23-29 Eylül 2014, III. Uluslararası Van Gölü Film Festivali’nin ‘İnci Kefali (Darekh balığı) ödülleri’ sahiplerini buldu…
Almanya, Fransa, İngiltere başta olmak üzere, yurt dışı /içi (Kadir Has gibi) üniversite work shop’larda konferanslar veren, senarist - yönetmen Tevfik Başer, Kurgulu (fiction) filmler Jüri’sinin başkanlığını yapıyordu. Bu jüride, Sanat Yönetmeni ve (Marmara) üniversitelerde sinema öğretim görevlisi, Mustafa Ziya Ülkenciler, Hacettepe Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler bölümünden Doç. Dr. Zeynep Dağlı ve sinemada değişik şapkaları hasbelkader giymiş, bu satırların yazarı, bulunuyorduk.
Belgesel Filmler jürisinde ise yurt içi / dışında, dönemsel-belgesel filmler yapmış, yönetmen Korkut Akın, senarist-yönetmen Hatice Yakar ve genç yönetmen Mehmet Bükülmez vardı Van Gölü’nün efsanevi balığı (Ermenice ‘darekh) İnci Kefali’nin adını taşıyan ödülleri, kurgulu-uzun metraj alanında şöyle dağıtıldı…
En iyi Film Müziği ödülüne layık bir film bulunamadı; buna karşın, ödüller arasında olmayan Umut vaat eden yönetmen İnci Kefali’nin verilmesi kararlaştırıldı. Ayrıca En iyi kadın oyuncu İnci Kefali de iki oyuncu arasında paylaştırıldı
Ödüller, klasik sıralamaya göre şöyle sahiplerini buldu:
En iyi belgesel İnci Kefali, Burak Yedekçi’nin yönetmenliğini yaptığı Köyüm (Horiyom)’ü alırken, jüri özel ödülünü ise Güven Günel’in yönettiği Taş Hurma’sı alıyordu.
Sahip olduğum birkaç kasket içinde, jüri üyesi ve sinema yazan da bulunduğu için, mesleki kurallara uyarak, sadece ödül kazanan filmleri yazacak, ödül alamayanlara – gerekirse - fikirlerimi ve hasbelkader tavsiye - görüşlerimi şahsen ve şifahi sunabileceğim…
Her savaş sonundaki gibi, SSCB’nin yıkımında da, Balkanlar’da çıkan Yugoslavya sorunu, Sırbistan’ın katliamcı, Boşnakların öç alma duyguları tam çözülmeden AB’nin Sırbistan’ın bağımsızlığını tanıması bir hata değil, muhteşem (!) suçtu adeta… 1915’ten günümüze kadar, devam eden akrabaları arama hikâyeleri gibiydi Üç Yol’unkisi. Nasıl dramatik olduğunu, bilenler bilir… Bünyamin, çocukluğunda, kıskançlıkla birinin ölümüne neden olmuş ve etkisinden kurtulamamıştır. Artık Bosna’da ceset aramakla ilgili bir STK’da çalışmaktadır… Mostar Köprüsü (mostar köprü demek olduğuna göre ‘Köprü köprüsü’ denmiş oluyor aslında) bir kadını intihardan kurtarır ve... Film, gelişmeye başlar…
Baran Uğurlu’nun ÜÇ YOL filmi
Başlar da… yönetmen Faysal Soysal, sahici, dramatik, insani, bir hikâye anlatmış ama biraz sarkmış bizce; uzuyor da uzuyor ve filmin sonunda güzel çevrilmiş bir film ama şu ne oldu, bu kimdi gibi sorular sormuyor değil insan… En azından kendi hesabıma söyleyeyim…
Kayıp Şehir dizisinden, kırk yıllık mahallemizin çocuğu diye ısındığım Nik Xhelilaj ise bir Arnavut oyuncu; Tirana’da Güzel Sanatlar Akademisi’nde oyunculuk okumuş. 32.ci Moskova, Priştine ve 47.ci Altın Portakal Festivallerinde Arnavut (The Albanian) filmiyle En iyi Erkek Oyuncu ödülünü almış; Van’da da aynı ödüle layık görüldü. Kamera ve sanat yönetiminin (Şahin Sisic ve Baran Uğurlu), titiz çalışmaları da takdir edildi haliyle...
Kristina Krepela ise Mehmet Ada Öztekin’in 2012’de çektiği, 24 Kare Film & Salname üretimi, Mahmut Meryem filmiyle sinema dünyamıza adım atmıştı; Üç Yol’da ise, olması gerektiği gibi oyunuyla, Çölçü filminde oynayan Salome Demuria ile En başarılı kadın oyuncu ödülünü paylaşabilmek için, adeta jüriyi zorladı.
Şafakla Dönenler ise, senaryo, yönetim, yapımcılığını aynı kişinin yani Murat Eroğlu’nun üstlendiği ama Mezopotamya Film Kolektifi - Yapım 13 ile ortaklaşa hazırlanmış bir film… Umut veren yönetmen ödülü helâlinden verildi Eroğlu’na…
Sebze-meyve halinde hayatlarını kazanan, bir baba ve oğlun gece uyanıp, güneş doğana dek mücadelelerini seyrederken, Maksim Gorki’nin yazıp -1902’de de Stanislavski’nin yönettiği Moskova Sanat Tiyatrosu’nda sahnelenmesiyle ün kazanmış, Ayak Takımı’nı ve Vittorio de Sica’nın 1949’un Roma sokaklarında yine mücadele veren, çalınan bisikletlerinin peşinde koşan filmin baba-oğlunu hatırlıyorsunuz… Ladri di biciciletta (Bisiklet hırsızlarını).
Murat Eroğlu’nun ŞAFAKLA DÖNENLER
İflah olmaz bir ayrıntıcıyım ama bunlar da birikerek, bir özensizlik silsilesi yaratabiliyor. Baba, oğulla birlikte kahvaltı yapmak için bir tost isterken, kahvecinin iki tost getirmesi, ilişkilerin bu kadar brüt olduğu bir ortamda, ekmek teknesi olan bir aracın üzerinde oturulur icabında; tost, çay, orada yenir, gözü gibi bakılır ona… Yük arabasının çalınmasının inanılır olmaması. Geçimleri için önemli bu aracı, çalındıktan sonra bulma haberini, çocuğun babaya heyecanla vermesini bırakın, haber verişini bile görmeyişimiz… Dedim ya, iflah olmaz bir ayrıntıcıyım… Buna rağmen, konunun ayakları yere basıyor, gerçekçi, çocuk oyunculuğunun güzel olması; çalışıldığında görülmesi gereken yapabilir bu filmi, ışık sorununu çözerek ama… Şafakta olması, zifiri karanlıkta film çekilmesini gerektirmiyor çünkü…
Jüri Özel Ödül’ünü alan Mavi Ring mi?
İddia ediyorum, sınırlarımızın dışında, adından söz ettirecek bir film bu ama böyle değil!
Ömer Leventoğlu’nun Mavi Ring filmi
Sinema ’da bir / iki kapalı mekânda geçen ama sıkmayan, sürükleyen unutulmaz filmler var… Etkileyenlerimin başında 12 Kızgın (Öfkeli) Adam yani 1957’de yönetmen Sidney Lumet’in, Reiginart Rosé’nin öyküsünden senaryolaştırdığı 12 Angry Men’dir…
Cezaevi nakil arabasında geçiyor film…
Konu, kurgu, oyunculuk, senaryo kayda değer; ülkemiz, dünyamızın mevcut gündeminde hele ama sıcaktan bunalan, demirden (soğukluğu hissedilmiyor), rezil bir nâkil arabasında, havasızlık-sıcaktan bunalan insanların, alın, enselerinde boncuk-boncuk terleri, kafalarını dayadıkları duvarda bıraktıkları ter izlerini vs görmemiz-hissetmemiz gerekiyordu… Tabii, bir de cezaevi arabası içinde silme Kürt değil de ülkemizin genelini temsil edecek çeşitlilikte, Türk, eşcinsel, İslam dışı inançlı bir vatandaş vs olsaydı, hiç olmazsa bir Türk olsaydı, daha kapsayıcı olabilirdi… Hem, filmin kendisi, konusu o kadar güçlü, sağlam ki… Y. Güney’in ilk filmlerindeki hataları gibi slogan - ajit-prop söz - ifadelerine gerek yok, kırıyor filmi…
Yoksa dediğim gibi, senarist Bayram Balcı, yönetmen Ömer Leventoğlu’nu ve özellikle tüm kadroyu yukarıda ayrıntılarıyla verdiğim oyuncuları ve diğer kadroyu kutlamak istiyorum…
Ve işte geldik Azerbaycan’dan Çölçü filmine, Grand Palmier ödülüne layık bir film!
‘‘III. Uluslararası Van Film Festivali’nin teması Göç ve Sınır: mülteci yaşamlar idi… Yaşamın uzağında, çölde yaşayan bir deve çobanının yalnızlığına, toplumun dışladığı bir kadının dâhil olmasıyla, nahif bir aşka dönüşen, yaşamını ‘unutulmaz bir aşk masalına’ dönüştürebilme başarısından’’ dolayı, Çölçü (Azerbaycan) filmine layık görüldü.
Şamil Aliyev’in Çölçü filmi
Jüri’nin eğilimini yansıtan gerekçeden ayrı, şahsen Şamil Aliyev’i alkışlamak istiyorum. Üçüncü (seyirci) göz-sözünü, develere yükletebilmiş, plastik başarısı tartışılmaz, sadece amiyane tabirle biraz pat diye biten sonunu bırakırsak, insan ilişkilerini bu denli arı, temiz, sarihçe ve dantela gibi işlemesi, yerinde hatta usta oyunculuklarıyla, tam anlamıyla güzel bir film. Şamil Aliyev ve ekibini yürekten kutluyorum…
Göç ve Sınır: Mülteci Yaşamlar ana temalı, III. Van Gölü Uluslararası Film Festivali, sadece bir film festivali değil, ondan da öte bir şeydi bizler, hele benim için; dolayısıyla film haber ve analizlerimiz buraya kadar, kalanı için daha sonra devam edeceğiz…