Yaratıcılık, nerede ve ne şekilde olursa olsun kendini belli ediyor. Birbirini taklit eden
Yaratıcılık, nerede ve ne şekilde olursa olsun kendini belli ediyor. Birbirini taklit eden dizilerden, bir matahmış gibi harcanılan milyon dolarlarla vizyona çıkarılan filmlerden, dünyayı keşfetmiş edasıyla sahneye konulan oyunlardan sıkıldıysanız bütçesi küçük, dünyası büyük prodüksiyonları keşfetmenizin zamanı gelmiş demektir.
Merve Engin’in Beyoğlu’nda bir hanın ikinci katında yaratılan performans sahnesi ‘İkinci Kat’ta sahnelediği
“Kıyıya Oturmanın Böylesi (Un Felice Naufragio)” gösterisi uzun zamandır özlem duyduğumuz yalın performansa tam bir örnek teşkil ediyor. Merve Engin, Commedia Dell’arte türünün renkli karakterlerini buluşturan bir hikayeyi dekor ve kostümle boğuşmadan, Antonio Fava’nın birbirinden gösterişli maskları ardından anlatıyor. Sahnede canlandırdığı onbir karakterle tek kişilik oyunu sahnede bir karnavala çeviriyor. Engin’in seyirciyle girdiği sıcak diyalog daha en başta oyunu ve mekanı bir araç olarak kullandığı algısını yerleştiriyor. Oyuncunun sesini kullanma ustalığı, doğaçlama yeteneği ve heyecan duyduğu sanatı yapabiliyor olmanın verdiği gücü, tüm izleyenlerin o ellibeş dakikada oluveren gösteriden keyif almalarını sağlıyor.
Zafer Diper,
Bizim Tiyatro’nun kuruluşunun otuzuncu yılında sahnelemeye başladığı
“Hamxlet” ile Shakespeare’in ünlü oyununu günümüze taşıyor. Diper’in rejisini sadece modern bir yorumlama olarak görmek büyük yanılgı olur. Kapitalist düzenin önemli bir parçasını oluşturan Hamxlet şirketinin hissedarları ve yandaşlarının savundukları yaşam tarzı, uyutulmaya direnen vatandaşın, diğer bir ifadeyle gözü açık seyircinin kafasını epey karıştıracaktır. Diper’in sanatıyla yıllardır yapmak istediği de budur aslında; dürtmek, uyandırmak ve dert edindirmek. Bu misyonuna ailesinin sanatçı bireyleriyle birlikte gençlerden ve deneyimli oyunculardan oluşturduğu bir ekibi de ortak ediyor Hamxlet’te. Hamlet rolündeki Memetcan Diper’in ve Ophelia’da Ece Erişti’nin ruhlarını popüler kültüre adamamalarını dilerim. Zira performanslarından söyleyecek çok sözleri, yaratacakları çok can olduğu anlaşılıyor.
Ayşe Lebriz Berkem’in kurduğu
Biteatral, ilk oyunu Euripides’in
“Medea”sı ile seyirci karşısına çıktı. Bu dönemde özel girişimlerle yeni bir tiyatro kurmanın ne denli zorluklarla göğüs germeyi gerektireceğini tahmin edebilirsiniz. Salon bulma, adını duyurma, tiyatro emekçisinin geçinme ve tahammül sınırını zorlayan vergiler... Bu yolda atılan her adımı takdir etmek gerekir. Hele ki bu adımlar ticaret yapma gayesi gütmeden, sansasyonel / magazinel operasyonlara itibar etmeden atılıyorsa... Zurab Siharulidze'nin yönettiği oyunda Medea rolünü üstlenen Ayşe Lebriz Berkem’in yanı sıra Berk Yaygın, Gizem Erdem ve Damla Ekin Tokel oynuyor, müzisyen İlkay Zeynep Aknam da yan flütüyle danslara eşlik ediyor. Ailesini, sevgisi uğruna terkedebilen, erkeği tarafından baş tacı edilirken bir anda itiliveren, adeta ötekileştirilen ‘kadın’ı bir anti kahraman olarak sunan oyun, Siharulidze’nin yorumuyla bizlere günümüzdeki kadını da ister istemez sorgulatıyor. Tıpkı
Tuncer Cücenoğlu’nun İstanbul Devlet Tiyatroları’nda yeni sahnelenmeye başlayan oyunu
“Kadın Sığınağı”nda olduğu gibi. Cücenoğlu, oyununda ister aydın bir kimliğe sahip olsun ister erkenden evlenip çoluk çocuğa karışmış, ister adı kenarın dilberine düşmüş olsun ister anasının kuzusu, doğumuyla birlikte içinde yaşadığı topluma göre göreceli değişebilen ama bu coğrafyaya özel durumunda çok da bir farklılık olmayan kadının çıkmazlarını, kaderini irdeliyor. Açıkçası, bir kadın yönetmen olmasından ötürü Serpil Temur’dan bu metinden daha derine inen ve klişelere boğulmamış bir reji çıkartmasını beklerdim. Öte yandan Devlet Tiyatrosu’nun toplumun genelini ilgilendiren ve gazetelerin üçüncü sayfalarını boş bırakmayacak yeterli malzeme veren bir aile-ilişki-evlilik yumağını ele alan bu oyunu repertuarına almasından memnun oldum. 2011 yılının ilk haftalarında izleme fırsatı bulduğum bu oyunlarla sizler için gündemde olmayan alternatif bir seçki yapmaya çalıştım. Umarım yaşamımızda bu tür alternatifler çoğalır, aksi takdirde t24’ten köşe komşum değerli yazar Yusuf Eradam’ın her dem dile getirdiği ‘vasatın tahakkümü’ne maruz kalacağız.