Genç kızlığım Alsancak'ta geçti. Alsancak camiinin hemen orada otururduk.
İlkokul sonrasında Bornova ile tanıştım.
Okulum, adı üstünde Bornovalıydı; Bornova Anadolu Lisesi (BAL). İlk yıllarda sadece servisimizin güzergâhındaki bir semtti. Lise yıllarında ise okul kaçamaklarımızın yeri; Büyük Park, Kebap 74…
Sonrasında kader bağladı beni bu semte.
Önce Ege Tıp yılları.
Uzun nöbetlerimizin soluklanma yeri yine Bornova'ydı. Merkez Lokantası, Beyaz Fırın, Çınar Pastanesi.
Hekimliği de burada öğrendim, briç oynamayı da. Empas Kahvesi'ni Meltem'le sabahları biz açardık kimi zamanlar.
Ve evlendim, Bornova'ya gelin geldim. İki çocuğum Bornova'da doğdu.
Bornova'da bir sağlık ocağında çalıştım yıllar önce. Orada sınıf arkadaşım Ece ile karşılaştım. Sonsuza dek bağlandı yüreklerimiz.
Önceleri sağımız solumuz tarlaydı. Final'den ötesi narenciye bahçeleri... Herkes kendi ürününü bahçe önü tezgâhlarında satardı. Ne diksen yetişen topraklardı. Ama bamyası.. Bir başkaydı. Tüm İzmir pazarlarında Bornova Bamyası diye satılırdı.
Bir de köşkleri vardı. Geçmiş zamanın sessiz tanıkları. Yıllar önce annemden dinlemiştim Giraud ailesinin kızının üstü açık arabası ile Çamlı Yoldan av köşklerine gidişini. Zamanın gezginlerinin anılarının hepsinde yer alır bu köşkler... Onları çok sevdim. Hayaller kurdum içindeki hayatlar ile ilgili. Ah, baharda nasıldı açar mor salkımlar kapılarında... Etraf mis gibi kokar.
Hayatım burada geçti.
Gün gelir sona erdiğinde de burada olayım isterim.
Bornova benim yuvam. Anası İzmir'in biraz ortanca çocuğu. Kendi kendine, göze batmadan, şaşaasız büyüyen.
Eskilerin Birun-u Abad'ı, Homeros'un vatanı.
Belkahve'de Atamızın ve bağımsızlığımızın müjdelendiği yer.
Benim güzel evim bu aralar acılı.
Bir hafta geçti depremin üzerinden.
Ve ben, gündüz gece duramıyor, sokaklarına atıyorum kendimi.
Her yerde çadırlar var. Buralarda apartman aralarında irili ufaklı parklar vardır. Ne önemli olduğunu görüyorsunuz kentteki bu alanların. Sıradan günlerde insanların hayatlarını güzelleştiriyorlar. Burada yürüyor, sporunu yapıyor, bebeğini güneşe çıkarıyorlar. Afetlerde ise, tam anlamıyla yuva oluyorlar. Bornova'da bu alanlardan onlarca var. Çadırlar düzgün zeminli bu alanlarda. Seyyar tuvaletler de kolayca kurulabilmiş; parkın altında zaten kentin alt yapısı geçiyor.
Öyle bir değil, iki değil, yüzlerce çadır kurulmuş. Bu insanların evleri yıkılmış ya da ağır hasar gördüğünden girilemiyor. Olayın boyutu geceleri daha da iyi anlaşılıyor.
O apartmanlar şimdilerde sarı koruma bantları ile çevrili. İçlerine girilemiyor. Gündüzleri sessiz belki sadece; ama geceleri üstüne üstlük bir de karanlık. Işık yok, ses yok… Kocaman bir karanlık kütlesi. İşte o zaman bu kocaman blokların, sitelerin boşaltıldığı anlıyorsunuz.
Önlerinde güvenlik görevlileri var. İçeri girilmesi, binanın yağmalanmasına karşı önlem alıyorlar. Her olağanüstü durumda işin büyük bir kısmı da onlara düşüyor. Artık akşamları ayaz var. Baktım sökülen kaldırım taşlarından kendilerine hemen oracıkta bir ocak yapmışlar. İçinde ateş yakıyorlar.
Benzer yöntemler çadırlarda yaşayanlarca da bulunmuş. Ateşler her yerde yanmaya başlamış. Çadırdakiler için de soğuk günler geldi. Bidonlar bulmuşlar ya da sobalar. Isınmaya çalışıyorlar. Hepsi bunların başındalar. Aklıma kaçınılmaz şekilde Covid geliveriyor. Virüs bu ortamları sevecektir diye düşünüyorum. Bir ürperti geçiyor içimden.
Enkazlarda son çalışmalar yapılıyor artık. Geceleri bu alanlarda büyük projeksiyonlar ışık saçıyor. Ve demirlerin kesilmesi sırasında kıvılcımlar çıkıyor. Ateşin de soğuk olabileceğini bu kıvılcımlarla anlıyorum.
Enkaz önleri gündüzleri de bir başka. Artık kurtarma çalışmaları tamamlanmış. Dün yine neredeyse tamamen düzleştirilmiş bir binanın önünde, plastik beyaz sandalyelere oturmuşlar birkaç insanın boş alana kıpırtısız gözlerle baktıklarını gördüm. Çaresizliğimden utanıp, kaçar gibi uzaklaştım.
Bu enkazların komşu apartmanlarında ise, benim evim sağlam mı telaşına düşülmüş ilk anlar atlatılınca. Her iki üç apartmanın önünde bir nakliye firması kamyonu. Bornova taşınıyor.
Sadece insanlar değil etkilenenler.
Bu bölgenin bir özelliği de apartmanların mutlaka bahçeleri olması. Bilirim, akşamüstü çay saatinde kadınlar çocuklarını da alır aşağıda bahçede toplanırlar. Anneler çay içer, sohbet ederken, çocukları da gözlerinin önünde oynarlar. Her bahçede kedi ve köpek vardır. Sokak hayvanlarıdırlar; ama aynı zamanda her biri bir sitenin hayvanıdır. Öyle bakınır, kollanırlar. İşte o kediler, köpekler de şaşkın şaşkın dolanıyorlar. Yine de iyi dolaşmaları. Bakıyorum, onları severken bir anlığına da olsa mutlu olanlar var.
Evlerin nazlı kedi ve köpeklerinin durumu ise bir başka. Veterinerime uğrayınca anlıyorum. Çadıra geçen aileler özellikle kedilerine orada bakmaları sorun olacağından onları arkadaşlarına, çiftliklere ya da veterinerlere bırakmak zorunda kalmışlar. Hayvanlar yoğun stres altındalar; çoğu kusuyor.
Hayvanların farkına varınca kaçınılmaz şekilde aklıma bitkiler de geliveriyor. Her sabah kendilerine söylenen güzel sözlerle sulanan kim bilir kaç çiçek kurudu susuzluktan?
Nasıl bağlarla bağlıyız birbirimize…
Ne insan, ne hayvan ne de bitki dinliyor gelince deprem.
Hele de ülke sınırlarını.
Haberler geliyor Sisam'dan. Ağır hasar haberleri, can kaybı haberleri. Bir de destek için uzatılmış komşu eli haberi.
Boşuna dememiş Helvadereli Türkler, bir yandan ağlaşıp bir yandan uğurlarken köylerindeki Rumları "toprak kardeşiyiz" diye..1
İlk gün yaralarını dayanışmayla, kardeşlikle sardık, sarıyoruz.
Ama, insanlar çekilecek, herkesi bekleyen hayatları var.
Peki, sonra ne olacak?
Ateş bir kez daha düştüğü yeri mi yakacak?
Bu acının, bu utanmaz sorumsuzluğa bir şey denecek mi?
Ağızlardaki kentsel dönüşüm nasıl uygulanacak? Bu dönüşümün bir başka çirkinliğe, yeşil alanların talanına, beş benzemez mimari kirliliğe, fırsatçılığa dönüşmesi nasıl engellenecek?
Anne babalarını kaybeden bebelere nasıl bir gelecek verilecek?
Bornova için, İzmir için umutlu olmak istiyorum.
"Silemez hiçbir el Işığını o gözlerinSolduramaz ümidiniEy emeğin kardeş İzmir'iYenilmez onurlu kentiGüneşli günlerinle kal.."2
Kaynaklar