Eskiden, yani daha adabın daha bir önemsendiği günlerde garip oyuncuların rezilliği ve takımın yenilmesine seyirci “milyonluk eşekler” diye tepki gösterirdi.
Şimdi takımı Antalya’ya mahkûm eden seyirci zihniyeti, “Beşiktaşlı olunmaz, Beşiktaşlı doğulur…”diye başlayan ve ne anlama geldiğini hala bilmediğim “Kurtlar Vadisi” –mantığı- ve müziğini terennüm ediyor.
Ben oyuncuya hakaret etmeye karşıyım. Sen hakaret edersen, rakip takım taraftarı ne demez? Bkz: Runje gerçeği… Kaldı ki bu iş temaşadır. N eksik ne fazla…
Peki hakaret etmeyelim de ne diyelim? Yeteneksiz, tembel, acemi, ürkek, aptal, vasat, kusurlu, ayarsız, korkak, özverili, usta… Hepsinden Beşiktaş’ta var.
Gaziantep’le de berabere kalınarak, Trabzon’la puan farkını 14’e çıkardık
Öyle bir takım düşünün ki 80. dakikadan sonra oyuna Erhan giriyor. Erhan… İnanamıyorsunuz değil mi? Erhan, maçı kurtaracak! Niye? Çünkü sağlam adam kalmamış. Hilbert sağ açık oynayacak. Oynadı. Etkili de oldu. E, o zaman neden bu kadar bekledin?
Maçın kritik dakikalarını seyrediyorum. 2 ile 52 arasında hiçbir şey olmamış.
Nobre, Tabata, Fink diye üç adam var. Üç pas yapamıyor. Koşamıyor. Kaptırdıkları toplar kaleye gol tehlikesi olarak dönüyor. “Usta” Quaresma ile “özverili” Ersan dışında kimsede bir numara yok.
Nasıl bir işkenceydi, eziyetti ancak Beşiktaşlı bilir. Sezona bak! Güya şampiyonlukta en iddialı takımdı. Güya “Galaktikos”tu. Güya rüya takım kurulmuştu. Geriye 17 maçın altısında oynayan ve ağızlarda bıraktığı o altı maçlık tatla anılan Quaresma, ceza ve sakatlıkları ile neredeyse maçların yarısında olmayan Guti ve Adanademirspor’dan sessiz sedasız gelip, alınteri ve özverisiyle kalbimizi kazanan Ersan kaldı. Gerisi? Yalanın dik alası!
Hakan’ın boşa çıktığı toplar bu takıma kaç puan kaybettirdi?
Çocuğun morali ve motivasyonu bozulmasın diye şampiyonluktan olduk.
Bir adam 8 milyon Euro’ya alındı diye her maç oynatılır mı? Bu iş pazar tezgahında en üste en iri şeftali koymaya benzer mi? Oynadıkça takımı beter etti.
Nihat diye bir gerçeğimiz var. “Beşiktaş’ın çocuğu” diye bu kartlaşmış ve de yıl içinde tek tük gol attığında, seyirciyi dövmekten beter eden bu topçuya sabretmek zorunda mıyız?
Holosko gibi günde sadece iki kez doğruyu gösteren o bozuk saate ne kadar katlanmamız gerekirdi?
Tek tek hepsini anabiliriz. Hayırla mı? Öyle az ki…
Beşiktaş değil çatırdayan sabırtaş’ı idi.
Sezon bitti. Hiç olmazsa yarına kadar sinirimiz geçecek ve bir ay ağız tadıyla hafta sonu geçireceğiz.
Umarım yukarıdaki sıfatları –olumsuz manada- hak edenlerin hiç birini yeni sezonda görmeyiz.
Biz Beşiktaşlıyız. Göreceksiniz. Şampiyonluk gitse de o stad yine dolacak. Aynı sevgi ve coşkuyla oradayız.
“İyi de ya UEFA?” dediğinizi duyar gibiyim. Bousseau, “Saadetlerini hep başkasının evinde arayanların, kendi evlerinde saadet yoktur” diyor.
Haksız mı?