17 Temmuz 2016 günü, Ermenistan'ın başkenti Erivan'da, bir silahlı grubun, şehrin kolluk kuvvetlerinin silah depolarından, önemli bir (kunt) polis merkezine yaptığı işgalde tutmuş olduğu rehineleri artık serbest. Diğer taraftan, bu grubun istifasını istediği Cumhurbaşkanı da, teslim olmaları halinde, siyasi tutuklu Sefilyan ile görüşebileceğini dolaylı ima etti.
Tabii 25 Temmuz 2016 itibariyle, ülkenin tehlikesizlik (eski SSCB’den kalan bu ilginç ifade, Sovyet cumhuriyetlerinin tümünde, tercüme edilerek kullanılıyor hâlâ) yani emniyet birimleri isyancılara mühlet verip hepten teslim olmalarını istedi.
Yazımızın yayınlandığı saatlerde ya herro ya merro anlamında yani güvenlik birimlerinin ya kanlı bir müdahalesi (ihtimal dâhi vermek istemiyoruz ama) ya da isyancıların görüşmeyi kabul edip teslim olmuş olmaları gerekiyor.
Türkiye’de 15.07. 2016 gecesi yapılan darbe girişiminin hemen arkasından kapı komşusu, Ermenistan’da gerçekleşen bu hareketin zamanlaması; ister istemez bazı kişi ve çevrelerce acaba bu bir tesadüf mü veya bir merkezden farklı coğrafyalara uygulanan bir senaryonun ürünü mü gibi soruların sormalarına neden olmadı değil…
Komplo teorileri ve paranoyak düşünce tarzları tuzağına düşmeden, önce çıplak haberi ve sonra yerel farklı görüşleri ve nihayet de kendi değerlendirmemizi aktarmaya çalışalım…
Somut veri sahibi olabilmek için, başka ülkelere kıyasla olağanüstü çaba sarf edilen ülkede; bu olayda da, yine isyancıların sayısı hakkında (Sovyet alışkanlığından olacak) hep çelişkili bilgiler olmasına rağmen; nihayet isyancıların 30 kişiden oluştuğunu söyleyebiliriz. Taraftarlarının terörist denmesini istemedikleri, isyancıların baş talebi, 22.06. 2016 ’den beri ceza evinde olan, son zamanların aktif muhalifi, halk siyasetçisi, Jirayr Sefilyan’ın serbest bırakılması ve Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın istifa etmesiydi.
1967 Suriye doğumlu, hâlâ Suriye vatandaşı olup, 1990 yılından beri yaşadığı Ermenistan’ı artık kendi geleceğini gördüğü ve her anlamda benimsediği, dolayısıyla sevinciyle sevindiği, tasasıyla üzüldüğü ve daha hatta çok daha iyi olması için, derin endişe duyduğu ülkesinde, adaletsizliğe hiç tahammülü olmayan, var gücüyle mücadele edenlerden…
Sınırlı olan İfade özgürlüğünün, kırmızıçizgilerini aşan her (Vartan Bedrosyan gibi, eleştiri nedeniyle hapiste olmasına rağmen, resmi gerekçe trafik kazası; tıpkı Türkiye’de aslında dini içerikli eleştiri nedeniyle hapiste olmasına rağmen, resmi gerekçesi imar kanununca, mühür fıkhı olan Sevan Nişanyan) eleştiren vatandaş gibi, Sefilyan da hapiste bulunuyor.
Ülke genelinde, sanki helikopterle üstlerine uyutan toz serpiştirilmiş halkın tepkisizliği, çokların gözlemlediği ama pek dillendirmediği bir haldi.
Kendileriyle - dalga geçecek kadar-barışık, böyle olduğu için de kendilerine, Türkçe anlamı eğri veya yamuk-yumuk demek olan, dzur diyen (Anadolu’nun bugün Sason denilen bölgesi) Sasun kökenli, Sasun Yamukları (Yamuk Sasunlular) adlı bir grup; bu baskını gerçekleştirdi.
İlk başta rehinlerin sayısı 7 polis iken; çıkan çatışmada, birinin yaralanıp ölmesi ve iyi niyet göstergesi olarak salıverilenlerden sonra; bir (polis) General, bir Albay, iki subayın rehin kaldığı anlaşıldı. Rehinelerden biri, Erivan Emn Mdr Yrd Valeri Osipyan’dı…
1987’de sinema eğitimi için geldiğim Sovyet Ermenistan’da, masum Ekoloji’yle başlayıp; sonra Karabağ Hareketi’ne dönüşen olayların tam göbeğinde bulmuştum kendimi. Gorbaçov’un Glasnost (açıklık) ve Perestroyka (yeniden inşa) hareketinden ilham almış, hem Dağlık (Yukarı) Karabağ hem de Ermenistan Ermenileri, Dağlık Karabağ’ın da yeni siyasi konjonktürde (madem Stalin’in yanlışları tashih ediliyor, zamanında yapılmış bu yanlışın da tashih edilmesinin zamanın geldiğini düşünerek) Ermenistan’a bağlanmasını istemişlerdi.
Görüşmeler, barışçıl şekilde giderken, Azerbaycan’da Ermeni nüfusun yoğun olduğu yerler, Girovabad, Şamkhor, Khanlar, Daşkesan, Şaki, hele sanayi kenti Sumgayit’te gerçekleşen pogromlarla Karabağ hareketi adını tam almış oluyordu.
Azerbaycan - Ermenistan arasında, Sovyet Rusya (birisinin kedi ve fareyi oynattığı gibi) Dağlık Karabağ’ı bir ona, bir buna, böl-yönet anlayışıyla, vermiş – almış; en son, Stalin tarafından Azerbaycan’a verildiği için, bu yanlışın tashihi Ermenilerce gündeme gelmiş veya (bu rol onlara verilip) getirtilmişti, hele Ermeni nüfusun can güvenliği sorun olunca…
İşte 1988 Şubat’ında patlayan bu olayların, tüm gelişen olayların göbeğindeydim…
Kaderin cilvesine bakın ki; bu sefer de Altın Kayısı yani yine sinema amaçlı geldiğim Erivan’da yine tarihi sayılabilecek, siyasi olayların içinde kaldım, iyi mi?
Tabii, Şubat 1988’taki Karabağ Komitesi ve 2016’daski Sasun Yamukları (veya Yamuk Sasunlular) adlı iki farklı ama aynı içerikte, hareketleri sokakta kıyas yapabilirdim…
1988’de Sovyet Ermenistan’ı 4 milyon 200 bin; 2016’da OECD verilerine göre ise 1,5 milyondu nüfus; vatandaş olup reel yaşayanları göz önüne alırsak…
Bugüne dek onca yazmak istememe rağmen, hep ertelediğimi bir şeyi, şimdi yazıyorum…
Yıllar sonra, Mayıs-Haziran 2013’te Türkiye’de, İstanbul - Taksim’de başlayıp Temmuz yarısına kadar süren Gezi Olayları’nı Şubat 1988’deki Erivan’daki Karabağ gösterileri ile şaşılası şekilde tıpatıp benzetebildiğimi biliyor muydunuz?
İnsanın neredeyse ürperten ayrıntılarda, öyle birebir örtüşen şeyler… İnanası gelmiyor…
Neyse gelelim, 1988 ile 2016 Erivan kıyaslamasına…
Belki de kıyaslanamayacak kadar farklı denilebilir…
Özel bir araştırma dosyası hazırlamamıza ne imkân, ne yer, ne de gereği var şimdilik…
Sadece 1988 Karabağ Hareketi’nin Ermenistan’ın toplumun öğrenci-gençlik-aydın-kültür -sanatçı-bilim çevrelerinin adeta kucaklarcasına sahip çıkmış olduklarını söyleyebilirim. Tabii, 70 yıllık Sovyet döneminde birikmiş tüm şikâyetlerin neredeyse bir mucizeyle toptan değişebileceği bir fırsat olarak görülmesinin de payı vardı muhakkak.
Oysa 2016’da, Karabağ Hareketi’nin aktörleri, onların çocukları, emekli cengâverler artık tecrübe yorgunuydular. Hayal’de değil, yaşanmışlıkların tanıklarıydı, yaşayanlarıydı artık…
Eylül ayında 25.ci yılının şöyle veya böyle ama ve lakin kutlanacağı (!) bağımsızlığın sanki hâlâ bedelini ödeyen bir konumdaydılar…
Sovyet geç dönemin, ateşli, isyankâr, ajit-prop’u reddeden, baskı, göreceli dikta, eritme politikalarına karşı ama estetik zevkin doruklarına tırmanarak, şiirler yazan; sevgili şair dostum, Davit Hovhannesyan’ın cenazesindeydim… Rastladığım nice insanlar arasında, Baruyr Hayrigyan da vardı… SSCB’nin son demlerinde disident yani (Sovyet) muhalif olarak, resmen sınır dışı edilmiş, anne tarafından İstanbul’lu, bir zamanlar haberleriyle tüm batı TV kanallarının baş aktörü, Baruyr Hayrigyan…
25.07.2016’da, kitlelere şöyle sesleniyordu Biz bunları yaşamayı hayal etmiyorduk…