyorlar. Bu konudaki müdahalelerin tükenmişliği azaltabileceğini gösterilmiş. Örneğin, Çin'de yapılan çalışmalarda, doğrudan COVID-19 hasta bakımına ara vermeyi sağlayan vardiya düzenlemelerinin tükenmişliği hafifletebileceği bulunmuş. Afet psikiyatrisi ve psikolojik ilk yardımın geniş anlamda hayata geçirilmesinin gerektiği biliniyor. Son olarak, ülkemizde de Türkiye Psikiyatri Derneği'nin oluşturduğu çok önemli örnekte olduğu gibi uzaktan danışmanlık hizmetleri, tele-psikiyatrik danışmanlıklar kriz sırasında hizmetlere güvenli erişimi kolaylaştırarak daha sürdürülebilir bir işgücü sağlayabiliyor.
Ama en önemlisi, desteğin hem yönetsel hem de meslektaşlar arasında sürdürülmesi. Zorlukların paylaşılması, empati ve dayanışmanın geliştirilmesi. Umudun her daim yeşil tutulması.
Umudunu kaybetmiş bir insanın çaresizliğinden kötüsü yok. Umutları olsaydı, geçen haftalarda kaybettiğimiz meslektaşlarımız aramızda olurdu.
Hepsinin fotoğraflarını hatırlıyorum.
En genç meslektaşımızın basında paylaşılan fotoğrafı bir kongrede çekilmiş belli ki. Mavi gömleği, kravatı ve boyuna asılı kimlik kartı ile gülümsemiş fotoğrafı çekene. Gencecik, ela gözlü, yakışıklı.
Bu çocuklardan umudu almaya hakkımız yok.
"Bir memleket var düşümde dostlarSahibi çocuk suratlı adamlarBir memleket var düşümde bu akşamSahiden özlenilebilen bir diyar"3
Kaynaklar
Prof. Dr. Pınar Okyay; halk sağlığı doktorudur, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyesidir. 2016-18 döneminde Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER) Yönetim Kurulu üyesi; 2018 Kasım itibari ile Yönetim Kurulu başkanıdır. Sağlık Bakanlığı Covid-19 Bilim Kurulu üyesidir. Bornova Anadolu Lisesi (1983); Ege Tıp Fakültesi (1989) ve Dokuz Eylül SBE Halk Sağlığı (1993) mezunudur. Sağlık ocağı hekimi, Sağlık Grup Başkan Yardımcısı, İstatistik Şube Müdürü, İl Kalite Güvence Koordinatörlüğü ve Üniversite Hastanesi başhekim yardımcısı olarak görev yapmıştır. Epidemiyoloji, sağlık araştırma yöntemleri, araştırma ve yayın etiği, biyoistatistik ve kadın sağlığı ağırlıklı çalışmaktadır. |