23-27 Ocak 2017 tarihlerinde, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclis (AKPM)’inin Kış Dönemi toplantılar süresince Türkiye hakkında acil gündem maddesi olarak olağanüstü görüşme yapılması teklif edilmiş olduğundan; bunun yapılıp yapılmaması oylanacaktı.
Oylandı ve 94 kişi olumlu oy kullanırken, 68 kişi karşı oy, 19 kişi de çekimser oy kullandı.
Şimdi iyi ya çoğunluk Türkiye için acil görüşme yapılmasını kabul etmiş işte diyebilirsiniz..
Ama Hagop'un kazı öyle değil...
Efendim, çoğunluk görüşmenin yapılması taraftarı olmasına rağmen, AKPM kuralları icabı, nitelikli çoğunluk (3'te iki) sağlanamaması nedeniyle görüşme olamadı; AKPM Genel Kurulu öncesinde yapılan AKPM Büro yani Başkanlık Divan'ında gerçekleştirilen oylama bu sonuca işaret ediyordu; orada 14 Hayır oyuna karşılık 13 Evet oyu kullanıldı; kısaca tek evet tek oyla Türkiye hakkında olağanüstü görüşmeler yapılması ertelendi. İnce bir bilgi verelim... AKPM’nin Başkanlık Divan'ındaki oylamalar (yazılı olmayan kurallara göre) aslında belirleyicidir; Divan'daki oylama sonucu, Oturum’daki genel temayüle de yansır...
Diplomatik kulisler, tecrübeli gözlemcilerden öğrendiğimize göre, öyle bazı (Türkiye’deki) gazetelerde yazıldığı gibi bir ‘Zafer’ kazanılmış olması, gerçekleri pek yansıtmıyor hatta içe dönük bir propaganda ürünü olduğu görülüyor ...
PR yani Halkla İlişkiler ve Propaganda’nın farkı biliyorsunuz; birincisi kitleyi muhatap, onun fikir-düşüncelerini kaile alır, masaya oturur, gerçeğin geniş kitlelere ulaşması, için, konsensüse varıp çalışma götürür. Zira feed back yani kitlelerden dönen olumlu / olumsuz fikirlerin ışığında, yeni verilerle zenginleştirir yaymak istediği gerçeği...
Propaganda da ise bunun tersi, zorla, cebren, hile, çarpıtma, yanlış hatta yalanla kabul ettirmek ister bir fikri... O fikrin gerçeği yansıtıp yansıtmadığı, kitlelerin buna ne kadar hazır olup olmadıkları, ilk duyurum sonucu, eğer olumsuz tepki vermişse, bunu dikkate alıp yeniden değerlendirme yapılması filan asla mevzuubahis değildir...
Propaganda da önemli olan bir fikrin, mümkün mertebe kısa zamanda, çok sayıda insana, mutlak surette empoze edilmesidir, nokta!
Ama işte, cep telefonunu, İnternet, Tweter, Facebook, Watsap vd’den dünyayı izlemeyi bırakın; devasa kurban eti-pilav kazanlarının kapağından istifade ederek Anadolu halkının ürettiği çanak antenlerinin ortaya çıkmasından beri, kitleleri kolayca kandıramıyorsunuz.. Yani Propaganda bile öyle eskisi gibi, ağız tadıyla (!) yapılamıyor işte...
Aynı zamanda Romanya heyetinin başkanı olan ama asıl önemlisi, sadece Türkiye değil, Avrupa Konseyi’nin nüfus ve nüfuz bakımından en yetkininden, en mütevazısına, tüm üyelerinin İnsan hakları-demokrasi vd kriterlerine göre uyup uymadıklarını denetleyen komisyonun başkanı olan, Sayın Cezar Florin Preda, Büyük Oturum’dan önce Başkanlık Divan’ında olumsuz oy kullanması, tüm dengeleri değiştirdi ve Türkiye için Olağanüstü Görüşme yapılması, şimdilik, ertelenmiş oldu...Ayni zamanda Türkiye Dış işleri Bakanının arkadaşı olan AKPM Başkanı Pedro Agramunt faktörünü de unutmayalım..
İhtimaller şöyle. Nisan ayındaki oturumda bu sefer regular yani normal gündem maddesi altında Türkiye'deki demokratik kurumları işleyişine ilişkin hazırlanacak rapor ile (yani olağanüstü değil) görüşme yapılır ve dananın kuyruğu ya kopar ya da en iyi ihtimalle 3 yıllığına ve son kez (asla bir daha tekrarlanma şansı olmadan) ertelenir...
Ya da Nisan’a bu yetişmez ve Haziran’a kalır ama nihai sonuç değişmiyor, nasıl mı?
Nisan’da olabilmesi için, şimdiden rapor taslağının hazırlanıp TC Hükümetine gösterilmesi gerek; TC Hükümetinin ise bunu sümen altı yapıp savsaklaması söz konusu bile olamaz...
Velev ki, aba altında bekleyen rapor taslağı hazır bile, az çalışıp Türkiye’ye gönderildi, Türkiye inceledi, görüşlerini makul sürede bildirdi, Rapor hazır oldu ve Nisan’da sundular... burada üç ihtimal var. Ya Türkiye demokratik eksiklikleri nedeniyle yeniden AKPM'nin izleme surecine alınır (yani monitoring) ki bu süreçten 2004 yılında ülkedeki demokratik kurumların, insan hakları durumunun ve hukuk devletinin üstünlüğü ilkelerinin nihayet işletilmeye başlanması nedeniyle zar zor çıkabilmişti. Ya yine 3 yıllığına ertelenir ve 3 yıl sonra bir daha asla ertelenmesi söz konusu olmadan görüşme yapılır, görüşmenin sonucu yine, monitoring'e tabi tutulur... Ya da mucize olur... Ama bunun için, yağmur duası gibi herhalde Monitoring duasına çıkmamız gerekebilir...
İşte eğer 'zafer' ise bu kime ve neye göre 'zafer' onu sorgulamak lazım...
Üç yıl ertelenen bir monitoring, Anayasa referandumu, yapılacak yeni seçimleri vs geride bırakmış olur ise evet bu bir 'zafer (!)'... Sonu müthiş bir hüsranla bitecek bir zafer...
Zamanında, salt 12 Eylül nedeniyle değil, aynı zamanda Doğu Avrupa ülkelerinin de, demokratikleşmesine yardımcı olmak için, kurulmuş bir mekanizmanın işletilmesi sonucu monitoring'e tabi tutulmuştu Türkiye. Ancak bu mekanizmaya tabi tutulan eski hatta kurucu üyelerden olan tek ülkenin de Türkiye olduğunu kaydetmek gerekiyor maalesef.
Büyük sözler sarf ederken, bu büyük zehir lokmasını da sindirebilir miyiz acaba?
İşte Türkiye, tıpkı 12 Eylül 1980 döneminde, arz ettiğimiz birden fazla sebeplerden dolayı nasıl Monitoring’e tabi tutulduysa, şimdi de aynen, üstelik bu kez Avrupa Konseyi’nin Grand Payeur’ü (tıpkı İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya gibi Rusya'nın da) olmasına ve demokratikleşme yönünde durmadan-usanmadan nice çabalar sarf edip, sonra birden tüm yaptıklarını inkâr edercesine bir çuval inciri heba ettiği için, daha yeni devlet olmuş ülkelerle birlikte yani açıkçası çaylak durumuna düşecek...
Sonra? Ya pirincin taşını ayıklama ya da keten helvayı yakma (gülüm) vakti gelmiş olur...
Kısacası, Türkiye maçı çoktan kaybetmiş ama sakatlık filan bahaneleriyle uzatma hakkı elde etmeye çalışıyor. Şimdilik durum böyle gözüküyor...
Romanya heyetinin Türkiye için Özel Görüşme teklifinin altında imzası olmasına rağmen, bu heyetin başkanı olan, Denetleme Kurulu Üyesi Cezar Florin Preda’nın aniden ve kendi heyetinin aldığı karara ters yönde oy kullanıp, bu görüşmemenin yapılmamasında kilit rol oynaması, hayli farklı tahmin ve yorumların yapılmasına meydan veriyor...
Avrupa Konseyi’ne üye farklı ülkelerin temsilcileri olduğu gibi, Türkiye’den HDP üyesi, Hişyar Özsoy da onlara katılıyor. Ertuğrul Kürkçü ve Filiz Kerestecioğlu, basın toplantısı bile düzenlediler ve bu konuda sahip oldukları endişelerini dile getirdiler...
Diğer yanda, Dautsche Wele’den Kayhan Karaca’dan öğrendiğimize göre ‘(...)Fransa Adalet Bakanı Sayın Jean-Jacques Urvoas, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası, haklarında geçici tutukluluk kararı verilen / görevden alınan hakim-savcıların durumu hakkında Avrupa Konseyi ve AİHM yetkilileriyle özel bir görüşme yaptı ve Türkiye hakkında aldığı bilgilerin hiç de tatmin edici olmadığını, açıkça söylemiş.’
Jean Jacques Urvoas’a göre, Adalet Bakanı, Sn Bekir Bozdağ’a ivedi bir mektup yazmış ama bir yanıt alamamış; daha sonra Pazartesi günü Strasbourg’a geleceğini bildirmiş ama Bozdağ son anda randevuyu ileriki bir tarihe ertelemiş...
Ayrıca Karaca’nın yaptığı haberden ‘(...) Fransız bakanın ‘Türkiye'de haklarında somut haber bulunmayan hakim ve savcıların durumunu önümüzdeki günlerde Uluslararası Yargı Memurları Birliği ile görüşeceğin’ bildirdiğini ve ‘Fransız ve uluslararası yargı örgütlerinin Türkiye’de 15 Temmuz sonrası hakim ve savcıların durumunan kaygılı oldukları için, bu durumu merceğe alacaklarını dile getirdiğini ‘de öğreniyoruz...
Ölüm Cezasının geri gelmesi için ise, kiminle görüşürsek, elleriyle işaret ederek Türkiye işte orada durur; bunun şakası bile olmaz, diyorlar...
Strasbourg labirentlerinde gezinmeye devam ediyoruz...