CHP ve MHP’nin, AK Parti’yi Ulus Devlet’i yıkmakla suçladıklarında; ya hafıza zayıflığı ya bilgi eksikliğine sahipler veya farkında değiller gibi sonuçta bir kategoriye ya da bal gibi bilmelerine rağmen, bilmiyor görünüyorlar denecek ikinci bir kategoriye dâhil şekillerde davrandıklarını düşünüyoruz…
Yerimiz, kısıtlı olduğu için biraz hap gibi olacak bağışlarsınız…
2000’li yılların başını hatırlayalım…
Uluslar arası sermaye piyasasını, Asya ve ABD krizlerini vs…
Uluslar arası sermayenin, kürselleşme yani globalizmi icat ettiklerini…
1991 tarihinde SSCB’nin, tüm hataları- eksikliklerine rağmen, dünyada var olan bir istikrarı, kapitalist dünyanın vahşice davranmasını zapt edici rolü oynamasının sonu geldiği yani yıkılmasından biraz sonra…
Uluslar arası arenada - tencere kapağını zorlayan kaynar su misali - ekonominin, denetime tabi tutulamaz, statik, merkezi olmayan dalgası büyüyor ha büyüyordu...
Dünya’da bu dalgaya maruz kalan Ulus Devlet’lerin ister istemez bitme noktasına geldiğini görmüş, kabullenmişlerdi. 1999’da Maastrich’te AB ülkelerinde, ülkelerin milli sembolleri olan, para birimi ve sınırlarını hukuken-de jure ve fiilen-de facto kalkması bir göstergeydi.
Türkiye, AB içinde olmadığı için geç etkilenecekti, sadece biraz geç, o kadar! Yoksa her ülke gibi, Türkiye de Ulus Devlet’ini - ister istemez - yıkacaktı; değil CHP, MHP, feriştahı gelse önü alınamayacak, direndiği takdirde, en ufak bir krizde (ör:2001’de) hepten iflas edebilirdi.
Ya herro ya merro misali, ülke ya iflas edecekti ya da Ulus Devlet’in diğer ayakları gibi, ekonomik ayağı da değişecekti… Üçüncü şık da mı istiyorsunuz? Teorik olarak söylüyorum, sosyalizm gibi kapalı ekonomik rejime giden devrim yapılabilirdi, ki bunun zamanı geçmişti, bir süre sonra aynı şeyi yine yapmaya mecbur olacaktı.. Zaman kaybından başka şey olmazdı.
Ekonomi ve siyasetin doğasında akıntıya kürek çekmek diye bir şey yok; onun için en azılı düşman (kişi, aile, toplum, ülke, devlet hatta süper güçler) gruplar, karşılıklı menfaat ilişkisine (ör: ticaret) girdiklerinde, en makul yol ortaya çıkar… Aksi takdirde, tarihi trajediler olur…
Bülent Ecevit de, direnip ülkeyi kargaşaya sürükleyemezdi; konjonktürsel davranıp doğruyu yaptı. Kemal Derviş’i getirtti ve.. Ulus Devlet Rejimi’nin ekonomik ayağının değişmesi için ne gerekiyorduysa, tıpkı bir reçete içeriğini harfiyen uygular gibi, aynen uyguladı.
AK Parti Hükümet’e geldiği zaman, zemin amiyane tabirle cillop gibi hazırdı; kendi başına asla bir şey yapmadı, asıl bugün onu eleştiren DSP adıyla CHP ve MHP’nin ortak oldukları Bülent Ecevit Hükümeti’nin nadas ettiği tarlayı, AK Parti sadece yavaş-yavaş ekti ve işledi.
Küresel ekonominin gereği, artık ülkede iki büyük parti siyasi aktör olmalıydı; Baykal’ın efelenmesine bakmayın, o bal gibi biliyordu iki partili bir siyasi yaşama doğru gidildiğini ve burada bir 1. Parti ve bir de 2. Parti’ye yer vardı. Birinci parti demek baş aktörlüktü…
Baş aktörlük, ülkenin siyasi profilini değiştirme rolüne soyunmaktı; yaşını başını almıştı Baykal, bundan sonra niye soyunsaydı ki… En iyisi 2. Rol’e soyunmaktı: Ana Muhalefetliğe
Bernstein’ın dediği gibi Hiçbir şeyin güneşin doğudan doğması, batıda batmasına engel olamayacağı gibi, hiçbir şeyin dünyadaki küresel ekonominin de Türkiye’ye gelmesine; doğal tezahürü olarak da Ulus Devlet’in yıkılmasına engel olamayacağı aşikârdı…
Ama halkın gözünde Hükümet’in yaptıklarına karşıymış gibi davranmak ama içten içe bunun kaçınılmaz olduğunu bilmek, çok konforlu ve hiçbir siyasi riski olmayan bir davranıştı…
Gelin görün ki, bu rolünü fazla ciddiye aldı ve/ veya uluslar arası küresel ekonomik rüzgâr hızlı (şu veya bu nedenlerle) esti ve… çıkan fırtınada silindi, süpürüldü!
Eskisi-yenisiyle CHP, bugün AK Parti’yi ekonomik uygulamalarından dolayı hatta Ulus Devlet’i yıkmakla suçluyorlarsa, işte hakikaten ya farkında değiller ya da samimi değiller…
Efendim, bir kez daha söyleyelim…
CHP’nin (veya DSP’nin) çağırdığı Kemal Derviş’in, bugün AK Parti’nin sadık kaldığı ekonomik siyasetin tohumlarının bizzat tarafından atılmış olduğunu farkında değil (mi?).
Ekonomi-siyaseti, sosyoloji, siyaset bilimi veya genel olarak bilimde severim, sevmem, kötü veya iyidir gibi duygusal atıflara yer yoktur..
AK Parti’ye muhalif olabilir, siyasetinde tasvip edemeyeceğimiz çok yanlışını bulabiliriz… Ama eğer AK Parti, Ulus Devlet’i yıkmakla, üstelik CHP ve MHP tarafından suçlanıyorsa, bunun siyasi, tarihi, sosyolojik olarak doğru olmadığını; Ulus Devlet’in yıkılma emarelerinin sadece uygulanmakta olan ekonomi politik’in sonuçları olduğunu söylemek zorundayız…
Cevap olarak eğer Biz de zaten ekonomi politik’i eleştiriyoruz denirse, biz O eleştirdiğiniz ekonomi politik, AK Parti’nin değil, CHP ve MHP’nin eseridir demeye mecburuz…
CHP’nin türevi DSP ve MHP’li Ecevit Hükümeti’nin eseri olduğunu söylerken, sanki farklı bir alternatifi vardı da yapmadı, bunu tercih etti de demiyoruz; dünya’dan çağlayanlar gibi akıp gelip kapımıza dayanan dalgalara karşı başka bir şey yapılamazdı çünkü…
Sonuçta, BDP Genel Başkanı, Sayın Selahattin Demirtaş’ın CHP, 1950’de Kürt Sorunu’nu çözebilseydi (çözmek isteseydi), bugün Öcalan muhatap alınma noktasına gelinmezdi, dediği gibi biz de Kaderin cilvesine bakın, Ulus Devlet’i kuran CHP, yıkımında da yine başrolü üstlendi, diyoruz…
Dolayısıyla, eğer AK Parti’ye muhalefet etmek isteniyorsa, böyle değil, çok daha farklı şekilde muhalefet edilmelidir; aksi takdirde, inandırıcı olmamakla onun değirmenine sadece su taşınır… Ona da Nasıl muhalefet etmek başlıklı başka bir yazıda değerlendireceğiz…