Türkiye’de Yahudi Cemaati’nin ama onunla sınırlı kalmayıp, Cemaat dışı tüm kesimlere de seslenebilen; onların arasında bir köprü de olabilen, değerli bir gazetedir Şalom…
Yahudi cemaati de bana has, evimde hissettiğim yerlerden biridir; içlerinde kolayca başkası ile değiştiremeyeceğim, kardeşlerim, ablalarım, ağabeylerim, arkadaşlarım var…
Şahsen samimi olmamama rağmen, birbirimizi tanıdığımız, Sayın İvo Molinas da gazetenin Genel Yayın Yönetmeni’dir…
Elimden geldiğince, zevkle izlerim…
Bundestag’ın malûm kararı nedeniyle bir yazı yazmış; okurken güldüm ve üzüldüm… Gülmem, aşina olduğum, bazı reflekslerin ‘pat’ diye dışa vuruşunu tespit etmemdendi… Yoksa başka şeyden değil…
Bazı tanıdıklarım, o yazıyı paylaşma konusunda bile tereddüt içerisindeydiler…
Paylaşsalar bir türlü, paylaşmasalar başka türlüydü… Son derece anlayışlı nedenlerle…
Neyse, çoğu zaman olduğu gibi, raftan indirdim Don Kişot’luk kasketimi…
Frenklerin desossé (dezose) dedikleri gibi yani etin / balığın, kemik / kılçıklarıyla et kısmını ayırma işlemine benzer, anatomi masasına yatırmaya çalıştım; hemfikir olduğum yönleriyle beraber, bence / bizce bazı ciddi sorunları olan Molinas’un yazısını…
Paragraf-paragraf ele alıp, değerlendirmelerimi ‘Raffi A. Hermonn’un notu’ başlığı altında sunduğun Molinas’ın yazısı ve naçiz katkılarım şöyle:
‘Şubat 2015’te Agos Gazetesi’ndeki röportajımda, 1915 Ermeni olayları hakkında itirafta bulunmuş, tehcir-kıyımın nihayetinde, bir soykırım sonucu sayılabileceğini ancak; sistemli, yeryüzünde tek Yahudi bırakmamayı hedefleyen, Alman nihai çözüm projesi Holokost’tan söz etmiştim. İşte bu Holocaust ile kıyaslandığında, Ermeni etnik kıyımına soykırım denmesinin Holokost’un benzersiz felâketinin önemini azaltacağını söylemiştim.’
*
Raffi A. Hermonn’un yorumu:
Yahudi soykırımı sistematik ama başka (ör: Ermeni) soykırım sistematik değil, olur mu ? Bir zümreye karşı soykırım uygularken (sonucu olur olmaz başka, niyetten söz ediyoruz) bir tek temsilcisini hayatta sağ bırakmamak amacı olmaz olur mu? Tabii ki, soykırım yapan birisi bir tek (o zümreden) kişiyi sağ bırakmama amacı olacak…
Kaldı ki, dileyenler bakabilir, herhangi bir zümrenin soykırıma uğramış olması için asla ve kata o zümreden bir tek kişi kalmış olmaması gibi bir şart yok!
Bu-ölçeği küçülterek anlatalım -birisinin, bir başkasına cinayet planlarken, onu öldürmek amacını gütmemesi, gibi iddiada bulunmaya benzer…
İkincisi (aslında beni gülümseten), şükür ki hepsinin değil ama bazı Yahudilerin bilinçaltı endişelerini (!) ele veren yukarıdaki paragraf aslında (…) Ermenilerin olayına soykırım denmesi, Yahudilerin tarihi olarak soykırım konusunda ayrıcalıklı (!) olma konumlarını kaybedeceği endişesiydi (!)… Molinas da - belki de bir gazeteci olarak, şeytanın avukatlığını yaparak – tam da bunu yansıtmış.
Ama değil, öyle bir şey mevcut değil, olamaz; vicdani ve… felsefi ahlakı açıdan olmaz da!
Trajediler, hele büyük suç teşkil eden insani felâketler, birbirleriyle asla yarıştırılamaz!
II. Dünya Savaşı konjonktürü gereği, büyük insanlık suçuna maruz kalmış, Yahudi halkı, uğramış olduğu haksızlığın hukuki sıfatına, iyi ki, sıcağı sıcağına kavuşmuş. Tereddüt yok!
I Dünya Savaşı konjonktürü gereği ise, yine büyük insanlık suçuna maruz kalmış Ermeni halkı da, uğramış olduğu korkunç haksızlığın hukuki sıfatına o zaman kavuşamamış ama 101 yıl sonra kavuştu diye, paniğe kapılmaya da gerek yok!
Zira Ermeni halkının uğramış olduğu suçun, üstelik suç ortaklarından birinin itirafı sayesinde sıfat kazanması, Yahudi soykırımının önemini, hafifletmez ki…
Bugün, Dünya Yahudiler’in bir no’lu kuruluşu, ADL’den tutun, İsrail’in resmi kadroları
-geç de olsa-kediye nihayet KEDİ denilmesi gerektiğini anlamışlar ki, açık ifade ediyorlar…
*
Ayrıca, bir dil sorunu olduğunu, soykırımın bir alt kategorisini tanımlayacak, 1915 meselesini ifade edecek nitelikte bir kelimenin yaratılmasını dilemiştim.
*
Raffi A. Hermonn’un yorumu:
Yahudiler söz konusuysa, soykırım ama Ermeniler olunca soykırımcık mı olsun yani?
Bu, sorunlu / en iyi ihtimalle, kara mizah kategorisine girmeye aday bir ifadedir, bence…
Bir Genel Yayın Yönetmeni’nin, böyle düşünmese bile okuyucularının bir bölümünün böyle düşündüğünü bildiği için, aynen böyle davranıyor olabilir, anlıyorum; ama böyle davranıldığı takdirde, popülizm ediliyor intibası doğabilir.
Ama eğer, bir toplumu bir yerden alıp bir yere taşımak gibi bir dert varsa, bu kez lokomotif rolü olma intibası doğar. Tercih hürdür tabii; saygı duyulur…
Ama başta birçok sorumlu Yahudi kardeşimin buna hak vermesini beklememek gerek…
*
Geçtiğimiz hafta Alman Parlamentosu’nda kabul edilen, ‘Ermeni Soykırım Tasarısı’nda
Almanlar bahsettiğim dil problemini yasa metnine ekledikleri bir söylemle, öncesi olmayan bir yaklaşımla çözmeye çalışmışlar. Tasarıda şöyle denilmiş: “Almanya’nın suçlu ve sorumlu olduğu Holokost’un biricikliğinin de bilincindeyiz.”
Bu sözlerle, soykırım ile Holokost arasında, dilbilimsel bir nüans hatta fark gözetilmiş, hem de Holokost’un biricikliğine, tekliğine ve benzersizliğine kuvvetli bir vurgu yapılmış. Alman aklı probleme böyle bir çözüm getirmiş. Yeterli mi, tartışılır zira bu yaklaşım soykırımı kendi içinde kategorize etmekte. Oysaki soykırım, soykırımdır. Ağırı, hafifi olur mu?
*
Raffi A. Hermonn’un yorumu:
Bu paragrafta denilenin cevabını sonunda, Sayın Molinas’ın kendisi, ne güzel veriyor zaten: soykırım, soykırımdır, ağırı hafif olmaz diye… Bakın bu cümlenin altına imzamı atıyorum…
Ayrıca Yahudi Soykırımı üzerinde de çalışılan, Guggenheim Vakfı’nda araştırmalar yapmış bir soykırım uzmanı olan, Vahakın Dadryan; dünyanın saygın, Ermeni Soykırımı (Türk) uzmanlarından, Prof Dr Taner Akçam yıllarca söylüyorlar, tüm soykırımlar biriciktir. Sırf Yahudilerinki değil ki! Zaten bir olayın, bir başkasıyla kıyaslanmasıyla ona soykırım denilir / denilemezliğine karar verilmez diye. Uluslararası kabul edilmiş soykırım kıstasları vardır, bunların yarısından fazlasının – maalesef – yerine gelmiş olduğu olaylar soykırım sıfatı alır. Dolayısıyla Bundestag’ın Yahudi shoah’ısının biricik olduğunu söylemesi, diğerlerinin soykırım olmadığı demek değildir… Rwanda Soykırımı da biricik; Boşnaklara yapılan da, Kızılderililere yapılan da, Ermenilere yapılan soykırım da biriciktir.
*
Alman Parlamentosu tasarısı bir itirafta bulunuyor. 1915 olaylarında tüm delil, tanıklıklara ve raporlara rağmen Osmanlı’nın müttefiki, Alman İmparatorluğu, olaylar karşısında sessiz kalarak suç ortağı olduğunu savlıyor. Yasa kabul edildiği için, günümüz Almanları, Holokost yüzleşmesinden sonra geçmişlerine yönelik olarak bir başka utanç tarihleriyle yüzleşmiş oluyorlar. Bu yaklaşım, geçmişlerine yönelik hiç bir şeye toz kondurtmak istemeyenlere faydalı bir ders niteliğindedir. Hiç bir toplumun, hiç bir devletin sütten çıkmış ak kaşık olmadığını, kimsenin de masum da olmadığını biliyoruz. Geçmişiyle yüzleşemeyen toplumların devletlerinin sağlıklı ilerlemesinde sorun olduğunu söyler tecrübe, yazar tarih.
*
Raffi A. Hermonn’un yorumu:
Bu ‘rağmen’i anlayamadım; yoksa bu paragrafın içeriğiyle hemfikirim, çok doğru söyleniyor. Hiçbir devlet sütten çıkmış ak kaşık değildir; geçmişimizde utanılacak en ufak bir olay yoktur, gibi aslında zafiyet ve suçluluk kokan hiçbir ifade ciddi ve sağlıklı karşılanmaz…
*
Alman Parlamentosu’nun Türkiye’yi çok fazla sinirlendirmemek için yine tasarıda başka bir ilk yaratmış. Suçu doğrudan Türklere ve Osmanlı’ya değil, sadece Jön Türk hükümeti yani İttihatçılara atmış. Bu objektif tarih teşhisi mi, ilişkiler düşünülerek, günah keçisi aracılığıyla çözümlemek isteği midir, bilmiyoruz. Ancak bu ilktir çıkan onlarca benzer yasalar arasında.
*
Raffi A. Hermonn’un yorumu:
İşte şimdi geldik amiyane tabirle zurnanın zırt dediği yere…
Sayın Molinas’a arz etmek isteriz; bu ne ilktir, ne olağanüstü bir durum; ne de Türkleri sinirlendirmemek için (!) bir çabadır… Bugüne kadar çıkan tüm yasalar hatta dünyanın tüm soykırım anıtları üzerinde (bildiğim kadar) TürkLER diye yazmaz, zira yaz(ıla)maz!
Bu tam da, uzmanlık derecesinde, hassas olduğum, üzerinde çalıştığım bir konu...
TürkLER diye bahsetmemek, ne Türkleri sinirlendirmemek, ne de taktik icabıdır; sadece ve sadece gerçeği, yalnız gerçeği, tam gerçeği, eksiksiz gerçeği yansıttığı için böyledir. Zira her tür aidiyeti LER veya LAR takısıyla genelleştirdiğimiz an, ırkçılığın pençesine düşeriz…
AlmanLAR, Yahudi soykırımı yapmıştır demenin yanlış ama Nazi zihniyetini taşıyanlar yapmıştır demek nasıl doğru ise; aynı şekilde TürkLER Ermeni soykırımı yapmıştır demek yanlış ama İttihatçı zihniyeti taşıyanlar yapmıştır demek işte o kadar doğrudur…
Nasıl ki, uzak / yakın geçmişte, bazı (bakın ‘bazı’ diyorum) Yahudi yetkili-şahıslar, Ermeni soykırımı inkârcılığı ateşine odun taşımış oldukları için, YahudiLER Ermenilere düşman demek, çok büyük yanlış olur; zaten öyle bir şey diyen de yok…
Hiçbir din, ulus, halk, mezhep, ülke kültür hatta devlet (artık devlet bile genelleştirilmiyor) kısaca hiçbir aidiyet top yekûn olumsuz bir şekilde genelleştirilemez…
Yoksa öldürülmek, nice zulümlere mazhar olmayı göze alarak, birçok Yahudi’yi kurtaran, onur sahibi Almanları, aynen onur sahibi Türk, Kürt vd şerefli insanları nasıl unuturuz? İşte LER-LAR takılarını kullandığımızda, onların şerefli anıları karşısında mahcup oluruz… Alman, Türk, Kürt vd asıllı Shindlerlerin hakkı asla ödenemez, onları asla unutamayız
*
Bu kararla Türkiye’nin ne yapması gerektiğini, tartışmak gerek. Avrupa, Ermeni soykırımını içselleştirdikçe Türkiye sert tepki verip, 1915’e ‘sıradan olay’ bile diyebiliyor… Oysa çağdaş devletin, yüzleşmesi, yanlış’a yanlış diyebilmesi, sadece saygınlık kazandırır. Onlar gibi eğer düşünmüyorsak, çözüm, darılmak, sert eleştiri, protesto, boykottan öte, tarafsız tarihçilerle objektif bir tarih okuması yaptırtmak olmalı. Yoksa Alman malları boykotu teper. Padişahın bile adını değiştirmediği Ayasofya’yı camiye dönüştürme çağırısı, milliyetçilikten öte, zarar verecek rövanşist tepkiler olarak addedilir. Türkiye, tarih, birikim, ekonomi, dinamizmi ve nüfusuyla büyük devlettir. Tarihiyle yüzleşmesi, kimilerinin endişelerinin aksine saygınlık kazandıracaktır. Önümüze bakmaya, her anlamda daha‘büyük’ bir devlet olmaya uzanalım.
*
Raffi A. Hermonn’un yorumu:
Bu paragrafın içeriğiyle, neredeyse tümüne katılıyorum; aklıselimin emrettiği, bu olmalı…
Sadece iki konuda katkıda bulunarak, haddimizi aşmamaya çalışıp, bilgimizi arz edelim…
02 Mayıs 2016 tarihli yazımızda, Sayın Prof Dr Taner Akçam’ın yıllardır anlattığı bir şeyi, P24 ve K24’ün ortak organizasyonuyla, dünyaca tanınmış hukukçu Philippe Sands ve Deniz Türkali’nin teatral formatta şunu anlatıyorlardı: BM literatürüne soykırım terimini kabul ettiren Rafel Lemkin, tam da 1915’te Ermenilerin maruz kaldıkları akıl almaz derecedeki ağır şartları yüzünden bu terimi ortaya atmış ve yaratmıştır…
'Kıraathane' doğdu, şamatasız ama gümbür gümbür!
İkincisi, sakın yeni bir (tarihçi/ hukukçu) komisyona havale etmekten söz etmeyelim… Zira 101 yıl sonra, daha hala Ermeni Soykırımı olmuş mudur / olmamış mıdır diye bir komisyon önermek, konuyu sulandırmak ve gömmekten başka şeye yaranmaz. Ayıptır, züldür.
Bilgi verelim: 20 Nisan 1965 yılında Uruguay, dünyada ilk Ermeni Soykırımı’nı tanımış; ama zamanın siyasi-diplomatik konjonktürü, political incorrect diye tanımlanan bu davranışı için hayli sorun yaşamış. Eleştirilerin hiç biri kararın hukuki yanlışlığını söylememiş asla! Mevcut şartlarda, bunu yapmanız doğru değildi, denmiştir…
Şartların-konjonktürün olgunlaşması için 101 yıl sabrettiler Ermeniler ve Almanya’nın Salt soykırımı kabul etmekle kalmıyor, benim de suça ortak olduğumu itiraf ediyorum demesi ile mesele noktalanmıştır diyebiliriz; bundan sonrası teferruattır, bence…
Zaten soykırım gibi bir suçla sicili ağır bir devletin, soykırım olduğuna emin olmadığı bir olay için, kalkıp bizzat evet ben de varım bu suçta demesi herhalde ki düşünülemez…
Hal böyleyken, bu saatte, hala komisyon kuralım filan denmesi, kullanım süreci çoktan dolmuş bir fantezi olabilir ancak…
Zannediyoruz, désosser (dezose okunur) edebildik meseleyi…
Madem Sayın Molinas sözü itiraftan açmış; bir itirafta ben bulunayım; yazmasaydım patlayacaktım…
Açıklama
11 Haziran 2016 tarihli ve ''Bir yazının anatomisi: Felaketlerin yarıştırılması vicdani ve ahlaki değil!'' başlıklı yazımın, Sayın İvo Molinas'ın rahatsız ettiğini üzülerek öğrenmiş bulunuyorum... Her şeyden önce yazının içinde bahsettiğim gibi ''felsefi (anlamda)ahlaki olmadığı'' konusundan söz etmiş ama şahsi olarak asla böyle bir şeyden bahsetmediğimi, bahsedemeyeceğimi, özellikle belirtmek isterim...
Yazı başlıklarında ise kısa yazmak mecburiyeti olduğu için, ayrıca burada bir daha belirtmemiştim... Maksadını aşan bir algı yaratmış ise, en başta kendim bundan rahatsız olur ve özür dilerim...
Yazımda görüleceği gibi, genellikle hem fikir olduğum bazı yönler vardı ve hemfikir olmadıklarım da...
Çağdaş demokratik bir anlayışla, bir yazı analizi yapmaya çalıştım...
Saygılarımla.