Kıbrıs'ın kuzeyindeki iç siyaset ve cumhurbaşkanlığı seçimleri, Türkiye'de, çok uzun zamandır olmadığı kadar ilgiye mazhar oldu. Artık konuya kulak kabartan herkes, seçimlerdeki adaylar, adayların duruşu, AKP'nin bu seçimlere yaklaşımı ve müdahalesi gibi konularda fikir sahibi… Dolayısıyla, bu konularda söylenecek çok fazla söz de kalmadı. AKP seçimlerde taraf oldu, AKP'nin tarafgirliği ve seçmenin tercihlerine yön verme çabası Kıbrıslı Türk seçmenlerin önemli bir kısmında tepkiye neden oldu; ancak bu tepki Mustafa Akıncı'nın kazanmasına yetmedi ve seçimi Ankara'nın favorisi olan Ersin Tatar kazandı.
Bu yazıda, Tatar'ın "nasıl" kazandığı üzerine çok kısa bir değerlendirme yaptıktan sonra, esas olarak, ortaya çıkan oy tablosunun anlamı ve Kıbrıs'ta yeni bir siyasi yol haritasının nasıl şekillenebileceği üzerine konuşacağım.
İlk turda UBP'li Ersin Tatar, eski cumhurbaşkanı adayı (ve UBP'nin eski lideri) Derviş Eroğlu'na nazaran oylarını yaklaşık yüzde 4 artırmış ve toplamda yüzde 32,3 oy oranına ulaşmıştı. Bu artışta, diğer sağ partilerden Tatar'a kayan oylar önemli bir rol oynamıştı. Fakat yine de, sağ partiler çok ciddi şekilde erirken, Tatar'daki artışın yüzde 4 civarında kalması, açıklanmaya muhtaç bir boşluk yaratıyordu. İşte bu boşluğun, ağırlıklı olarak, ilk turda sandığa gitmeyen sağ seçmenlerden kaynaklandığı düşünülüyordu. Net bir yargıya varmak da ilk turdan hemen sonra mümkün değildi çünkü Kıbrıs'ın kuzeyinde seçmen kayıtları oldukça sıkıntılı ve seçimlere gitmeyenler konusunda net bir saptama yapmaya da müsait değil. Ben de ilk turdan sonra yazdığım yazıda, Akıncı'nın ikinci turda daha şanslı göründüğünü; ancak ilk turda seçimlere gitmeyenlerin de yabana atılmaması gerektiğini, yine T24'te ifade etmiştim. İkinci turda seçimlere katılım, büyük oranda Ersin Tatar lehine arttı ve Tatar seçimleri kazandı.
Evet, seçimleri AKP'yi memnun edecek şekilde Ersin Tatar kazandı; ancak bu, seçimleri doğrudan doğruya "biat" çizgisinin kazandığı anlamına gelmiyor. Akıncı'nın kaybettiği de vakıa; ancak Mustafa Akıncı'da vücut bulan "özgür irade" çizgisi yüzde 48,3 oy aldı. Bu oy, en azından bu çizgi etrafında konsolide olduğu varsayılabilecek, bundan sonra bu konu ekseninde mobilize edilebilecek bir kesime işaret ediyor. Bilhassa birinci turdan sonra, "özgür irade"nin, diğer talep ve vurguları eklemleme kabiliyeti oldukça yüksek bir vurgu haline geldiği; "laiklik", "demokrasi", "barış" ve "federasyon" gibi farklı kümelerle de büyük kesişim kümeleri oluşturabildiği görüldü. Yani "özgür irade"nin, Kıbrıs'ın kuzeyinde, seçmenin yarısına tekabül eden ve doğru bir siyasi stratejiyle tahkim edilmesi hiç de zor olmayan, ortak bir çatı altında hareket etmeye oldukça yatkın duran bir tabanı var şu anda.
Öte yandan, Ersin Tatar'ın tabanı, şu anki durumda, karşı kanada nazaran oldukça parçalı bir taban… Bu tabanın içinde Ankara'ya ve Lefkoşa'daki büyükelçiliğin "telkinlerine" duyarlı olan Türkiyeliler var; kırsal kesimde yaşayan/üreten, ayakta kalması Türkiye'den gelecek ekonomik yardımlara ve hükümet desteklerine bağlı olanlar var; bu iki grubun yanında UBP'nin yarattığı patronaj sisteminin ve statükonun nimetlerinden yararlananlar var. Elbette, kendisini gerçekten Türk milliyetçisi olarak tanımlayan ve Türkiye'nin KKTC'nin doğal hamisi olduğunu, Ankara'ya karşı çıkmanın yanlış olduğunu düşünenler de var… Üstelik sadece Türkiyeliler arasında değil, Kıbrıslı Türkler arasında da… Dolayısıyla, Tatar'ın seçimleri kazanması, bu farklı kategorilerden yalnızca biriyle açıklanabilecek kadar basit değil. Bu kategoriler zaman zaman birbiriyle çakışıyor, zaman zaman ayrık kümeler halindeler. Her kategoriyi kendi arasında da daha detaylı şekilde ele almak gerekir. Ancak açık olan şey şu: Ersin Tatar'ın, Ankara'yla uyumu her şeyin önüne koyduğu ve kampanyasını da bunun üzerine oturttuğu doğruysa da, onun kazanmasını sağlayan şey, tek başına, "tam biat"a seçmenin gösterdiği teveccüh değil. Unutmayalım, iki aday arasındaki fark yalnızca 4 bin küsurdu ve bu saydıklarımın birinden birinin eksik olması, Tatar'ın seçimi kaybetmesine neden olabilirdi. Türkiye'den örnek vereyim… İstanbul seçimlerinde Kürt yurttaşlar İmamoğlu'na destek verirken, İyi Parti destek vermeseydi, Türkiye'deki muhalefet seçimi kazanamazdı. İyi Parti'nin destek verip, Kürtlerin destek vermediği durumda da seçim kazanılamazdı. Zayıf bir örgüt, iyi bir aday ya da zayıf bir aday ve güçlü bir örgütle de seçim kazanmak mümkün olmayacaktı. Yani bu konularda bütünlüklü bir bakış açısına ihtiyacımız var…
Seçim işleriyle iştigal edenlerin, seçmen davranışı üzerine düşünen veya çalışanların iyi bildiği bir şey vardır. Seçimlerde doğru hedefleme sonuç getirir. Siyasette atılacak her adım bir taraftan oyunuzu artırırken, diğer taraftan seçmen kaybetmenize neden olabilir. Bununla beraber, doğru hedefleme, sadece kimden oy alınabileceği ortaya koyularak yapılmaz. Kimden oy almanın hiçbir şekilde mümkün olmadığını/olamayacağını da hesaba katmak, enerjiyi ve zamanı buna uygun şekilde kullanmak gerekir. Dolayısıyla bu iş, çok katmanlı bir okuma gerektirir ve bir seçim zaferinin/yenilgisinin tek bir toplum kesimiyle veya gelişmeyle, mesela seçimden önce para dağıtılmasıyla ya da -tek başına- Türkiyelilerin yoğun olduğu bölgelerde katılımın gözle görülür biçimde artmasıyla açıklanması, analizin buraya indirgenmesi hatalıdır. Kaldı ki KKTC vatandaşı olan "Türkiyeliler" de homojen bir bütün değildir. Bu meseleyi bir noktaya sabitlemek, siyasi partilerin oyun alanını daraltan bir şeydir. Dolayısıyla, siyasi muarızınızın tabanını olabildiğince parçalı ve ayrıntılı şekilde düşünmek gerekir.
Tatar'a oy verenler arasında, Kıbrıs Türk solunun veya "irade Lefkoşa'dadır" diyenlerin kazanmasının mümkün olmadığı bir kesimin olduğu muhakkak... Bu kesim, statükodan nemalanan, patronaj sisteminin nimetlerinden yararlanan, yani statükodan beslenen ve karşılığında onu besleyen kesim… Diğer taraftan, yine Kıbrıs Türk solunun ve yanı sıra "özgür irade" vurgusuna sahip olan siyasi partilerin/aktörlerin, Ankara'nın taleplerinin kayıtsız şartsız yerine getirilmesini savunanlarla da ortak bir paydada buluşma imkânı yok. Ancak bu iki kesim bir yana, bazı kategoriler, yakından incelenmeyi hak ediyor. Örneğin, Türkiyeliler… "Türkiye istiyor, Türkiyeliler yapıyor" diye kestirip atmak yerine, "Türkiyeli seçmenler kimlerdir ve oy davranışlarındaki temel motivasyonlar nasıl çeşitlenmektedir?" sorusuna odaklanmak; "Türkiyeliler"i Tatar ve Ankara'yla eşitleyen bir analize yaslanmak yerine, doğru bir hedeflemeyle bu kesimdeki etkinliği adım adım artırmak hala mümkün… Yani Kıbrıs Türk muhalefeti için siyasetin sonuna gelindiği, ortaya çıkan tablonun, muhaliflerin elini kolunu bağladığını söylemek doğru değil.
Öte yandan, Kıbrıs Türk sağının içinde, Serdar Denktaş'ın, hem kampanya döneminde hem de birinci turdan sonraki dönemde, aldığı tavırla ("Kıbrıslı Türkleri ilgilendiren konularda, irade Lefkoşa'dadır" şeklinde özetlenebilecek tavırla) açtığı gediği de yabana atmamak, küçümsememek gerekir. Serdar Denktaş'ın çizgisi, sağın yenilenmesinde önümüzdeki dönemde kilit bir rol oynayabilir. Kıbrıs Türk sağı üzerine düşünürken, "Tatar'a oy veren sağ seçmen neden oy veriyor?" sorusu kadar, "Benzer sosyalizasyon süreçlerinden geçmiş, benzer koşullarda politikleşmiş ve politik motivasyonları da ilk bakışta birbirine benzer olan diğer sağ seçmenler, neden Tatar'ı desteklemiyor?" sorusuna da cevap bulmak oldukça önemlidir. Bu soru, "izlenimler" üzerinden cevap bulunabilecek kolay bir soru değildir. Yoğun bir mesai gerektirir.
Bu seçimlere dair konuşurken, üzerinde durulması gereken bir diğer mesele de "Kıbrıslılık" meselesi… Kıbrıslılık, kabaca, iki farklı şeye tekabül ediyor Kıbrıs'ın kuzeyinde. Bir yorumu, nostaljik bir bakış açısından, geçmişe yönelen seçici bir hafızadan güç alıyor. Türkiyelilerle karşılaştığında dışlayıcı bir noktaya kolayca savruluyor; mazideki mesut günleri görürken, o mazinin çatışmalarla da yoğrulmuş bir mazi olduğunu görmezden geliyor. Annan döneminden sonra adım adım gücünü yitiren bir bakış açısı bu.
Bir de, Kıbrıs'ın kuzeyinde çalışan ve üreten, geleceğini burada gören ve KKTC'ye vatandaşlık bağıyla bağlı olanları da "içeren" başka bir Kıbrıslılık daha var. Bu ikisi arasında, siyasal konjonktüre bağlı geçişliliklerin olduğu, aslında bu ikinci Kıbrıslılık yorumunun, zaman zaman ilkine savrulabildiği de doğru. Ancak bu seçimler, her şeye rağmen, "özgür irade" ekseninde, yurttaşlık temelli bir Kıbrıslılık kimliğinin inşa edilebilmesi için bence büyük bir şansı içinde barındırıyordu. Zira seçimlere müdahale söz konusuysa, bu, kökeni fark etmeksizin tüm yurttaşların seçimine karşı bir müdahaleydi… Bence bu seçimlere dair "kayıp" hanesine, bu türden bir Kıbrıslılığı da yazmamız mümkün. Üstelik seçim sonuçlarına dair yapılan analizlerin Türkiyelilerin oy davranışına indirgenmesi, bu imkânın yitirilmesi bir kenara, tam tersi bir yaklaşımın yeniden güç kazanabilmesi riskini de barındırıyor. Sosyal medyada, Tatar'ı desteklemeyen bazı Türkiyelilerin, "Türkiyeliler yüzünden Akıncı kaybetti" tespitlerine karşı tepkisel bir tavır içine girdiğini görüyoruz. Böylesi bir kutuplaşmaya savrulmak da "özgür irade" siyasetinin altını oyabilecek bir potansiyel taşıyor.
Kısaca, kimin ne kazanıp ne kaybettiğinin, yüzeysel bir bakışla çok da net görülemeyeceği bir seçim oldu bu. Bu seçimleri "Türkiye'nin müdahalesiyle gönlü kırılan Kıbrıslılar" ya da "Ankara'nın emrine amade olan Türkiyeliler" gibi zeminlerde tartışmanın ve duygusal okumalar yapmanın kimseye bir faydası yok. Dahası bu tür analizler bize hiçbir şey söylemiyor. Kıbrıslı Türklerin gönlü kırılmadı, seçme haklarına müdahale edildi. Kıbrıs'ın kuzeyinde yaşayan Türkiyeliler de Ankara ne derse onu yapmaya hazır homojen bir topluluk değil. Öte yandan, hiçbir şey olmamış, her şey kendiliğinden yoluna girecekmiş gibi davranmak da yanlış. Mesele son derece siyasi, dolayısıyla bu meselenin ne getirip ne götüreceğini de siyasi mücadeleler belirleyecek.