Sürekli aynı sözler… Bunu biliyoruz, şunu biliyoruz, gerekirse açıklarız... Elimizde belgeler var… Üç vakte kadar açıklayacağız… Bildiklerimizi bir açıklasak yer yerinden oynar…
Ama nedense o açıklamalar, kayıtlar hiç gelmiyor. Önemli her olayın kanıtları muğlak, karışık, oldukça şaibeli… Yalan mı?
Aylarca yazdık çizdik… Los Angeles’dan gözyaşları ve korku içinde, İstanbul’a üniversiteye gelecek değişim öğrencilerime saatlerce dil döktüm, inanın sokakta kimse size saldırmayacak, üstünüze idrarını yapmayacak, deri pantalonlu üstü çıplak erkeklerin mekanı değildir Kabataş ve İstanbul diye… Ama kayıtlar vardı, açıklanacaktı… Onlarca kız çocuğu bu arada örtülü ve örtüsüz pek bi güzel dövüldü, cinsel tacize uğradı, pek çoğu kameralara yansıdı… Tecavüze uğrayan çocuk haberleri okumaktan, acaba kemik yaşı kaçtır diye sorgulayan mahkemelerden insan olarak biz utandık… Kınadık onlarca tweetle… yazıyla… Bakan çocuklarınıza çığlık atmayı öğretin dedi… Gerekirse çığlık atsınlar diye… Çığlıkları kim duyar, duyanlar ne yapar, nasıl derman olur bilemiyoruz…
Ardından içinde içki içilen camilerimiz vardı. Cami imamı doğru bildiğini dillendirdi. Sahi ne oldu Dolmabahçe camiisindeki imama? Şimdi nerede hizmet veriyor? Doğruyu söyleyeni kaç camiden kovarlar? Çıkmadı o çılgın partinin yapıldığı cami kayıtları… Ama haftalarca camilerimiz söylemini dinledik mi? Utandık mı? Korktuk mu? İnandık mı? Sorguladığımızda ahlaksız ilan edildik mi?
Oysa Türkiye’de gerçekten camilerde yangın var. Cemevleri ibadethanedir diyenlerin siyasi kariyerleri hızla ilerlemiyor, haftada iki yazıyla yüksek maaş ve hatta TV programı alamıyorlar, … Bunun yerine aylarca komada yatmış çocukların bilyeleri sorgulanıyor, anneleri yuhalaniyor, “Örgüt” üyeleri diye yaftalanıyor. Bu ülkede bir ezan susturulacak diye tehdit edilen camilerde, sonrasında Kuran- ı Kerim ve cami kütüphanesi yakılıyor… Kaç kişinin haberi var bu nefretten? Nedenlerinden? Ne yapmamız gerektiğinden?
Ancak Yıldız Tilbe’nin buram buram nefret kokan tweetleri akil insanlardan destek buluyor, “evet biraz aşırı ama kıymetli sanatçımız” diye başlayan cümleler, “Yıldız Bacı” diye sonlanan dokunaklı satırlar ardından ne oldu bize dememek elde mi? Yıldız bacının alın kırıştıran tweetlerini tartışırken biz, bir başka kanalda “Yeni bir Mavi Marmara gerek” diye hararetli propaganda yapan uzmanlar çaresizliğimizi iyice ortaya koyuyor.
Suriyelilere kocaman kucak açan çok misafirperver halkımız artık Suriyelilere saldırıyor. Taciz, tecavüz, protesto derken, Kahramanmarasta polisle çatışan “Suriyelileri istemiyoruz” hareketi başlıyor. Başbakanımızın “bu saldırıları kimlerin yaptığı biliyorum, gerekirse açıklarım” diyor. http://t24.com.tr/haber/suriyelilere-saldırıları-kimin-yaptığını-biliyorum,264594 Ne zaman gerekecek ispatıyla gerçekleri açıklamak, belgelendirmek?
Birisi çıkıp cari açığın bir kısmını ben kapattım derse bunun resmi kurumlarca sorgulanması gerekmez mi? El Nusret örgütünün hesabından yazılan üstü kapalı tehditlere resmi tepki gerekli midir? “Hepimiz Nusrayız” haşhtağı ifade özgürlüğü altında korunurken neden hiç bir tehdit içermeyen sadece eleştirel yazı ve yazarlara dava açılıyor?
Ne zaman biz muğlak kavramlardan kurtulup gerçekten siyasi seçimlerin maliyetini ve kazandırdıklarını öğrenebileceğiz? Ne zaman kazanımlarımız ve harcamalarımız listesiyle yüzleşebileceğiz?
Tamam güzel bir program bu fakat bu dış politika yatırımının, harcanan paranın Türkiyenin hangi menfaatini nasıl koruduğunu açıkla dediğimizde, değerli yalnızlık, onurlu barış, bataklık stratejileri gibi söylemlerden ne zaman kurtulacağız?
Gerekirse açıklarız çok zor, anlaşılması imkansız bir cümle benim için… Yapılan harcamanın ve elde edilen gelirlerin hesabını göremediğimiz bir sistemde, sahi “açıklama gerekiyor” diyebilme yetkisi hangi kurumun elinde? Gerekirse açıklarız cümlesinde gerekliliği hangi kriterlerle kim ne zaman nasıl belirleyecek?