Önceki yazıda 1 Mayıs süreci ve sonrasına ilişkin bir şeyler karalamıştık.
Mesleki klişeyle “fikri takibini” yapalım.
Taksim’in “eylemlere” kapatılması uygulaması başladı.
1 Mayıs’ta koskoca bir kentin seyahat özgürlüğü ve emekçi bayramını kutlama hakkının elinden alınmasından itibaren şimdi de “bu yasak herkese” hakkaniyeti (!) başlatıldı.
İstanbul’un ve belki de Türkiye’nin biricik özgürlük ve soluk alma mekânı olan Taksim/Beyoğlu artık her tür demokratik tepkiye yasak.
İlginçtir bu yasağı ilk yaşayanlar da ülkücüler oldu. Ardından hangi görüş, meşrep ya da inançtan olursa olsun hemen her kesime “adil biçimde” gaz sıkıldı.
Kimi zaman 10 kişilik gruba 50 kişilik polis müdahalesi türü gariplikler de yaşandı.
Yasağı sadece Galatasaray taraftarı, şampiyonluk kutlamalarında bozdu. Böylece Taksim ve civarının “her tür eyleme” değil, “hak arama” amaçlı demokratik tepkilere kapatıldığı ayanı beyan oldu.
Niçin?
Bilmiyoruz.
Ola ki bir yıl boyunca Taksim’de sancılı bir yasaklamanın meyvelerinin 2014 1 mayısında “herkese yasaktı, artık işçiye de yasak” denmesi içindir.
Peki geçmişte neredeyse vardiya usulü hemen her saat bir eylem yapılan Taksim’de bu eylemlerin kamuoyuna yansıması ile polisin başlattığı yasak sonrası yaşananlardan hangisi daha çok duyuluyor?
Biliyoruz ki adaletsizlikte eşitlik olmaz. Biliyoruz ki kazanılmış haklar geri alındığında çok daha kalıcı toplumsal huzursuzluklara neden olur. Zira demokrasilerde “ben yaptım oldu” ya da “ben devletim ister veririm, ister döverim” mantığı ile hareket edilmez.
Bir ülkeyi gazla terbiye etme mantığının sınırları gaz stoklarıyla sınırlı değildir.
Gaz yasadışılığı denetliyorsa, keyfi gaz kullanımının denetimini kim yapmaktadır?
14 yaşındaki futbolcu çocuğa da takımına veda etmeye gelmiş taraftara da müzisyene de yapılan gazla müdahale keyfiyetinin sınırları nerede başlayacak ve bitecektir?