Pokeri iyi bilen pokeri az bilenlere para kaybetmişti. "Kaybettiğime bakmayın, poker benim oyunum. Canınızı yakarım," dese de az bilenlerin iştahı kabarmıştı. "Yok canım, biz oynarız, paranı da alırız; hadi kaçma da oynayalım," diyerek defalardır kışkırtıyor, tahrikle oyun kurmaya davet ediyorlardı. Sonunda kurulan masada tabii ki üç kişi değillerdi ama bizim öykümüz öncelikle bu üçünden geçiyor.
Yeni yıl sofrasının klasikleşmiş mezelerinin her biri bir konuğun spesiyaline dönmüştü artık. Herkes ikramını biliyor biri Rus salatasını, diğeri fasulye pilakisini, öbürü lakerdasını kapıp geliyordu. Yeni yılın ilk günü epeyi zamandır Yeniköy'de hep aynı evde, önceki geceden kalanların ikram edildiği bir "artık partisi" olarak kutlanıyordu. Bizim üçlü de o yıl yılın ilk buluşmasında yan yana gelmiş bulundu. Dünden kalanlar büyük bir keyifle tüketilirken kaçınılmaz olarak konu pokere geldi: "Kaçma artık, buluşup poker oynayalım!"
Peki!
Kutlama masasındakilerden "Ben de varım," diyenler oldu: "Ortaokul yıllarımda çok iyi oynardım." Belki "çok iyi" dememişti. Yazardı, zengindi. Önemli bir ödül almış zenginliğine zenginlik katmıştı. Kare kurulmuştu, pokeri iyi bilenin kaçarı kalmamıştı.
Pokeri iyi bilen bu masayı kurmak istemiyordu, çünkü iyi bilen az bilenle oynamak istemez. Bir nevi hırsızlık gibi gelir insana. Az bilen çok bilenin bildiğini de anlamaz bazen.
On gün sonrası için sözleşildi. İş ciddiye binince masaya bir beşinci eklendi. O da gazeteci.
Galerinin alt katında masa kuruldu, yeşil çuha serildi, tencere kapağı aydınlatma tepesinden sallandırıldı. Çay, kahve, isteyene istediği içki, küçük, bir lokmalık leziz kanepeler.
Bir iki seans sonra gazetecinin paraları suyunu çekti, "Ödeşiriz," diyerek masayı terk etti.
Oyuna başlarken oyunu küçük tutmak için kurallar kondu konmasına ama ne mümkün! Üstüne üstlük ilk seanslarda kazananlar pokeri iyi bilene sitemler ettiler, az para kaybetmek için oyunu küçük tutmakla suçladılar.
Oyun devam etti.
Dışarıda kar yağışının tipiye döndüğünü iki seans arasında fark ettiler. Nişantaşı'nda yollar kapanmış, yürümeye bile fırsat yok. Birer çay içildi, kanepelerin tadına bakıldı. Masanın yeşil çuhası "Gelin oturun, devam edin; çok mümbitim, tarlayı bende sürün," diye sesleniyordu. Oyun ve saatler ilerledi, gün döndü.
Pokeri iyi bilen kazanıyor, az bilenler hep kaybediyordu. Kaybedenler fiş aldıkça oyun büyüyor, fark artıyordu. Az bilenlerin kaybetme korkusu, kazanma kaygısı büyüdükçe pokeri iyi bilen kurt iyice azgınlaşıyor kuzuları köşeye sıkıştırıyordu.
Son bir el. Herkesin önünde kavlar. En saf, en halisane oyuncuyla pokeri iyi bilen karşı karşıya, konuşuyorlar. Pokeri iyi bilenin elinde as döper var, yanı yedili. Karşısı meçhul. Birer kâğıt aldılar. Pokeri iyi bilen kâğıdı file ediyor yeni kâğıdı görmeden "Rest!" dedi.
"Kabul!" Kâğıtlarını açtı: Dokuzlu ful. Yanı yedili.
Pokeri iyi bilen kâğıtlarını yavaşça açtı: Ful as. Ortadaki parayı kucakladı.
Oyun bitti. Herkes eve gidecek. Kimsede para kalmamış. O saf ve iyi oynadığını zanneden oyuncu Bakırköy'de oturuyor. Ödüllü yazar ve diğer oyuncu Cihangir'deydi. Bakırköy yolcusunun cebinde yol parası dahi kalmamış. Kazanan yol parasını teklif edecek oluyor: "Yok almam, istemez!"
Üçü kös kös galeriden çıkıp karlı Nişantaşı gecesine karışıyorlar. Kapı kapandı.
Bundan bir hafta sonra, 19 Ocak'ta, saat üçü on geçe kapı telaşla açıldı. Pokerde kazanan aynı kapıdan karmakarışık hislerle çıktı. Görmeye gidiyordu. Uçarak, koşarak, inanmayı reddederek. Mim Kemal Öke Caddesi'nden Halaskârgazi'ye. Koştu. Gördü. Yerde yatıyordu. İyi oynadığını zanneden Hrant Dink. Pokeri iyi bilen Raffi Portakal. Masada ayrıca Orhan Pamuk, Etyen Mahçupyan ve masayı da bizi de erken terk eden Okay Gönensin.
* Vakfın ilk tuğlasını bu masanın hasılatı ve cabasıyla koyduk.