2014 Orhan Doğan Barış Ödülü, 21.09.2014 Pazar günü, Lütfü Kırdar Salonu’nda, Ahmet Hakan, Ayşe Erzan, Ayşe Sosyal, Vedat Yıldırım, Fatih Polat, Gülten Kaya, Hakan Tahmaz, Hidayet Şefkatli Tuksal, Murat Çelikkan, Orhan Dink’in oluşturduğu jüri, azınlık ve ötekilerin ‘çelikten ama görünmez kanatlı meleği’ Eren Keskin’e verildi.
‘(…) 1915’te işlenmiş korkunç bir insanlık suçu, bize devrim olarak öğretildi; hepimiz bu İttihatçı zihniyetin etkisinde kaldık ama bazılarımız bundan hayatları boyunca kurtulma çabası güttüler, Orhan Doğan da bunlardan biriydi. Burada toplanan sizler de öylesiniz. Ödülümü, bu toprakların öz evladı, bugüne kadar yazdıklarından feyiz aldığım Zabel Esayan ve Sakine Cansız’a armağan ediyorum, çok teşekkür ederim’ diyen Keskin, farklı çevrelerden gelen hayranları tarafından ayakta çılgınca alkışlandı…
Hasbelkader içime doğmaz, bilenler bilir… Tüm mağdurların, hakları yenmişlerin, sahiden de görünmez ama çelikten kanatları olan bu melek, ilerleyen zamanda, uluslararası alanda da ve bir kez daha ama bu kez daha ses getiren bir halde, ödüle layık görülürse şaşırmayalım…
Eren Keskin, sadece yaşam-mücadele pratiği öğretisiyle; acılı yolda ışık saçan bir umuttur.
Bir ülkenin mihenk taşıdır, azınlık (konumunda yaşayan), vatandaşları, biliyorsunuz…
Azınlık sorunlarına içten pazarlıklı veya laf olsun diye yaklaşan toplumların; çoğunluk sorunlarına da aynı şekilde yaklaştıklarını pekâlâ tespit edebilirsiniz, buyurun bakın…
Almanya, Bulgaristan, Yunanistan, Fransa ve diğer Hıristiyan / Hıristiyanlıktan devşirme laik ülkelerin, insan haklarına ne ölçüde riayet ettiklerini, Türk(iyeli) ve diğer azınlıklara nasıl davrandıklarından belli olur…
Ahmet, Mehmet, Rojdan, Berivan, Memo, Ayşe, Fatma’nın en doğal insan haklarını ihlâl eden zihniyet; kuşkunuz olmasın, Hans, Elga, Vasil, İgor, Dimitri, Yorgo, Fransuva ve
Nikol’un çalışma şartları, emekleri ve genel özgürlüklerine farklı bakmadığına emin olun…
Bu saydığımız ülkelerin, kendi azınlık vatandaşlarına danışıp sormadan, söz dâhi vermeden, resmi ağızdan Ülkemizde, onlar çok iyi yaşıyorlar, hiçbir ayrımcılık hissetmeden gayet rahat hatta bazen pozitif ayırımcılığa bile mazhar oluyorlar gibi sözler sarf etmeleri abestir...
Ciddiyetsizlik, utanmazlıktır… Benim Türk(iyeli) işçi, emekçi, o ülkelerin vatandaşları bile olsalar, insanımızın adına ahkâm kesmek, o devlet yetkililerinin haddi olamaz!
İnsana söylerler zira Bunları söylemek size düşmez; azınlık vatandaşlarınız kendilerini ilgilendiren konular hakkında, bırakın da kendileri konuşsun, diye…
Çavuşesku Romanya’sının sonlarında gördüğümüz, mahkemede müvekkilini (savunmak yerine onu) devlet adına suçlamaya kalkışan avukatlar gibi, ibretlik bir durum hâsıl olur…
Dünya’nın en demokratik ülkesinde bile, azınlık konumundaki vatandaşlar, neticede devlet karşısında (yönetenler arasında azınlık vatandaşları olsa bile) zayıf konumdadırlar; bilmek lazım. Güçlü olanın - zayıf olanın adına - ahkâm kesmesi; vatandaşlarından bazılarını rehin olarak görüyor, kendini suçlu hissediyor, iptidaice suçunu örtbas etmek istiyor, demektir…
İnsan haklarında neredesiniz sorusuna (Bakan (Başbakan, Cumhurbaşkanı), resmi kişilerin bunu, insan haklarından sorumlu sivil arkadaşımız cevaplayacak, demeleri gerekir…
Ör: İsrail’deki insan hakları hakkında, Yahudi bakan veya başka bir resmi yetkili değil, Yahudi ama sivil bir insan hakları yetkilisi konuşmalıdır. Keza Ermenistan’daki insan hakları hakkında da, Ermeni ama sivil, Azerbaycan’da da Azeri ama sivil bir yetkili…
Aslında, ideal olan yani bundan sonraki aşamada olacağı gibi, İsrail’in insan hakları üzerine (tabii ki sivil) bir Filistinli veya diğer azınlıklardan; Filistin’de de, bir Yahudi insan hakları yetkilisi, Ermenistan’da bir Azeri, Yezidi vd, Azerbaycan’da ise Ermeni vd azınlıklardan bir yetkilinin konuşmasıdır… Ama henüz orada değiliz tabii!
Türkiye’de de, tabii ki, yarın Kürtler, Ermeniler, Yahudiler, Süryaniler, Levantenler ve Rumlar gibi (çoğunluğa göre) azınlıktan, sivil temsilciler konuşacaklar ama bugün değil! Azınlıkların itimat ettiği çoğunluktan siviller bugün ahkâm kesmelidir. Buna karşın, aynı azınlıklardan gelen siviller de, Türkiye’nin çoğunluğunu ilgilendiren konularda…
Batı’da (Hıristiyan demiyoruz)) değil ama Doğu’da, azınlıkların ihlâl edilen hakları için bir azınlık temsilcisi konuştuğunda; kendi ve ait olduğu grubun başına belalar gelmesi muhtemel.
Bu, sadece Doğu’nun demokrasi çıtasının (Batı’ya kıyasla) düşük olmasıyla açıklanamaz. Aynı zamanda, Batı’nın Doğu konu olunca, ıslık çalarak, komşunun kaybolan çocuğunu arama ve wate and see siyasetini abartan reflekslerinde arayarak da açıklayabiliriz.
Azınlıkların ihlâl edilen hakların, çağdaş batıya, şikâyet edildikten (kerhen, göstermelik reformlardan) sonra, çok kanlı gelişmeler yaşandığını, çağdaş batının da kılını kıpırdatana kadar, bölgede nice hayat ve ocakların en vahşi şekilde söndüğü tecrübesi de varken hele…
Almanya, Fransa veya AB’den birisi, Doğu’da herhangi bir ülkeye gelip - isterse kamera önünde olmasın - ruhani liderlerin yan yana oturup, teker-teker (…) devlet, şu konularda ayrımcılıktan öte, ırkçılık uyguluyor demesini beklemek; ya bu konularda laf olsun diye ilgileniliyor ya da onların başlarına daha büyük belaların gelmesi isteniyor demektir… En masum seçeneğe göre ise, iyi niyetli ama resmen bir aptallık sergileniyor anlamını taşır…
Samimiyetsizliktir, dost görünüp ama dost olmayan zihniyetin ekmeğine yağ sürmektir. Doğu coğrafyasında, yüzlerce, binlerce insan öldürülünce, batının kılını kıpırdatabilmesi için, günler, haftalar değil, dün gibi bugün de aylarca beklendiğini görüyoruz. Çağdaş batıya güvenip, Doğu’da ayaklar altına alınan şu veya bu azınlık hakları ihlâllerini, azınlıkların ağzından şikâyet etmenin, cinayete muadil olduğunu anlamak için, uzman olmak gerekmiyor.
Yumurta, dıştan kırıldığında (içindeki için) ölüm ama içerden kırıldığında ise yaşamdır!
İşte bunun için, doğu ülkelerinde, şimdilik iç ve dışta, azınlık hak ihlâlleri hakkında ahkâm kesme görevi evet sadece bu aşamada, şimdilik, çoğunluktan (ama tabii ki azınlıklardan olan gözlemci-yardımcılarla) gelen insan hakları savunucularına düşmelidir. Buna karşın, genel hak ihlâlleri yani çoğunluğa mahsus sorunlar hakkında ahkâm kesmek de asıl azınlıklara mensup vatandaşlara düşmelidir…
Şık, etik, manâlı olan da budur! Herkesin kendi garabetiyle değil, asıl başkalarınınkiyle ilgilenmesi gerekir; diğerkâmlık zira insan hakları felsefesinin özüdür…
Demokrat Türkiyelilerin Cesaret Ana’sı, rahmetli, sosyolog Ayşe Nur Zarakolu’nun açtığı acılı - umutlu yolda, inat, sebat, aşk’la ışık saçarak ilerleyen, Eren Keskin’in yaptığı budur..