30 Haziran günü Ankara'da bir otelde Selahattin Demirtaş Cumhurbaşkanlığı için adaylığı açıklamıştı. Belki 200 kişi vardı salonda, üstümüzü aramadılar, özel davetiyeler gerekmiyordu, öylece geldim ben de… Kimseyi tanımıyordum, bir köşeye oturdum. Küçük ama kararlı bir grup vardı salonda. O güne dek akademik çevrelerde genel tartışma Kürtlerin partilerinin Kürtlerin yaşadığı bölgelerin dışına çıkmadan temsil kazanmaları mı yoksa Türkiye partisi olma yolunda giderek Kürt tabanlarına zarar vermeleri mi olacak yönündeydi.
Genellikle biri olursa öbürü olmaz turu varsayımları siyasette ürkütücü bulan birisi olarak, ilk kez o salonda Türkiye partisi olarak aslında HDP'nin Kürt tabanını daha güçlendireceğini anladım. Nedenlerini size başka bir yazımda anlatabilirim.
Ancak bu yazıda amacım HDP'nin Türkiye’deki halkların partisi olma kararının bence çok akıllıca bir karar olduğu ve aslında bugünkü HDP'nin 2001-2002'lerdeki AKP ruhunu çok iyi yansıttığına dikkat çekmek olduğu. Şayet 2001-2002'lerdeki AKP ruhunu anımsayamayacak kadar genç iseniz, 2007 kasımında Obama'nın ilk kez seçildiği ABD seçimlerindeki ruh ile de benzerlik kurabilirsiniz.
Beyaz Türkler Demirtaş’a Cumhurbaşkanlığı için oy verdiler, ve şimdi de daha büyük rakamlarda HDP'ye oy verecekler. Oy kayıtları nasıl işlenir, kediler hangi trafoları nasıl devre dışı bırakırlar bilemiyorum, ancak HDP Türkiye'de bugüne kadar hiç bir “Kürt Partisi”nin olmadığı bir yere geldi; HDP artık sadece bir Kürt partisi değil. Kürtlerin de oy verdiği bir parti, aynen AKP gibi… Peki “beyaz ya da beyazlaşmaya çalışan bir Türk (eskiden muhafazakâr deniyordu bu gruba)” neden HDP'ye oy verir?
Yani henüz denenmedi, yıpranmadı. Genç ve lakin tüm ömrünü siyasete adamış lider kadrosuyla geliyor. Merdivene ters bindi, bisküvi diyemedi, SSK'yı batırdı gibisinden saçma sapan kişilik karikatürleriyle küçük düşürülemeyecek kadar inançlı ve inatlı bir lider kadrosuyla. Ekmeğini trollükten çıkartanlar zorlanıyorlar onlarla “dalga” geçmeye çalışırken. HDP'nın lider kadrosu küçük düşürülemiyor. Ne bir gecede sakal bırakayım, inşAllah, maşAllah diyeyim de yükseleyim diyen monşerlere, ne de şarap parası, iktidar çarpıcılığı için yaşlananıveren sahte aktivistlere benzemiyorlar değil mi? Başlarındaki tülbentler sevgili Tansu Çiller’in “bu bacınıza oy verin” derken sarındığı egreti eşarpları anımsatmıyor, nedense… Bu insanlar örgütlenmeyi biliyorlar…Onlara karşı külhanbeyi söylemleri kör topal kalıyor… Türkiye siyasetine yepyeni kan, can ve yaşam getiriyorlar. İş bitirici ve akıllı kadroları var. Azımsamayın bence ciddi bir bakın.
Hepimizin içinde olan “underdog” ezilen ama mağrur kalanlar, içinizden şöyle ufacık bir yaşasın, aferin be patlatmıyor musunuz? Gülümseyişiniz bana, oyunuz oh be diye yüreğinizin yağını eriten HDP'lilere hayr olsun. Türkiye'de geniş bir kitle değişime hazır, ve değişim istikrarın bozulması değildir. Bu israfın sonu nedir? Sorma zamanı.
Anımsayın, geçen Ramazan ayımız nasıl geçti, “aman aman sakin Demirtaş'a atma oyunu, çünkü Demirtaş demek Erdoğan demek, tabii o Erdoğan ne derse evet diyecek, sakin sakin bu bir oyun” Gördük ki, öyle olmadı. Tam tersine içgüvenlik yasasında, ve diğer pek çok AKP ile yanyana durmanın menfaat getirebileceği varsayılan yerlerde HDP Türkiye'nin halklarının yanında durdu. HDP, MHP ile aynı safada direndi. HDP en etkili muhalefeti yaptı. Televizyonlara iktidar partisinin bırakınız liderlerini, danışman kadrosundan bir tek kişinin çıktığı saatlere şöyle bir baksak, Demirtaş ile Yüksekdağ’ın toplam TV zamanını çok aştığını görürüz buna rağmen, sesi sonuna kadar kısılan bir muhalefetin içinde Twitter’dan “marjinal” yayınlardan her mercadan seslerini duyduğumuzda hiç yan çizmediler.
Haziran 2014de HDP merkez yürütmeden Hatice Altınışık, “HDP, tüzüğünde programında da pratiğinde de kadın ve erkek eşit temsiliyeti üzerine kurulu bir partidir" dediğinde kendisinin çok iyi niyetli ve umut dolu bir insan olduğuna vermiştim bunu. Daha sonra Figen Yüksekdağ ile bir röportaj yapma imkanım oldu. Tüm inatçı kuşkularıma rağmen Figen hanımın o pozisyona sadece güzel bir kadın olduğu için getirilmediğini ilk 2 dakika içinde kabul ettim. Aynı şekilde, azınlıklar, Türk siyasetinin sürekli kaybedenleri Ermeni, Alevi, Süryani partide sus biblosu değiller. Gerçekten sesleri duyuluyor, talepleri dikkate alınıyor. Yüksekdağ ile yaptığım röportaj bana bir kez daha gösterdi ki, mağdur olmuş, ötekileştirilmiş, LGBT grupların (Rasim Özkütahyalı gerçi çok güzel bir makalesinde LGBT grupların AKP'li olduklarını anlatmıştı ama onlara temsil hakkını HDP verdi) sessizleştirilmişlerin, üç kuruşla yetinmeyi öğrenmişlerin, borç altında ezilirken basını dik tutmaya çalışanların partisi HDP. Söylemeye gerek var mı, işçi, emekçi, zorda darda kalanların pek çoğu elbette camileri kışlası bellemiş müminlerdir. Başörtüsüne, ibadete katre katre lütuf misali değil, bir kez herkese eşit olarak hak edilen özgürlüğünü sözünü veriyor HDP.
Bugüne kadar tüm kışkırtmalara karşı durmayı becerebildiği için HDP'nın takdir edilmesi gerek. Burada ama ekim, ama Ağrı, ama kendi kendine intihar eden katırlar gibisinden söylemlere sığınabilirsiniz. Ancak, bunlarda henüz HDP'nın rolü açığa kavuşmadı, HDP'nın zarar almasından bunca kar edecek güç odağı varken sizce bu tuhaf değil mi? Basit bir usa vurma bu… Derin bilgiye ihtiyacınız yok. Ayrıca, barış süreçlerinde terror örgütlerinin barış istemeyen kesimlerinin, barışı bozmak için saldırılara ağırlık vermesi beklenir, normal olan –ne yazık ki- budur. Ancak buradan görülen HDPnın Kürt hareketinin silahlı örgütlenmesini oldukça iyi kontrol ettiği. Yani HDP siyasi gücün askeri gücü yönettiğini kanıtlıyor. AKP barış sürecini başlatmadaki çabaları, cesareti için ne kadar takdiri hak ediyorsa, HDP de sürecin devamını için gösterdiği dirayet için takdiri hakediyor. Ayrıca, devletin barış yaparken muhatap gördüğü, tanıdığı, masaya oturduğu, mutabakat imzaladığı örgütü halkın tanımasına ne kadar izin verildiği ve halkların konuşmadığı sadece tepeden yürütülen bir barışın ne kadar sağlıklı ve sürdürülebilir olabileceği de tartışılmalıdır, değil mi? Burada MHP ve HDP'yi birbirine düşürmek için onca çaba, onca kışkırtma olduğunu ve belki bunların artarak devam edeceğini de gözönünde bulundurmamız lazım. Bu kadar sert yasalarla hala içgüvenlik, seçim öncesi kamu düzeni sağlanamazsa, bunun suçlusunu MHP ya da HDP tabanında aramak ne kadar akıllıca?
Bundan HDP mi MHP mi diye düşünen kişilerin sayısı hiç de az değil. Yaklaşık 1 yıl önce bu köşeden sizlere HDP ve MHP diye bir başlıkla yazmıştım. O zaman HDP ile MHP'yi yanyana nasıl koyarsın diyenler oldu –evet iki kamptan da… Ancak bazen olmayacak tadları biraraya getirince ilginç sonuçlar çıkıyor, bakın 1 yıl içinde MHP kökleri taşıyan ama HDP'ye oy verme gerekliliği duyan gruplar gerçek oldu. HDP barajı geçemezse –yeterli oy alamazsa demiyorum— nasıl bir TBMM ortaya çıkacak? Barajın altında kalanlara verilmiş oylar nereye gidecek? Bu senaryonun getireceklerini tahmin edebilecek güçte Türkiye halkları, o nedenle HDP'ye verilen oyların korunması elzem.
Elindeki yetkileri bir bir arttırarak, güçlenen, güçlendikçe daha çok güç isteyen bir doğa bizimkisi… Melek değiliz, melek olmadığımız için de aynı ihtirasları, aynı tutkuları paylaşan diğer insanların gücü elinde tutanları, kurumların diğerlerini denetlemesi ve sorgulaması lazım. Gücün tek bir elde toplanması bırakınız demokrasi fantazisini, bir cumhuriyet sistemini bile tüketecektir. (Cumhuriyeti bir sistem olarak ifade etmeye çalışıyorum, ABD de cumhuriyet İran da) Her şeyden önce devletin aldığını, sattığını TBMM’nin denetlemesi gerek. Bunun için TBMM’de gücün dengelenmesi şart. Bunun adı darbe değil, bunun adı seçim… Yani HDP, AKP'nin bir kere size oy verdik, bir dahakine vermeyebiliriz mesajı alması için elzem. Öyle bir hal aldı ki bu iktidar güç sarhoşluğu, sanırsınız Katolik evliliğindeyiz, bir kere evet dedik sonsuza dek bu iktidarla yaşamak zorundayız. İktidarın değişmesinden söz etmek bile darbe olarak yorumlanıyor, o zaman neden seçim yapılıyor? HDP'nin barajı geçmesi MHP, ve CHP'nin de menfaatinedir, tıpkı Kürtlerin yararına olan barışın bizlerin iyiliğine olduğu gibi.
Sanırım en önemlisi örtümüz, peçemiz, pusumuz, zülfikarımız, takkemiz, sakalımız, cebimizde alın terimizle kazandığımız maaşımız bir lütuf değil bizim olsun, hak olsun daim olsun diye HDP meclise girmeli…Bu ülke insanı her renkte ve müzikte halay çekebilsin, fısıldamadan anadilini konuşabilsin, bir de istediği dilde ıslık çalabilsin diye…
Bu toprakların da dünyadaki diğer coğrafyalar gibi en az iki çeşit insan yüzü var, ana koynundan zorla koparılıp alınmış mehmetçiğe 3-5 kelle diyenler ve saatlerce kömür madeni göçüğünden sağ çikartılıp, sedyeyi kirletmemek için çizmelerini çıkaranlar… Sizin yüreğiniz ve aklınız hangisinden yana?