Tarih beni her zaman boğmuştur… Çünkü çoğu tarihçi tozlu ruhlarını bir türlü silkeleyememiş, gerçek hayallerini gerçekleştirememiş, hayatın onlara dağıttığı kartlarla ancak ikinci iyiliklere razı gelmiş kimselerdir… Ama her genelleme gibi bunun da bir istisnası var, asker olan tarih profesörleri, ya da askeri tarih çalışanlar. Bunlar diğer tarih profesörlerinden farklılar, hayatın güzelliğini anlamak için belki çok genç yaşta çelik bıçağın keskinliği, silah kullanmanın önemini anlamak gerekiyor.
Ne kılıç, ne hançer, ne silah tutmayı bilen kişilere tarih profesörü dersek onların eğlenceli olmasını beklemek zor olmaz mı? Evet bir de karpuz kesemeyen erkekler var… Neyse hassas konulara dokunup kızgın erkekleri iyice kızdırmadan devam edelim… Demem odur ki… Tarih de hutbe misali ancak anlatanı kadar iyidir… Ve asker tarihçiler ile askeri tarihçiler her daim en eğlenceli tarihçilerdir.. Cesur insanlar aynı zamanda eğlencelidir belki de ondan..
Soğuk bir Londra sabahı bir İngiliz askerden dinlediğim gerçek bir hikayeyi paylaşacağım sizlerle… Yüksek rütbeli, hayatın pek çok arka bahçesine selam vermiş, bir tarihçi Londra karlar altındayken 1800lerde “şehrin özel kadınlarını ziyaret evi” olarak kullanılan sonra bir ekonomistin alıp yazarlar evine çevirdiği şimdi ise çok farklı tarih portreleri sunan küçük bir Soho otelinde Blintz zamanındaki Londrayı anlatmıştı. Bu öykü de bir başka askerin öyküsü, bir pilot, ismi John Cunningham, Kraliyet Ordusu Hava Kuvvetlerinden, takma adı olan “Cat Eyes”, Kedi Gözleri ile ünlenmiş. 1940larda, 2. Dünya Harbi zamanında halkın moralini yükseltmek için bu üstün başarılı pilotun haberi, bir kedi gibi gece görebilme yeteneğine sahip olarak gazetelere yansılıtıyor. Cunningham’ın çok havuç yediği ve havuçtaki yüksek orandaki A vitamininin ona bu olağanüstü karanlıkta görme gücünü gazetelerde anlatılıyor. Apansızın Cunninghamin gözleri hakkında bir kahramanlık efsanesini yaratılıyor. İşin esası elbette havuç yemekte değil, ve Cunningham’ın olağanüstü bir vizyonu yok, olan sadece İngilizlerin o güne kadar bilinmeyen ikili radar sistemini hayata geçirmeleri sayesinde üstün başarılar elde etmeleri. Ama bu gerçeği, askeri sırrı açıklamak istemiyorlar haliyle. Düşman ajanları ülkelerine Cunningham’ın kedi gözleri yüzünden çok kayıp verdiklerini rapor ediyorlar ve bu efsane sürdükçe sır saklanmış oluyor. O günlerde vitaminler hakkında bilgi yeterli olmadığı için bu efsanenin inanılabilirliği oldukça yüksek…
Pilotumuz zamanında buna karşı çıkmasa, çıkamasa da, vicdanını sızlatan bu yalandan ötürü ileride hiç gazetecilerle görüşmüyor. O zaman bunu gerekli bir yalan olarak kabul etse de aslında vicdanı bu medya ilgisini ve propagandaya alet olmayı hiçbir zaman onaylayamıyor. Aslında Cunningham kahraman ilan ediliyor, sokak, pub ve uçuş kulübü isimlendiriliyor şahsına… Ama o yine de bu propagandaya alet olmayı kabullenemiyor…
Hepimiz gerçekleri anlamaya çalışıyoruz… Pazar günü nereden nasıl geldiğini anlamadığım, ne kadar güvenilir olduğunu bilmediğim bir twitter hesabından Gezi vandalları söylemine ve fotoğraflarına maruz kaldım… Elbette kimsenin, ama hiç kimsenin, devletin malına zarar vermeye hakkı yok, bu kullanıcı Gezidekilerin silahlı, devlet malına zarar veren kişiler olduğu konusunda çok iddialı idi. Peki ya devletin malını hiç hesap vermeden kullananlar? Devlet kurumlarına son 10 yılda alınan personelin kimler olduğuna bunların akrabalık ilişkilere mesela baksak nasıl bir tablo çıkar? Devletin harcamaları, devlet memurlarının harcamaları, sarayların bütçesi hangi memur, hangi sistem, hangi vicdanla onaylanıyor ki yıllardır Sayıştay raporu göremiyoruz?
Kadın-erkek eşit denilse ne önemi var, vergi verenlerin hesap sorma hakkı olmadıktan sonra o toplumda erklik ne anlama gelir?
Gezi sürecinde- her uzun süren protestoda olduğu gibi- vandallık yapıldığını biliyoruz, ama nedense şu ana kadar tüm davalar üstlerinden deniz gözlüğü, gaz maskesi, kitap, gitar ve cep telefonu gibi “savaş aletleri” çıkan kişiler üzerinden oldu. Elinde silahla fotoğraflanmış kişilerin kaçının mahkemeye getirildiğini görebildik, bu kişiler kimlerdir, hangi lobi tarafından nerelere yerleştirildiler, palayı nereden buldular, hangi borçlarının silinmesi karşılığında palalandılar, nasıl yurtdışına kaçtılar bilmiyoruz…
Ama bildiklerimiz var… Attığı iki tweet için kan kusturulan insanlar; özgürlük derken gözaltına alınıp tecavüzle tehdit edilen çocuklar; yolsuzluğu ortaya çıkartacağız diye görevini yapmaya çalışırken yılın ortasında ülkenin öbür köşesine sürülen polisler, savcılar; içki içeni görmedim dediği için dokuz camiden kovulan cesur imamlar; gaz tenekesiyle gözünü kaybedenler; hepsi şans eseri Alevi olan “ölümler”, ve onlara şehit denmesine çok kızan kişiler… Cebindeki bilyelerden silah üreten, 14 yaşında aylarca komada kalmış çocuktan terrörist söylemi yaratan, cenazesine dahi saygı duyamayan bir anlayış… Diğer yandan hiç bir ispatı sunulamayan, Kabataş’daki üstü çıplak deri pantalonlu erkekler, ve vahşi kadınlarca hunharca taciz edilmiş kadın ve bebeği… O fantazileri üretenler bugün neredeler? Yanlış, yalan haber yapmanın, polisi yanlış ihbarlarla oyalamanın hiçbir yaptırımı yok mu? Bu iftira değil miydi? Zanlılar nerede? Hani izlenen videolar, alınan raporlar, sayfalarca röportaj? İnanılabilirliği kaldı mı?
İnsanlar değişirler… En köklü değişimse ahlaki değerlerini kaybederek gerçekleşendir. Sanırım Türkçede bunun en vurucu anlatımı, “ar damarı çatlaması”… Hiç yaşadınız mı bilmiyorum, eskiden değer verdiğiniz bir insanın yavaş ama kararlı bir biçimde bambaşka birisine döndüğünü görürsünüz , bu acı bir süreçtir…Ellerinizin arasindan bir hayat gider… Koruyamazsınız…… Acıtır…. Ahlaki değerlerini kaybeden kişi, adeta Yıldız Savaşlarındaki Darth Vader ya da Harry Potter’daki Lord Voldemort gibi karanlık tarafa geçiş yapar…Adının-söylenmemesi-gerekenler olurlar…Çünkü adlarını andığınızda başınıza ne gelebileceği meçhuldür… Yakınlarınızda böyle ahlaki değerlerini kaybetmiş kimseler varsa ve eğer siz onlarla birlikte karanlık tarafa geçiş yapamazsanız… O ilişkiler gayri ihtiyari biter… Çünkü o sevdiğiniz, inandığınız kişi gitmiş yerine aklınızın yüreğinizin almadığı size utanç veren birisi gelmiştir… Tövbe etsin diye beklersiniz… Aklını başına alsın istersiniz… Ama bazen sanırım o karanlık tarafa geçenlerin dönüşü mümkün olmuyor…
Soru şimdi inanılabilir olanlar efsaneleri kullanarak gerçekler ne kadar süre gizlenebilir? Bu gerçekler ortaya çıktığında yalanların ülke menfaatine olduğuna inanabilecek miyiz?
Ve biz ne yapabiliriz? Detaylı bir yol haritası değil belki ama “eyvah demeden, Allah diyelim” tavsiyesinde kıymetli bir anlayış saklı… Haa… Herkes bu ilahideki sozleri ve Allah’ı kendince tanımlar https://www.youtube.com/watch?v=jQtewvWRPpE … ama “eyvah” oldukça evrensel bir duygu… Eyvah’ı aşmak zorundayız. Sabırla, inançla, adım adım….