Ethel ve Julius Rosenberg’lerin öyküsünü biliyorsunuzdur. Hüzünlü bir öyküdür. Rosenberg’ler Amerikalıdır. Ne yazık ki McCarty döneminde, sistematik bir şekilde komünist avının yapıldığı, hatta ispiyonlarla komünist yaratıldığı bir ortamda ABD Komünist Partisi üyeleridirler. Rosenberg çifti 1953 yılında o zamanki Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğine (SSCB), yani Ruslara nükleer sırları verdikleri için Rus casusu olmakla suçlanmışlardır. Suçlamaya göre, Ethel Rosenberg’in kardeşinin çalıştığı araştırma merkezinden edindikleri bilgileri Ruslara vermişlerdir. Döneminde haklarında açık bir delil bulanamamıştır. Bu nedenle, tüm dünyadan serbest bırakılmaları için büyük destek görmüşlerdir. ABD hükümeti tarafından son ana kadar, suçlarını kabul etmeleri halinde bir dizi af önerilmiş ve onlar hiçbirini kabul etmemişlerdir.
Rosenberg’ler, suçlu bulunmuş ve idam edilmişlerdir.
Rosenberg’leri bir şiirden öğrendim.
Bana onları tanıtan Melih Cevdet Anday’dır. O şiir de "Anı" şiiridir.
Melih Cevdet Anday, sonraları benim de arayıp bulduğum bir fotoğraflarından esinlenerek onlar için bu şiiri yazmıştır.
Fotoğrafta Ethel ve Julius, bir tel örgünün ayırdığı iki hücrededir. Bu hücrelerde uzanan ellerinin parmakları tel örgünün delikleri arasında buluşmuştur. Bir çift güvercine benzettiği çiftin o anını anlatır şiirin bir dörtlüğü:
"Rahat döşeklerin utanması bundan Öpüşürken bu dalgınlık bundan Tel örgünün deliğinde buluşan Parmaklarınız geliyor aklıma"
Rosenberg’lere sonları benzemesin, bugün onlarca elin parmakları tel örgüler olmasa da cezaevlerinde buluşacaklar. Bugün Bayram.
Ama diledikleri gibi kucaklaşamayacaklar. Bu bayram Covid - 19 günlerinin bayramı.
Covid - 19 pandemisi açısından cezaevleri önlemlerin daha da önemle alınması gereken yerlerden.
Tüm dünya cezaevlerindeki toplu hastalık ve ölümlerden korkuluyor.
Şimdi öncelikle sağlık açısından cezaevlerine bir bakmak istiyorum.
Halk Sağlığı derslerimin arasında "Cezaevi ve Sağlık" başlıklı bir dersim var. Tıp fakültesi 5. Sınıf öğrencilerine anlatıyorum. Biliyorum ki içlerinden en az bir kaçı cezaevi ile ilgili bir hekimlik faaliyetinde yer alacak. Almasalar da toplumun sağlığı açısından çok önemli bir grup hakkında hekim olarak fikirleri olmalı.
Öncelikle, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), 1995 yılından beri özel bir program yürütüyor. "Cezaevleri toplumun bir parçasıdır ve burada tutuklu/mahkumların sağlığı da bir halk sağlığı sorunudur", diyor.
DSÖ’ne göre, dünyada herhangi bir anda 11 milyon insanın gözaltında tutulduğu ve yıl içerisinde 30 milyondan fazla insanın yaşadıkları toplum ve cezaevleri arasında hareket ettikleri biliniyor. Bu da cezaevleri ortamındaki hastalıkların dışarıya ya da dışarıdan da içeriye hastalıkların taşınabileceği anlamına geliyor. Herhangi bir günde, DSÖ Avrupa Bölgesi'nde 1,5 milyondan fazla insan cezaevlerinde. Ülkemizde de 250 bin civarında tutuklu/hükümlü olduğunu biliyorum. Son verileri alamadım. Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün web sayfasına bu yazıyı yazdığım sıralarda ulaşamadım. Sayfa açılmıyordu.
Cezaevlerindeki insanlar kapalı ve sıkışık bir ortamda yaşıyorlar. Cezaevlerinin kapalı olması bile başlı başına hastalık bulaşmasını kolaylaştıran bir durum. Kaldı ki ülkemizde de olduğu gibi dünyada cezaevleri doluluk oranları kapasitelerinin çok üzerinde. Yine bilinen buradaki insanların genelde toplumda görüldüğünden daha fazla sağlık sorunları var. Zaten çoğu kötü sağlık koşullarından geliyorlar ve sıklıkla beslenme yetersizliği gibi temel sorunlar ile tütün, alkol kullanımı gibi sağlıksız davranışlara sahipler.
Ama ne durumda olursa olsunlar, cezaevlerindeki mahkûmlar başta sağlık hizmetlerine ulaşmak olmak üzere her türlü ayrımcılıktan korunmalılar. Dünya Hekimler Birliğinin Lizbon Hasta Hakları Bildirgesi "Her insan ayrımcılık yapılmaksızın yeterli tıbbi bakım görme hakkına sahiptir" derken, Tokyo Bildirgesi de "Hekim, tıbbi açıdan sorumlu olduğu kişinin bakımıyla ilgili bir karar verirken klinik yönden bütünüyle bağımsız olmalıdır. Hekimin temel görevi, izlediği kişilerin sıkıntılarını azaltmaktır; kişisel, toplumsal ya da politik hiçbir güdü, bu yüce amaçtan daha üstün sayılmayacaktır" der. Bunun dışında ülkemizin de taraf olduğu birçok uluslararası sözleşme ve elbette anayasamız ile bu hak güvence altına alınmış durumdadır.
Covid - 19 pandemisi ile birlikte bu hassas grubun durumu gündeme geldi.
Önce cezaevlerinden yaklaşık 100 bin mahkûmun salınacağı haberini duyduk. Sonra da ülkenin çeşitli yerlerindeki cezaevlerinden bildirilen Covid - 19 olgularını..
Cezaevlerindeki Covid - 19 sürecinin çok emek yoğun bir süreç olduğunu biliyorum.
Cezaevlerinde bulunanların yoğunluklarının azaltılması birinci olarak gerekli bir işlem. Pandeminin ilk günlerinde yapılan yaklaşık 100 bine ulaşan serbestlikler bu amaçla yapıldı. Çok kalabalık cezaevlerinden yeni hazırlanan cezaevlerine yerleştirmeler oldu. Bunlar hep seyreltme ile ilgili müdahaleler. Yapılması gerekiyordu.
Mahkûmlar dışında çalışanların durumları da önemli. Bu dönemde gözetim memurlarının mesaileri 14 günlük dönüşümler olarak ayarlandı. Böylece bir gözetim memuru Covid - 19 kuluçka süresi olan 14 gün boyunca hep aynı memurlarla ve hep aynı koğuşlara hizmet vererek çalıştı. Testlerle kontrolleri sağlandı. Amaç dışarıdan içeriye hastalık taşımamak. Bu hastalığın kontrolü anlamında çok önemli. Ama düşünün aylardır böyle bir mesai ile çalışmayı. Çok zor bir iş.
DSÖ, cezaevlerinde de Covid - 19 için önerilen genel önlemleri öneriyor. El hijyeni başta olmak üzere. Burada su, sabun, temiz havlu olanaklarının sağlanması gerekiyor. Hasta değilse, bir koğuşta bulunan kişiye maske önerilmiyor. Düzenli temizlik ve dezenfeksiyon da yapılması gerekenlerden. Sağlık sorunu nedeni ile hiçbir mahkumun revire çıkartılması ya da hastaneye sevkinin geciktirilmemesi esas.
Türk Tabipleri Birliği tarafından 6 Nisan 2020 tarihinde yapılan açıklamada; gerek cezaevlerinin koşulları gerekse mahkûmların salgın karşısında bağışıklık sistemi açısından dezavantajlı olduğu hatırlatıldı. Cezaevlerindeki insan sayısının azaltılması, ayrım yapılmadan tutuklu ve hükümlülerin tahliye edilmesi ve tüm mahkûmları kapsayan, eşit ve adil bir infaz değişikliğinin yapılması talep edildi. Ülkemizde bu süreci Adalet Bakanlığına bağlı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü yerine getiriyor. Bu yazıyı azarken son verilere bakmak istedim; ancak biraz önce de söylediğim gibi web sayfaları açılmıyordu. Adalet Bakanımızın zaman zaman cezaevlerindeki Covid - 19 hastaları ile ilgili bilgi verdiğini biliyorum. Önerim, bunun düzenli olarak bir web sayfası üzerinden yapılması. Hasta yakınları olan kişilere gerekli bilgi akışı sağlanabilmesi. Bu süreç, genellikle sağlık sorunlarının genel istatistiklere de yansıtılmayan bu kurumların verilerin paylaşılması için bir model oluşturulmasını da sağlanabilir.
En önemli konu cezaevlerinde sıkışıklığın önlenmesi gibi duruyor. Bu nedenle, ülkemizdeki tutuklu sayısı bir sorun. Son dönemde yeni bir hakim kadrosunun atanacağını öğrendim. Umarım genç hakimlerimiz ile bekleyen dosyalar hızla sonuçlandırılır. Başta tutukluluk olma üzere cezaevlerinde kalınan süreler azalır.
Nelson Mandela’nın cezaevleri ile ilgili önemli bir sözü var:
"Kimse hapishaneye girene kadar ulusunu tanıyamaz. Bir ulus, en yüksek vatandaşlarına nasıl davrandığına göre değerlendirilmemeli, en düşük vatandaşlarına göre değerlendirilmelidir" der.
Bunu ben elbette "en zordakiler" diye algılıyorum.
Cezaevlerindeki mahkûmlar orantısız hastalık yükü ile DSÖ'nün Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine ulaşmak için gözetilmesi gereken bir nüfustur. Evrensel sağlık kapsayıcılığı, herkes için daha iyi sağlık ve refah ve DSÖ 13. Genel Çalışma Programının bir parçası olarak, cezaevleri sağlığın teşviki ve geliştirilmesi için önemli bir ortam olarak değerlendirilmelidir. Ancak bunu yapabilirsek, hedeflerdeki gibi, "kimseyi geride bırakma"dan yol alabiliriz.
"Bir çift güvercin havalansa Yanık yanık koksa karanfil Değil unutulur şey değil Çaresiz geliyor aklıma."
Bu şiirle çaresiz aklıma geliveren bir dostumu da saygı ve sevgiyle anmak isterim.
Ekmel.
O bugün aramızda değil.
Ekmel aslında Attila İlhan şiirlerini severdi. Ama illaki ezberden okurdu. Sahne alır gibi ayağa kalkar başlardı okumaya. O küçük adam devleşirdi şiir okurken.
Benimle birlikte "Anı" ile tanıştı. Ben rica etmiştim okumasını. "Ama bu şirini okursam birlikte okuyacağız" diye tutturunca bana da ezberlemek kalmıştı. Şairlerin doğum günlerinde toplanırdık onları ve eserlerini anmak için. Ama bu şiir hemen hepsinde okunurdu. Bir dörtlüğü Ekmel, bir dörtlüğünü ben. Şimdi bize "elveda" dedi.
Son şiirini Sema’ya okudu.
Kaynaklar