7 Haziran seçimleri öncesindeydi… Halkın nabzını tutmaya çalışıyordum…
‘Ortaya seni başkan yaptırmayacağız şiarıyla (bazılarınca haddinden fazla vurgu yapıp), çıkan HDP, bunu (rol) oynuyor; el altından AKP ile Öcalan’ı serbest bırak, önümüzü aç, biz de seni başkan yapalım pazarlığı yapmıştır; yani başkan yaptırmayacağız haykırmaları içten pazarlıklıydı’ bazılarına göre…
Nasıl ama nasıl, kendilerinden emin, yırtınarak adeta, boğazlarını parçalarcasına ‘O HDP var ya, sizin HDP, göreceksiniz AKP ile birleşecek ve sonumuzu getirecek’ diye iddialarında bulunuyorlardı. Tarif edemem demeyeceğim, zira çoğunuz buna bizzat şahit olmuşsunuzdur...
Oysa başkanlığa top yekûn-kati surette karşı çıkmak yerine ‘tamam da nasıl bir başkanlık?’ deyip, onun üzerine yoğunlaşmak mümkün olabilirdi ama… Mümkün değildi o ortamda!
İlginç olan da, yukarıda örneklediğim gibi, CHP’nin sol değil, ulusalcı-Kemalist-orta (AP, ANAP kökenli) fraksiyonları bunun bir aldatmaca vs olduğunu söylüyorlardı ve HDP’den de önemli bir kesim, AKP’yle en ufak bir işbirliğini istemiyordu…
Hani insanın “Yahu şeytan diyor ki, nasıl olsa inandıramıyorum milleti, istemediğim halde hâlâ ‘gizli pazarlık yapıyor’ diyorlar; madem öyle, tamam ya, AKP’yle hakikaten pazarlık yapayım da bitsin; bari çabalarım boşa gitmesin” diye aklına gelmiyor değildi…
Lâtife tabii…
HDP tabanından da “sakın ha, AKP’yle hiçbir anlaşmaya girme,” diye baskı yapılıyordu…
Ülkemizde metaforik (değişmeceli) konuşuldu veya beyin fırtınası tarzı sesli düşünüldü mü, maalesef, ifade edilenleri hemen, birinci derece yani bire bir anlamda değerlendirip; tepki veriyoruz. Bunun sebebi belli, 12 Eylül 1980’den beri, okullarımızda, felsefe ve mantık derslerin olmayışının payı var tabi… Neyse konumuz o değil. Uyarayım dedim… Bu zorunlu açıklamadan sonra devam edeyim…
İyi oldu, kötü oldu dediğim yok; sadece çoktan çekilmiş bir fotoğrafı, yeniden göstermeye çalışıyorum… Albüm fotoğraflarını arada karıştırmak, bazen mezarlık ziyareti yapmaya benzer… Üstat Çetin Altan tavsiye ederdi, zihni-belleği havalandırmak için gerekiyor…
Yazımın başındaki tanıdıklarımla tekrar karşılaşıyordum, Frenklerin düşük profil dedikleri durumdaydı bir kısmı, diğerleri de koalisyon ortağı olacaklar diye zil takmış haldeydiler…
“Nasıl olur ki Cumhurbaşkanı farklı telden?” filan diyenlere de anlatmaya çalışıyordum…
Yahu, (Tanrım demektir, bazıları bunu argo şekline dönüştürmüşse bu bizi ilgilendirmemeli) Fransa üçüncü (1870-1940) cumhuriyetinden kibar deyişle ‘esinlenerek’ TC’yi kurarken, bürokrasi, şehir düzeni vb. hatta Etat Nation’dan devşirme Ulus Devlet’ini, tabii Türk usulü yaratırken, Fransa’dan nasıl yararlandıysak, Cumhurbaşkanı farklı, Başbakanı farklı idare konusunda da yine Fransa’dan yararlanabiliriz diye anlatıyordum…
Evet, böyle dendi Fransa’da; la cohabitation yani birlikte yaşama dönemlerine…
1986-1988 arası, sosyalist Mitterrand’ın Başkan ve De Gaulle’cü partiden Chirac’ın da Başbakan olduğu birinci kohabitasyon dönemi için combative yani hırçın deniyordu…
Tabii, Fransa’daki ile bizlerin hırçınlık anlayışı arasında hayli fark olduğunu takdir edin…
İkincisi ise, 1993-1995 arası, yine sosyalist Mitterrand’ın Başkan ve yine De Gaulle’cü partiden ama bu sefer (İzmir’li Katolik bir Ermeni hatta İş Bankası’nın eski yöneticilerinden olmuş bir aileden) Balladur’ün Başbakan olduğu döneme de velour / kadife deniyordu…
Hakikaten, AKP hükümetleri bir gün incelendiğinde bazı (evet bazı) konularda nasıl ve ne gibi benzerliklerle karşılaşabileceğini, şimdiden söyleyebilirim, şaşırabilirsiniz… Tabii ki, eleştirilebilen birçok yönü vardı ama hükümet olurken oy oranının sürekli yükselten ender bir durum arz etmişti Balladur Hükümeti. Peki, ona idarede, kısık sesle ala façon Ottoman yani Osmanlı usulü dendiğini söylersem şaşırır mısınız?
Üçüncüsü de, özlemle andığım, söylemekten kaçınmıyorum, dostumuz sosyalist Lionnel Jospin’in Başbakan ve yine dostumuz (evet şaşırmayın) De Gaulle’cü Chirac’ın da Başkan olduğu üçüncü kohabitasyon dönemiydi, 1997-2002 arası… En uzun birlikte yaşama dönemine de Fransalılar iki hükümdarlı ve üstelik çeyrek yüzyıl süren bir idare tarzı yeter, diyorlardı… (sept ans de dyarchie en un quart de siècle, c'est beaucoup!)
Nafile anlatıyorduk tabii, öyle araştırmalar, benzeşen noktalar arama, analizler yapmaya vakit yoktu, en iyisi seni başkan yaptırmayacağız derdik, olur biterdi…
Tabii, diğer taraftan CHP’nin tutumu da malûm…
Sıkıysa, benim de dokunulmazlığımı kaldır, hodri meydan meselesi değil bu! Ne Tunceli, ne Ankara, ne Potamya sokakları ama 78 milyon, milyonlarca kişinin mesuliyeti! söz konusu…
İçinde, Arap, Zaza, Türk, Kürt, Ermeni, Süryani, Laz vb. farklı kimlik sahiplerine, kendi kimliklerini gizlemeden, siyaset yapmalarına imkân sağlayan HDP’lilere, hiçbir şeye benzetmek istemiyorum, videodan görebilirsiniz zira, komisyondaki linç girişiminden sonra; hani insanın vereceği de varsa da, bu ortamda evet oyunu asla vermemeliydi!
İzin almadığım için, isimlerini yazmıyorum ama halkımızın nabzına kulak veriyorum yine:
Dediler “Köy Enstitülerini kapattınız!”, dedik ‘bizimle ne alakası var?’; dediler “Dersim'i bombaladınız!”, dedik “Biz yapmadık!”; dediler “İmam Hatipleri kapattınız!”, dedik “Yahu biz açtık asıl İmam Hatipleri”; dediler “Deniz'in idamına el kaldırdınız!”, dedik “Biz yoktuk!”
Peki, yarın değil daha şimdilerde deseler ki: “HDP’lileri ve üstelik kendi mebuslarınızı elele meclisten attınız!” o zaman ha, o zaman ne diyeceğiz, aynaya nasıl bakacağız?
24 Nisan, yok, yine 1915’ten söz etmeyeceğim söz; evet 24 Nisan 1972’de (ne acı tesadüf değil mi?), Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının Meclis’teki idam oylamasında 144 CHP’den 97’si evet oyu vermişti; oysa idamların olmaması için, 30 CHP’linin daha, hayır oyu gerekiyordu.
Ama en önemlisi, CHP’lilerin daha sonra takunyacı filan dedikleri Necmettin Erbakan ise hayır oyu kullanmıştı, ne haber, bunu da unutmayalım…’
Devam ediyoruz… HDP’li ve bazı CHP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına, o linç ortamına rağmen, evet oyu kullanan diğer CHP’li vekilleri, milletçe alkışlıyoruz…’
‘Yetmez ama evet’in bir tutarlılığı vardı; Baskın Oran uzun uzun anlatır; ama Anayasa’ya aykırı olduğunu biliyoruz ama yine de destekleyeceğiz denmesi, herhalde dünya siyaset tarih ve literatürüne de girmiş oldu…
Nihayet TBMM’e seçilen, dost olanların sevinerek, olmayanların çatlayarak, tüm dünyanın, şaşkın bakışları altında, Ermeni vatandaşımız Garo Paylan, "Kimliğimden dolayı, planlı bir saldırıya uğradım" diyorsa, bu topumuzun, CHP’nin özellikle, çanak tuttuğu için, ayıbıdır!
Fıkradaki gibi kalmaz, sonra hakikaten geç olur…
‘Ermeni’yi dövdürtmeyecektik’ hikâyesi... Sırrı S. Önder, o tatlı diliyle anlatır, bilmeyenlere…