"Önce bir rüzgâr esti. Ama öyle sert değil, hafifçe tene dokunan ve okşarcasına serinliğini bırakan. Sonra da yıldızların uzak ışıklarının aydınlattığı gökyüzünde, biri mağrıptan, biri maşrıktan, güçlü iki kamaşma oldu. Az sonra seçebildim onların yerden göğe uzanmıştı bedenleri. Tekmil ateş böcekleri üzerlerindeydi; yanıp sönen bir parıldama bedenlerini çevreliyordu. Anladım. Hızır ve İlyas peygamberlerdi. Birbirlerine doğru yürüdüler ve az sonra bağın orta yerinde kucaklaştılar. O an, rüzgâr durdu, yaprak kıpırdamaz oldu. Ben de nefesimi tutmuşum. Birden, aynı anda, bana baktılar. 'Oğlun olacak, hayırlı uğurlu bir evlat.' Ben yüzlerini seçmeye çalışırken, uyandım ve sancım başladı."
Babaannem böyle anlatırdı babamın doğum gecesi rüyasındakileri. O kutsal sessizliği, önce doğum sancıları ile annesi ve sonra da kendi minik sesiyle bozmuş babam. Baharın ve yeniden başlamanın bir kanıtıymışçasına dünyaya gelmiş.
Vefatının ardından yıllar geçti. Doğum gününde de ölüm gününde de yasla değil, anıları ile dolar evimiz. Bize kaybettiklerimizi onların güzel hatıralı ile anmamız öğretildi.
Bir Hıdırellez sabahında üç ölümü daha ölenlerin saygıdeğer hatıraları ile anıyorum. Biliyorsunuz o gençleri.
"En uzun koşuysa elbetTürkiye'de de DevrimO, onun en güzel yüz metresini koştu" -Can Yücel
Ölüm, bizi sevdiklerimizden ayırıyor.
Ölüm, ölenleri hayallerinden, amaçlarından ayırıyor.
Ama ne sevgimiz ve anılarımız ne de hayaller ya da amaçlar yok oluyor, inanıyorum.
Ölen ya da yaşayanların sevgiyle ve adanmışlıkla yaşanmış hayatları, başkalarına umut oluyor.
Bu günlerde buna bir örneğim, Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus. Dünya Sağlık Örgütü'nün başkanı.
Pandeminin en başından beri dayanışmanın önemine değindi. Geçen hafta için New York Times'a yazdığı görüş yazısında ise, bunu şu şekilde tanımladı:
"Basit bir seçim var: Paylaşmak ya da paylaşmamak."
Yazısında, dünyanın durumunu betimlerken "inferno" yani cehenneme atıfta bulunmuş. Yangın her yeri kaplamış, bir bölümümüz elinde hortum bir yerden söndürmeye çalışıyoruz. Hortumu sadece bir bölgeye tutuyoruz. Doğal olarak diğer yerler alev alev. Dünyanın sayılı bölgelerinde aşı ile rahatlama beklenirken, dört bir yanındaki birçok ülke ise yüksek bulaşma, dolu yoğun bakım üniteleri ve oksijen gibi temel ihtiyaç maddelerinin yetersizliği ile karşı karşıya. Bunun bir kaç nedeni olduğunu belirtmiş yazısında. Daha fazla bulaşıcı varyantların yükselişi, maske zorunlulukları ve fiziksel mesafe gibi halk sağlığı önlemlerinin tutarsız uygulamaları ve vaktinden önce hafifletilmesi, bu önlemlere uymaktan anlaşılır biçimde bıkmış nüfuslar ve aşıların adaletsiz dağıtımı.
"Bir avuç zengin ülke, yüksek tekliflerle, tüm nüfuslarını defalarca aşılamak için yeterli doz siparişi verdiler, ancak ihtiyaç duydukları her şeyi kullandıktan sonra paylaşmayı vaat ederek, dünyanın sahipsizlerini tam olarak oldukları yerde tutan himaye modelini sürdürüyorlar" diyor.
Haklı.
Önce, aşı milliyetçiliği yapıldı. Yetmedi, aşıları olan ülkeler, halk sağlığından çok jeopolitik hedeflerle ilgili nedenlerle ikili bağışlar yaparak bağış işini iyice politikalarının hizmetine sundular.
Oysa, bilgi birikimlerinin paylaşılmasına ihtiyacımız var.
Bunu yapmanın yolları da var.
Bir yolu, bir aşı lisansına ilişkin patentlere sahip olan bir şirketin, genellikle bir ücret karşılığında, aşılarını üretmek için başka bir üreticiye sahip olduğu teknoloji transferi ile gönüllü lisans vermektir. Bazı şirketler bunu ikili olarak yaptı. Ancak bu tür anlaşmalar, eşit erişimden ödün verme ve şeffaf olmama eğilimindedir.
Daha şeffaf bir yöntem, şirketlerin lisansları Kosta Rika tarafından önerilen ve DSÖ tarafından başlatılan küresel olarak koordine edilmiş bir mekanizma olan Covid-19 Teknoloji Erişim Havuzu aracılığıyla paylaşmasıdır.
Ve bugünlerde daha çok konuşulan, Güney Afrika ve Hindistan tarafından önerilen, Dünya Ticaret Örgütü anlaşması yoluyla Covid-19 ürünleri üzerindeki fikri mülkiyet haklarından feragat etmektir. Bu hükümetlerin şirketlere teşvikler sunması ile sağlanabilir.
Bu yolları şimdi konuşmayacaksak, ne zaman konuşacağız?
Dr. Tedros, bu süreç için, "Bir bilim, mali güç veya endüstriyel yetenek testinde değil, bir karakter testindeyiz" diyor.
Çözüm önerilerini sunmaktan ve onların peşinden gitmekten yılmıyor.
O bunları yaparken, Biden'in patent ile ilgili destekleyici açıklaması geldi.
Sonucu beklediğimiz gibi olur olmaz ama dayanışma ruhunun ortaya çıkma olasılığı bile yetti; "umut" birden beliriverdi.
Emeği çok.
Oysa, kendi başında da öyle işler var ki...
Dr. Tedros, Kasım ayından bu yana Etiyopyalı ve Eritreli askerlerin insanlığa karşı işlediği suçlarla anılan Etiyopya'nın bir parçası olan Tigray'den. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'in Batı Tigray'deki zulmü doğru bir şekilde etnik temizlik olarak tanımladığı yerden. Tigray'daki çocuklar açlıktan ölüyor, erkekler sopayla öldürülüyor, kadın ve kız çocukları toplu tecavüze maruz kalıyor. Etiyopya muhalefet partileri, 50 binden fazla insanın öldürüldüğünü iddia ediyorlar. Geçen haftalarda kuzeninin öldürüldüğünü öğrendi. Hemen sonrasında lise öğrencisi bir başkasının. İnternet ve telefon bağlantıları kesik, aile üyelerine ulaşamıyor.
New York Times'in usta kalemi Nicholas Kristof ile röportajının ilk saniyelerinde gözyaşlarını tutamayan bu insanın gayretine saygı duyuyorum.
Samimiyetine inanıyorum.
Onca acıya ve haksızlığa rağmen,
Bizden, insanlıktan, umudunu kesmemesini ise çok önemsiyorum.
Umut, bugün ve yarın devam edebilmemizin nedeni.
"Ve güneş doğarken hiç umut yok muUmut umut umutUmut insanda" -Nazım Hikmet
Kaynaklar