Ne Avrupa Parlamentosu, ne (Taner Akçam, Baskın Oran, Halil Berktay, Murat Belge, Ferhat Kentel gibi) bilim insanı; ne (Ayşe Nur-Ragıp Zarakolular gibi) aydın; ne de elimizi cinayetle kirletmeyiz diyen Osmanlı kaymakam ve yüksek bürokrasi mensuplarından söz edeceğiz. Hatta ortamı uygun bulduğunda yani yabancı siyasi erk-basın mensupları önünde neyin ne olduğunu, ancak o zaman, söyleyebilen Mustafa Kemal’den de...
100 yıl sonra, ispatlanacak, açıklanacak tek bir söz kalmamıştır zira…
Sadece insanlık suçuna kurban edilmiş yüzbinlerce insana değil; onlar için, kendi hayatlarını tehlikeye atmış, birçok Sünni-İslam-Türk-Kürt-Alevi ve diğer kimliklere sahip, adam gibi adam, insan gibi insanlara karşı da, saygısızlık olur…
Bu saatten sonra, sadece Anadolu’nun mağdur olanların değil, mağduriyetlere engel olmak istemiş insanlara da saygısızlık etmemek için… İspat, açıklama vakti dolmuştur gayrı…
İşte tam da bunun için, bundan böyle, başka şeylerden bahsetmek lazım…
Bugünden itibaren, 1915 sonrasından tutun ta bugünlere, vicdani, ahlaki, zekâ tutulmasının bir asır sürmüş olmasının neticelerinden konuşacağız…
Hayatın ta içinden, yaşanmış ve hâlâ yaşananlardan söz etmeye çalışarak…
İsterseniz 21 yüzyıl Romeo Juliyet hikâyeleri deyin, ister Ferhat ile Şirin…
Ama işte mesele o kadar basit de değil; zira ne Julyet ve Şirin, ne de Romeo ve Ferhat, birbirleriyle aşk yaşarlar veya yaşamaya hazırlanırlarken, dönüp dolaşıp malum konularda yani ebeveynlerinin düşman olmalarına sebep olan olay / olaylar hakkında koşullanmış - ezbere bilgilerle zehir etmiyorlardı, birbirlerinin hayatını… Ferhat da Şirin de ve Romeo da Julyet de bal gibi biliyorlardı kimin ne yapıp yapmadığını; onların derdi sadece ailelerinin rızasına karşı kendi aşklarının baskın olmasını sağlama mücadelesiydi. Kısaca Romeo ve Julyet, Ferhat ve Şirin de, aralarında alfabeden başlamıyorlardı kim suçlu kim mağdur diye...
İster Süryani, ister Ermeni, ister Yahudi, isterse Rum olun ve ister kadın, ister erkek ama ve lakin bir Türk insandan hoşlanıp, onu sevip ona âşık olmak hatta tutkulu aşk yaşamaya başladığınız anda, aniden Kemalizm-Cumhuriyet-Atatürk-1915, kısaca malum dediğimiz konulara toslamanızın hallerini anlatmaya çalışacağız…
Tanışıp, önce uyuştuğunuz, sonra fiziğinin aslında içinin yansıması olduğunu keşfettiğiniz kadınla; söz malum konulara gelince, yollarınızı ayırmaya mecbur olmayı bilir misiniz?
Karşınızdaki cıvıl-cıvıl, zekâ, dişilik, yetenek fışkıran kadın; sevişmediğiniz zamanların bir anında ama bizlerin bugün sahip olduğumuz özgürlüğümüzü O’na borçluyuz dediğinde; yabancı siyasi-gazeteciler karşısında malum konuya ak ama halkı gaza getireceği zaman ise aynı konuya kara diyebilmiş O adamı hatırlamak…
Billur gibi kadınınızın - karşılıklı duygu beslenmesi yaşamanızın sonunda - size kendisini mutlu ettiğinizi belirttiğinde; birden ama O’nun elleri temizdi repliğinin bir kelebek gibi ağzından çıkıp, yüreğinize manda ağırlığıyla oturduğunda… İzmir yangınını hatırlarsınız…
Konstantin ’iyeyi, tam anlamıyla Der Saadet yapan Marmara’yı tadabileceğiniz, istisna kalmış kıyıların birinde; önce ayak, sonra da bacaklarınızın, masa altından kucaklandığını hissedip göklere yükselmişken ama sevgilim her iki taraftan da bir şeyler olmuş gibi sözler adeta dökülünce ağzından, o yükseklikten yere çakılmanın ruh halini tahmin edin hele…
İnsan odaklı projelerde, sınıflar arası çelişkilere olan hassasiyeti, eksi sıfır olarak hayata adım atmış zümrelere olan samimi yaklaşımıyla, size sanki hayranlık çorbası sunmuş kadın; konu malum konuya gelince ama hayatım Diyaspora da biraz düşmanlık etmiyor mu diye bir buz atınca içine, iştahınıza söz geçirin, geçirebilirseniz bakalım…
Sabırla, Afrika’da (muhtemelen harita üzerinde gösteremeyecekleri ülkenin) bir halka karşı işlenen suçları proteste etmek için, Türkiye’de okulu boykot eden (!), bir sporcu çevikliğiyle kürsüye zıplayıp ateşli konuşmalar yapanların; yahu Türkiye’nin kendi (Süryani, Rum, Kürt, Yahudi, Alevi, Ermeni) vatandaşlarına yaptığı suçlara kör-sağır, dilsiz olmanın aymazlığını sabırla anlatırsınız. Bunca basit bir şeyi anlatmak zorunda kalmanın rahatsızlığını duyarak...
Şoför, kuyruk-bekleme salonundaki vatandaşların, sıkça beyefendi bunların sebebi eğitim; eğitim olmadıkça her şey olur deyişlerini bilirsiniz… Eğitim konusunda böylesine ahkâm kesenlerin, misal Oxford’da okuma imkânına sahip olamadıklarını da...
Yahudi halkına asıl soykırımı planlayanların, birayla şişkin göbekleriyle, toplumun dışladığı, eğitimsiz insanların olmadığını; tersine Alman aristokrasisinin üst tabakasından, iyi eğitimli, kadroların olduğunu hatırlarsınız. Ve karşınızdaki kadının ama tatlım, devletin bunda hatası yok ki, cahil, okumamış, köylü memurların yanlışları, neden devlete mal olsun tespitlerine karşı, seyrekleşen saçlarınızı bizzat yolmak istemenin halini yaşamak gerek bizce…
Benzer durumları, bazı azınlık kadınlar da anlatmışlar bize; azınlık olmayan bazı erkeklere tam âşık olacakken, hay Allah o malum konulara gelince (işin fenası) artık şaşırmayarak, yollarını ayırmak zorunda kaldıklarını… Oysa eskiden, başları eğik, sürerlerdi hayatlarını…
Murat Belge hocamızın ülkemizde eğitim sorunundan ziyade eğitimlilerimizin sorunu var deyişini hatırlarsınız…
Velhasıl, Nâzım’ın dediği gibi, kendisine âşık olmakla meşgul olduğunuzdan, size bakıp meşgul etmemesini söylemek istediğiniz kadınlar (veya erkeklerle); her defasında yolunuzu ayırmak zorunda kalmanız… Malum engellerin, yüz yıl sonra da olsa, artık kalmaması umuduyla…
Şimdi, artık böyle şeylere bakma zamanı…