Memlekete ve camiaya iki hayırlı evlat yetiştiriyoruz. İkisi de Beşiktaşlı. Oğlum futbolu Beşiktaş Futbol Okulu’nda öğreniyor. Maç bittiğinde arkadaşları ile omuz omuza verip, “Be-şik-taş” diye bağırdığında, değme keyfine yalan dünyanın! Kızım olgun. Formasını giyip maça geldi. Sırt çantasında resimli kitap getirmişti. Cips yiyip, kitap okudu.
Oğlum gittiği maçları sayıyor. 5. Maçına gitmiş. 2 yenilgi, 2 galibiyet ve 1 beraberlik. Çocuk deplasmana değil, İnönü’ye gitti.
Birinci maçından sonra neredeyse 8-10 maç bir daha da gelmedi. Israr ettik. Nuh dedi peygamber demedi. Sonunda baklayı ağzından çıkardı. Maçlardaki babasının bağırışları ve yüz ifadesinden korkmuş. Bir daha da babasını öyle görmek istemezmiş.
Haliyle kendimize çeki düzen verdik. Hakeme, “lütfen hata yapmayınız” demeye başladık. Küfürleri, ‘amcalar kızdı’ diye anlattık. Eve geldiğinde o da annesine “Anne herkes Holosko’ya hayran. En çok ‘Holosko çocukları’ diye bağırıyorlar” diye maç izlenimlerini aktardı.
İkisi de henüz 7 yaşında. Zamane çocukları okuma yazmayı seslerle öğreniyor. O bizim zamanımızdaki fişle ezberleme tarzı bitmiş. Harf harf öğreniyorlar.
Bugün internet sitelerini açtığımda merakla yanımda bittiler. 10-12 harf kapasitesini içeren kelimeleri okuyabiliyorlar. Maksatları bana hava atmaktı. Apartopar siteyi değiştirmeye çalıştım. Zira “k”, “a”, “ n” harflerini biliyorlar. Kelimeyi çözebilirlerdi.
“İnönü’de kan aktı” başlığı vardı. Utandım. Güle eğlene gittiği bir stadın. Ürkütücü, korkunç ve hafızalara ‘kan’la kazınan bir yer olarak anılmasını istemedim. Haberleri izlemedim. Televizyon açtırmadım. Nasılsa gazete okuyacak kadar okuma yazma bilmiyorlardı. Yarın belki de unuturlardı.
Oysa biz büyüklerin unutmaması gereken bir maçtan söz ediyoruz. Bursa taraftarları geldi ve 7 yıllık kin ve nefret galebe çaldı. Yol boyu Beşiktaş taraftarlarına saldıran Bursaspor taraftarları bu defa saldırıya uğradı. Futbol bir aidiyet olduğu kadar aslında bir eğlence. Günümüzde ‘show.’ Biz taraftarların bir kısmı ‘business’ kısmını yadsısak bile öyle.
Paramızı veriyor, günümüzün gladyötörlerinin meydan okuyuşundan kendimize keyif ve değer üretiyoruz. Eski futbolcular ve değerler kalmadığı için de “ben profesyonelim” diyen topçunun iki vakte kadar takımını satmasını ibret ve hayal kırıklığı ile izliyoruz. Oysa biz taraftarlar tamımımızı hiç değiştirmiyoruz. Cinsiyetimizi, siyasi görüşlerimizi, sevgilimizi, işimizi ve inancımızı değiştirebiliriz. Ama iş tuttuğumuz takıma gelince değiştirmek neredeyse imkansız. Kerem’den biliyorum! (Size Kerem’in öyküsünü ilerde anlatırım)
Böylesine güçlü bir aidiyet duygusu. Birilerini vurmak, öldürmek, yaralamak, dövmek için gerekçe olabilir mi? Hayır!
Ben Bursaspor taraftarları ile yaşan kan davasını da anlamamıştım. Bir sezon önce yine küme düşmeye oynayan, küme düştüğü sezonda 36 haftanın faturasını Beşiktaş’a kesen bir zihniyeti de anlamamıştım. Bursa Stadı’nda ise “Beşiktaş Jimnastik Kulübü” diye anons edilen o alaycı dili yadırgamıştım.
Bütün bu duyguların hepsi futbolda var. Ama saldırı ama kan ama ölüm…Hiçbir takım ve aidiyet bana yaşananları izah edemez. Utandım. Utandık.
Henüz çocuklarım “ö” ve “ü”yü öğrenmedi. Ölümü bilmiyorlar.
Dün Alen’i ziyarete gittiğimde kapıda beklediler. Oğlum “keşke ben de görseydim” diye hayıflandı ama ayaklarındaki o mermileri izah edemezdim.
Adına “Beşiktaş Yazıları” dedik ama son iki yazıdır maç değil, bambaşka bir şeyler anlatıyoruz.
Umarım benim ufaklıklar İngilizce’de “Fair Play”in anlamını Türkçeye tercüme ederler. Zira bizim kuşak “severek öldürüyor.”