Gerçek vatansever, kendi menfaatlerini zarara sokacak dahi olsa iktidarı eleştirebilendir. Gerçekleri yazamayanlar için masallar, kodlanmış mektuplar, en güzel yol haritalarıdır. Şimdi bir kaç masal…
Seni İsrail adına sevdim…
Yıllar önce ismi lazım olmayan bir Arap ülkesinde, bir mahkumla görüşmüştüm… “neden karınızı öldürdünüz sorusuna” “İsrail ajanıydı” diye cevap verdi… Öldürülen kadın 69 yasında 6 çocuk 20 kusur torun sahibi bir hanımdı. Katili, neredeyse 50 küsür yıllık eşi ise 80'inde olduğu tahmin edilen dede. İsrailden çok uzakta bir Filistin göçmen kampında yaşıyorlardı, katil dedenin karısı 5 aydır evden çıkmamıştı. Dışarda görüştüğüm kızı, “Babam son yıllarda değişti, annemi sürekli İsraillilerle konuşmakla, ajan olmakla, ibranice konuşmakla, onlara sırları satmakla suçluyordu. Annemin telefonu ya da televizyonu yoktu. Bir radyo vardı. Babam radyoyu da kırdı onu döverken 6-7 ay önce” demişti…
Şüphe ne acı bir duygudur… İnsanın önce aklını sonra sevdiklerini alıp götüren… Herkes bana düşman, beni zehirleyebilirler, herkes ajan, beni yok etmek istiyorlar….. Evet…Şüphe, bir elma kurdu misali… İçten içe tüketiyor… Evet seni İsrail adına sevdim… Şimdi beni öldürdün, sence güvende misin?
Elleri titreyen 80'lik dedenin avukatı, hapishanedeki pek çok kişiyi de İsrail ajanı olmakla suçladığını söylemişti. Gözlerinde gördüğüm korkuyu aradan yıllar geçmesine rağmen unutamadım… Hapishane görüşmesinin ardından bir kafeye gittik. O kafede bizi dedenin yanında yıllarca hizmet etmiş oğlu bekliyordu. Kızının bilmediği çok acı bir gerçeği bize açıkladı. Babanıza ne oldu dediğimde… “Bundan 34-35 yıl önceydi, ben küçük bir çocuktum, babamın üstünde çalışan adam İsrail ajanı çıktı. Babam da bunun izlerini bildiği, gördüğü ama hiç konuşmadığı için yıllarca ceza aldı” dedi…
İnsanlara güvenmekten öte, kendine güvenemeyen yüreklerdir şüphe kurdunun kemirdikleri... En yakınımıza atıf ettiğimiz suç, aynada gördüğümüz günahlardır… Zehirlendikleri doğrudur ama zehirleyen yedikleri değildir, onları kemirendir… Ve vicdan her zaman borcunu geri ödetir… Hiçbir zaman güvende olamaz bu canlar…
Los Angeles’dan acıyla bildiriyorum bu masalımda… Kaliforniyanın Carson Şehrinde, Uluslararası Heykeller bahçesine Atatürk heykeli eklemek isteyen bir grup, elbette çok iyi niyetle 2012den beri bu proje üzerine çalışıyor. 4 Mart gecesi, oy birliği ile, Atatürk heykeli reddedildi. Görüşmeler oldukça yoğun ve gergin geçmiş.
ABD’de yaşayanlar için sabaha Atatürk heykeli reddedildi tweetleriyle uyanmak çok acı. İnsan gayri ihtiyari şu yaşadığımız ortam da gözönüne alındığında acaba sadece Atatürk fotoğraflarının üzerinde “REJECTED” reddedildi diye kırmızı bir damga görmek için mi bu yola girildi diye geçiriyor… Müsadenizle, bir kaç soru… Cevaplanmayan sorular sormakta üstüme yok malum… Evet Carson şehrinin başkanı desteklemiş, ama bir tek oyla, bir tek kişinin sözüyle kuyuya inilir mi? Bundan da öte, neden sadece sivil insanların konuştuğu bir şehir toplantısında Türkiye Cumhuriyetinin Başkonsolosu konuşuyor? Görüştüğüm onlarca Kaliforniyalı böyle bir durumda bu diplomatın “persona non grata” ilan edilmesini isteyeceklerini şöyledir. Düşünebiliyor musun ABD elçisi Türkiye’de bir şehir projesi için halk meclisinde bir görüşten yana konuşma yapıyor…. Buna Türklerin tepkisi ne olurdu?
Ve en önemlisi, bu heykelin buraya Ermeni, Yunan diasporasının onayı olmadan yaptırabileceğinize nasıl ve neden ikna oldunuz, buna göz göre göre yenilmek denmez mi? Bu gruplarla konuştunuz mu? Belki ortak bir proje düşündünüz mü? Ermeni lobisi hele de Kaliforniyada yıllardır ard arda başarılar elde ediyor, ne bekliyordunuz? Kaybedeceğinizi bile bile neden böyle bir işe kalkıştınız? İyi niyetle başlatılmış ve çok emek harcanmış bir proje olduğuna şüphem yok ancak sonuç ciddi bir fiasco. Değerli yalnızlığımız Carson şehrinde de kendini gösterdi.
Zorla güzellik olmuyor demiştim ya, hele bizim buralarda hiç olmuyor.
Bu arada Türkiye’nin ABD’de lobicilik için harcadığı parayı ve bu paranın ne gibi faydalar sağladığını sorgulamamız elzem. Malum ABD’de lobicilik için harcanan her kuruş vergilendiriyor ve kayıt altında.
Bu topraklarda her yıl yüzlerce kadın öldürülüyor. Çoğu eşleri, abileri, babaları, amcaları, nişanlıları tarafından. Hatta bazen oğulları tarafından… Bir o kadar kadın tecavüze uğruyor, çocuk yaşta zorla “evlendirilmek” de tecavüzdür, evlilik sırasında zorlanmak da… Sokak protestolarında yerlerde yuvarlanan kızlar, karnına aldığı polis tekmeleriyle çocuğunu düşüren analar, hapishalerde, hatta hastanelerde tecavüze uğrayanlar…Bunların beyanını esas alacak bir merci var mı? Bu kadınların yaşadıkları gerçek şiddeti dikkate alacak bir lider? Kadına şiddeti protesto eden kadınları, Aile Bakanının gözü önünde dövenlere dur diyecek bir ana yiğit? “Dilimiz kaba, vicdanımız taş” evet, çünkü güvenmiyoruz, çünkü aldatıldık, çünkü kendi menfaatleriniz için, gerçekten acı çeken gerçek kadınların acılarını sömürdünüz. Zehra Develioğlu hanımın adını ananlar demişsiniz, adını basına veren, sayfa sayfa röportajlar yapan kim? Üstü çıplak, bira şişeli erkekler mi? Bu ülkede cinsel ve fiziksel şiddete uğrayan gerçek kadınlarının yüzde 85'inin adı yok. Zehra Develioğlu’nun adını verenlere, mahremdir yapmayın dediğimizde twitterda sayfalarca geyik çevirilenlere sorun… Yalan söylemek kötüdür evet, ama bireysel yalanlarla bu tip toplumsal yalanlar arasında fark olmalı. Bir gün Kabataş yalancılarının yargılandığını görür müyüz? Polise sahte ihbar yapmak suç değil mi?
Bu arada Cumhurbaşkanımızın sürekli şikayet ettiği feminist grubu temsil eden bir organizasyon ya da kişiler var mı? Kim bu feministler, kim bu bize ana deme kadın de diyenler? Bilemiyorum malum benim tanıdığım feministlerin hepsi çocuksever, çocuk korur, çocuk için canını dişine takan kadınlar ve erkekler… Cidden meraktayım… Ama içiniz rahat olsun Cumhurbaşkanım her feminist sizin bildiğiniz feministler gibi değil, siz biraz marjinal gruplarla konuşuyorsunuz sanırım.
Dört yıl olacak iç şavaş başlayalı… Dört yıl önce Suriye'nin dostu olduğunu iddia edenler, bugün Musul halkının, Halep halkının isteklerine saygıdan bahsediyorlar… Sınırımız çok uzunmuş, ondan New York da oturup eleştirmemeliymişiz… Nerede oturup eleştirmemiz uygun olur? Üç buçuk yıl önce “ama o sınır” dediğimizde izlediğiniz bazı politikaları farklılaştırsanız bugün durum başka olur muydu acaba? Hiç aklınıza geliyor mu, 4 yıl önce önünüzde çok seçenekli bir menü vardı, şu anda ise yaptığınız yanlış seçimler sonrasında önünüzde çok kısıtlanmış bir menü var. Ve siz hala aynı yanlış hesaplarda inat ediyorsunuz? Neden sebep? Bu yanlış politikalar, hangi milli menfaati koruyor, ne tip bir milli menfaat kazandırıyor? Ya da milli olmayan menfaat için milli menfaat feda mı ediliyor? Suriye politikanızın bedeli nedir? Bunları sorgulama hakkımız var mı?
Tüm tecavüzcüleri, sapıkları, katilleri, hırsızları hapisten çıkartırsanız, düşünce suçlusu, hakaret suçlusu kadınlara, çocuklara yeterince yer açabilir misiniz hapishanelerinizde?
Gökten üç elma düşmüş… Biri anlatanın, biri okuyup paylaşanın, üçüncüsü gizli gizli okuyup yüreği sıkışanın kucağına…Üçüncüsü elma değil yılanmış…