Bu yıl (2017) 14’üncüsü yapılan sinema festivali için, Cumhurbaşkanı, sayın Serj Sarkisyan ‘(…) Altın Kayısı Festivali’mizi, sadece Yerevan’a gelen misafirlerimizin hoş vakitler geçirmesine, Yerevan ve tüm Ermenistan halkının sinema zevkini tatmin etmesine yarayan bir etkinlik olarak değil, aynı zamanda genç sanatçılarımız için de, bir eğitim vesilesi olarak görüyorum. Festivalin bir de yaratıcı insanlar için gerekli kültürel-ruhsal ortamın yaratması gibi bir işlevi de var. Sinemamızın, dünden bugüne, değerlerin unutulmaması-tanıtılması hususunda gösterdiği hassasiyet ve ilk günden beri uluslar arası camiaya açmış olduğu kapı, insani değerlerin ve barışın çığırtkanlığını yaptığını gösteriyor’ diyor mealen …
Kültür Bakanı, Sayın Armen Amiryan ise yine mealen ‘ (…) Kayısı Yerevan’da olgunlaştı ifadesi artık Altın Kayısı bayramının zamanı geldi, anlamını taşıyor… Her yıl olduğu gibi, bu yıl da festivalin içeriği, filmler, özel gösterimler, anmalar ile hayli umut vaat ediyor. Artık, abartmadan söyleyebiliriz ki küçük Ermenistan’ın mütevazı ama hatırı sayılır Altın Kayısı Festivali, uluslar arası sinema festivalleri içinde ciddi ve saygın bir yere sahip. Ermenistan’ın bağımsızlığını kazandıktan sonra, uluslararası çapta, kültürel anlamda, kotardığı önemli işlerin başında geliyor’ diye duygularını ifade ediyor…
Ermenistan Sineması’nın kurucusu olarak kabul edilen Hamo Beknazaryan’ın; 1927 tarihinde, senaryosunu Arşaluys Der Hovnanyan (hanım) ve Grigori Brazinski ile birlikte yazmış olduğu, Nikolai Anoşçengo’nun kameramanlığını yaptığı, resim yönetmenliğini, Mikael Arutcan ve Mikhail Surgunov’un üstlendikleri Khaspuş filmiyle açılışı yapıldı.
Sadece bu, bile izleyicilere Ermenistan’ın daha 1927’de mesela, nasıl ve ne gibi bir durumda olduğuna dair ipucundan da öte bilgiler veriyor… Hamo Beknazaryan adlı bir Ermeni, filim çekmeye cesaret edebiliyor… Bunu, Ermenilerin her yerde fotoğraf, fotoğrafçılık, ışık ve görüntü kavramları ile olan aşinalıklarının bir tezahürü, olarak görenler var…
Kadının önemi var hele, Arşaluys Der Hovnanyan adlı bir kadın, böyle işe soyunabiliyor …
Bu da daha 1927’lede, Ermenistan toplumundaki kadının yeri hakkında bize bazı verileri fısıldıyor sanki…
Başka bir şey, Rus ve farklı kökenden gelen inanların Ermenistan’a vermiş oldukları (ya da merkezi otoritenin işaretiyle belki), desteği de görüyoruz. Bunun tercümesi de Sovyet rejiminin 1927’lerde mesela Ermenistan’daki tezahürü tabi, ister istemez…
Sonunda geldik mi Türkiye’yi de ilgilendiren zurnanın zırt dediği yere…
Hraçya Nersesyan, Avet Avedisyan, M. Dülgeryan, Dikran Ayvazyan, Hampartsum Khaçanyan, Mıgırdiç Janan, Mıgırdiç Karaka, Dikran Şamirkhanyan, Vağarş Vağarşyan ve Amasi Mardirosyan’dan oluşan oyuncu kadrosunun önemli ağırlığı Osmanlı-İstanbul kökenli.
Tıpkı Osmanlı-Türkiye coğrafyasının (batılı anlamda) tiyatrosunu kuranların, özellikle Ortaköy’de başlayan Kostantiniyye / Der Saadet Ermenilerinin olduğu gibi…
Bu da, Ermenistan-Türkiye resmi ilişkilerinde, üçüncü ülkelerin şu veya bu nedenlerle, etkisi altında kalarak, dünden gelen nice kültürel bağlar olduğunu unutarak, destek değil köstek olmaya çalışanlara kapak olsun, diyelim…
Bu yıl, festivalin amiral gemi niteliğindeki, Apovyan Sokak’taki, Charles Aznavour Meydan’ındaki, Gino Moskova sineması önündeki alana iki yıldız daha eklendi. Rahmetli olan iki değerli usta için; Yuri Yerzingyan ve Frunze Dovlatyan…
Burada, festival başkanından tutun, Kültür bakanına kadar, nice anlı şanlı isimlerin, sanat ve sanatçıya olan saygının tezahürü olarak, eğilip, yıldızlara dokunmaları, bir başka değer arz eden bir vücut diliydi bizce…
Zeki Demirkubuz’un Kor filmi, Türkiye’yi bu festivalde temsil eden ana film oldu… Şahsen hayli – iletişim kaza ve engelleriyle boğuşarak – emek vererek bu filmi önermiş olduğum ve de ön jüri tarafından kabul edildiği için mutluyum.
Türkiye’yi ilgilendiren başka bir ‘kategori’ de artık doğmak üzere değil, doğdu bile…
Bu kategoride, geçen gün gördüğüm Marine ve Sona Koçaryanların birlikte çektikleri, yapımcılığını üstlendikleri ve Sivas kökenli İstanbullu, eski kuyumcu, şimdiki grafikçi, Murat Gosdanyan’ın ‘başrolünü’ diyeceğim, üstlendiği oyunlu-belgesel (fiction – documentaire) türde, MURAT adlı filmden söz edeceğim, açıkçası çok sevdim.
Diğer oyunculardan da bahsedeceğim ilerleyen günlerde ama İstanbul’un bu delikanlısının gösterdiği iddiasız ama yalın ama doğru ama sahici performansını görmek lazım…
Şimdilik bu kadar, ziller çalıyor, ışıklar sönmek üzere VE İŞTE PERDE açılıyor…
Tomas Fasulyacıyan, nur içinde yat e mi?
Gitmem lazım…