Denizli'nin Çal kasabasındaki çocuğun ayakkabıları eskimişti. Kış ayazı basmadan pençelenmesi gerekiyordu. Anası "Git kunduracıya da yaptır" dediği an kendini dükkânda buldu. Daha önce de gitmişti, daha önce de ayakkabısına pençe yapılmıştı. O dükkânı severdi, duvarındaki resimlerden ötürü. Ayakkabısı pençelenirken bekler, Köroğlu-Ayvaz resimlerine dalar giderdi. Eve gidince de anasının kızacağını bile bile sedire çıkar, beyaz duvara siyah kalemle onları çizerdi.
Gün geldi, o çocuk bu ülkenin kurtarıcısının 15 portresini yaptı.
Yarın onun sergisine gidiyorum.
Bugüne kadarki en önemli İbrahim Çallı sergilerinden biri İzmir'de. Resimleri, koyu yeşil duvarların üzerinde asılmış duruyor. Her birini çevreleyen çerçeveler birbirinden güzel. Paylaşılan fotoğraflardan biliyorum bunları, yarın gözlerimle göreceğim. İyi bir resim, kendine uygun bir çerçeve ile duvarda hayat bulmayı hak ediyor. Tanıtım fotoğraflarından görebildiğim kadarı ile bu resimleri saklayan kurumlar ya da koleksiyonerler bu işin hakkını vermişler.
O çocuk, İbrahim Çallı olmaya o zamanlardan karar vermiş.
İstanbul'a askeri okul sınavı için gelip sınavı kaçırınca, resim tutkusunun peşinden gitmiş. Dara düştüğünde ek işler yapmış. Farklı farklı... Ama her zaman tuvali önünde, çevresinde ressam dostları. Bu ülkenin ilk güzel sanatlar eğitimi veren okulunun –Sanayi-i Nefise Mektebi- öğrencisi olmuş.
Hayat ona fırsat vermiş, birincilik kazandığı bir yarışmanın sonunda Paris'e eğitime gönderilmiş. Birinci Dünya Savaşı çıkınca da ülkesine geri dönüp, bir zamanlar öğrencisi olduğu okulda öğretmenliğe başlamış.
Başlayış o başlayış.
Sonraki yıllarda hep başöğretmen olarak göreceğiz onu.
Genç Cumhuriyet'in resim sanatının başöğretmeni.
Çallı'nın atölyesinden geçmeyen yoktur Türk resim sanatında, derler.
Fikret Otyam'ın hayatını okurken rastlamıştım.
Otyam, Bedri Rahmi Eyüpoğlu ile çalışmak istermiş. Bir gün bunu Bedri Rahmi'ye söylüyor. "Kabul edemem seni", diyor Bedri Rahmi. "Çallı hocam benim, onun onayı olmadan giremezsin bu atölyeye". İzni koparmış, Bedri Rahmi'nin de içine ancak öyle sinmiş.
Çallı'ın en çok çevresini saran öğrencilerle olan fotoğraflarını seviyorum. Bir de bu sergide de kullanılan Ara Güler fotoğrafını.
İlkinde atölyesindedir. Etrafında öğrencileri. Ayakta, bazen boyunca bir tuvalin bazen de şövaleye dayanmış bir çalışmanın önünde. Her zaman kruvaze bir takımın içinde. Koyu renkli takımın sol yan cebinde mendili. Şık ve zarif. Saçları biraz arkaya çekilmiş, çok değil ama bu durum alnını olduğundan geniş gösteriyor.
Ara Güler'in fotoğrafında da benzer bir yüz. Sadece biraz daha yaşlı. Bu fotoğrafta üzerinde bir robdöşambr var. Hani erkeklerin bir zamanlar çok giydikleri sabah kalkınca üzerlerine aldıkları üstlük. Rengini ayırt edemiyorum fotoğraftan. Koyu krem olabilir. Olması gerektiği gibi biyeli manşetleri seçiliyor. Ve elbette şal yaka formunda önde birleşen yakası. Bu haliyle de şık ve zarif.
Onun başka fotoğrafları da var. Üstelik hep tanıdık simalarla. En başta Atamız ile. Sofrasında da çok sık yer alırmış zaten. Resimlerinde Atamızı birçok yabancı ressamdan daha iyi anlatıyor olmasını belli ki bu yakın gözlemlere borçlu.
Sonra Hasan Ali Yücel. Sevgili dostu.
Ve elbet Feyhaman Duran. Eliyle portresini yapmış arkadaşının. Nasıl da yansıtmış onun ince, zarif halini. Kolay mı, ilk Osmanlı Ressamlar Cemiyetini birlikte kurmuşlar ve hep yol arkadaşlığı yapmışlar.
Her ikisi de hem Atatürk'ün hem de İnönü'ün resmini yapmış.
Her ikisi de genç Cumhuriyetin gelişimini, toplumda her geçen gün daha fazla yer alan kadınlarını geçirmişler tuvallere.
Çallı ilk nü çalışmasını yapmış ülkemizin, onlarca eser yaratmış. Öyle iz bırakmış ki, bir dönem Çallı Kuşağı olarak anılır olmuş.
Çallı'nın hayatı tutku ile seçilen bir hayat yolu.
Her fırçasında bu ülkenin renklerini geçirdiği tuvali bugün bile hayran bıraktırıyor.
Evlerimizde, ofislerimizde onun yaptığı Atatürk portreleri asılı duvarlarda.
Her ikisi de çok iyi anladı bu halkı. Biri hayata biri tuvale nakşetti.
Bu halk da, onun fırça darbelerini gördüğünde "bu Çallı'nın", onun devrimlerini gördüğünde "Atamızın", dedi.
Ve her ikisi de çok sevildi.
Randevum var yarın.
Gözlerimi de alıp bir renk şölenine gidiyorum.
Günün sonunda yola düşüp, sakin bir köşe bulacağım kendime.
Hüseyin Turan'ın güzel sesiyle, Ayvaz Güzellemesini* dinleyeceğim.
"Siyah kaküllerin dökmüşKızıl güllere güllereAla gözlerini dikmişTozlu yollara yollara"
* https://www.youtube.com/watch?v=Sf7g7lgav9Y
Kaynaklar