Türkiye her döneminde kült liderler tarafından yönetildi. Lider karizmatik, ulaşılması güç olmalıydı. O isterse ‘’halka inerdi.’ Ama halkın çekindiği, sert ve ödünsüz mizacı ile lider ‘halkın öğretmeni’ olduğu ölçüde makbul sayılırdı.
Bu tipolojinin belki de tek istisnası Erdal İnönü oldu. O yukarıda tanımlanan lider figürünü karikatürize etti. Öfkeli, karizmatik, muarızı ile kavga eden bir lider olmayı, öfkeyi hitabet sanatına dönüştürmeyi, halka “ne delikanlı adam” dedirtmeyi siyasetten saymadı. İnönü deyince akla gelen anılardan biri şöyledir:
Bir miting öncesi bir SHP milletvekili, İnönü’ye der ki: “Sayın Genel Başkanım siz iyi konuşamıyorsunuz, bakın Özal’a esip gürlüyor.”
İnönü “Peki ne yapacağım” der. Milletvekili cevap verir: “Konuşurken masaya yumruğunuzu vuracaksınız, biz şöyle partiyiz, şöyle yaparız, böyle yaparız, diye kükreyeceksiniz.” İnönü kürsüye çıkar, yumruğunu masaya vurur: “Biz öyle bir partiyiz ki, adamı…”
Burada keser ve şöyle devam eder:
“Devamını bu arkadaş söyleyecek.” (TÜSES Sitesinden)
Hem ‘esip gürleyen, hem de masaya yumruğunu vuran’ liderlik anlayışının anti teziydi. İnönü’nün sağduyusu, zarafeti ve aklıselimi ile ‘başka bir siyaset mümkündü.’
Aslında 1970’li yıllardaki ‘mahşerin dört atlısı’ da bütün sertliklerine ve kavgacı zihniyetlerine ve profillerine karşın kamuoyu ile kurdukları dilde oldukça hoş görülü liderlerdi. Türkiye’de karikatürü en çok çizilen lider olan Süleyman Demirel muhataplarını mahkemelerde süründürmek yerine, görmezden gelmeyi tercih etmişti. Erbakan’ın kendini koruma yöntemi muhatabını küçümsemesiydi. “Mübareklerle” uğraşmaya değmezdi. Alparslan Türkeş “başbuğ” olarak dokunulmazdı. Ancak 1990’larda Çapraz Ateş programında Kürt sorununu tartıştığı HEP’li Orhan Doğan’a “ama siz de beyefendi” diye başlayan tartışma dilindeki üslubu unutmak mümkün mü? Bülent Ecevit ise siyasete muhatabına “sayın” diye hitap etme inceliğini kazandırmıştı. O günün sert adamları bugünkü siyaset adabında zarif kalıyordu.
Liderlerin kendilerine dönük eleştirilere gösterdiği hoşgörü aslında demokrasi kültürünü, çoğulculuğu ve eleştiriyi ne kadar içselleştirdiğinin kriteriydi. Bu kriter geçmişin liderlerinde parlak bir demokrasi karnesi olarak gözükmese de günümüzle kıyaslandığında bütünlemeden geçebilecek bir yeterlilikteydi.
Acaba o liderler mahkeme ve devletin gücünün arkasına saklanmayacak kadar gururlarına düşkün değil miydi? Acaba o liderler karizmayı eleştiri karşısında çizilecek bir kırılganlığın ötesinde taşıdıkları için mi eleştiriye karşı daha müsamahakârdı?
Arka arkaya haberler yayınlanıyor:
Erdoğan’a hakaretten 16 yaşındaki çocuklar, eski milletvekilleri, savcı ifadesini almadan tutuklanan Onur Kılıç, Edirne, Kocaeli’de şipşak kararlarla tutuklanan yurttaşlar… Bir de parayla terbiye edilenler var. Erdoğan geçtiğimiz Temmuz-Ekim döneminde hakaret davalarından 275 bin lira kazanmıştı. Oysa benzer bir davayı sağcı lider Sarkozy de yaşamıştı. Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin geçişinde "Defol Git, Zavallı Aptal" pankartı taşıdığı için solcu Hervé Eon'a Laval Mahkemesi, ertelemeli sadece 30 avro para cezası vermişti
Aslında belki de amaçlanan lider kültünün dokunulmazlığının tesis edilmesi için yasaların ve devletin her türlü gücünü sonuna kadar kullanma iradesiydi. Liderin adını ağzına alan iki kez düşünmeliydi. Ağır bir bedele katlanmak zorunda kalınırdı. Öyle bir ibret olmalıydı ki liderin saygınlığı, ulaşılmazlığı sağlanabilsin.
Yani lidere “dokunan yanardı.”
Bir de 21. yüzyılın diktatör karikatürü Kuzey Kore liderleri var. Babadan oğula geçen ve üç kuşaktır süregelen bu silsilede “güya” halkın bu diktatörlere verdiği unvanlar çok ilginç: Bakın 2. kuşak Kuzey Kore lideri Kim Jong İl’in ülkedeki unvanları hangileriymiş:
“Eşsiz lider”, “Bilge lider”, “Üstün kişi”, “Anavatanın güvencesi”, “Güneşin yol gösteren ışını”, “İradeli, yenilmez demir komutan”, “Emsalsiz lider”, “21. Yüzyılın büyük güvencesi”, “Cennetten gelmiş büyük adam”, “Yenilmez ve daima muzaffer general”, “Büyük adam, başarıların adamı”
Devletin ve partinin gücünü arkasına alan bu liderlerin kılık kıyafetinden, saç traşına kadar hemen her tutum ve davranışlarının örnek alındığı bir ülkeden söz ediyoruz.
Türkiye’de ise böylesi bir mutlak güç yok ama geleneksel “şeyh uçmaz, mürit uçurur” eğilimi ile lidere atfedilen benzer bir güç ve tanım olduğunu söyleyebiliriz.
Dedik ya! Şeyh uçmaz, mürit uçurur gerçeğiyle lidere dönük övgüler de o kültün oluşturulması açısından çarpıcı örneklerle maluldü.
Kim cennete gidip oradan “oradakiler Erdoğan’a oy verin dediler” diye döndü? Rize İyidere’nin geçirdiği beyin kanaması sonrası açıklama yapan, AKP’li Belediye Başkanı Ahmet Mete. Devam edelim:
“Erdoğan Allah’ın bir lütfu” (Adnan Şenses) ,
“Ezeli ve ebedi liderimiz”, (Sonradan olma AKP’li Süleyman Soylu)
“Erdoğan’a dokunmak bile ibadettir…” (AKP Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin)
Tüm yollar önce Allah’a, sonra Başbakan’a çıkar” (Şarkıcı Doğuş),
“Başbakanımız bizim için ikinci peygamberdir” (AKP Aydın İl Başkanı İsmail Hakkı Eser)
“Allah’ın bütün vasıflarını üzerinde toplayan bir lider var” (AK Parti Düzce Milletvekili Fevai Arslan)
Başka?... Başbakanımızın çıkacağı televizyon yere konmaz…” (Çayeli Belediye Başkanı Rıza Çakır),
"Ülkemizde eğer Urfa şanlıysa, Antep gaziyse, Maraş kahramansa, Rize, İstanbul ve Siirt de mübarektir. Çünkü bu 3 şehir, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük liderinin doğmasına vesile olmuştur." (Egemen Bağış), Başbakanın yaptığını yapmak sünnettir.” (Agâh Kafkas, Sağlık Bakan Yardımcısı),
“Başbakan benim atamdır” (Yiğit Bulut),
“Tayyib’i üzmek Allah’ı üzmektir.” (Fatma Durmuş-Denizli’de çıkan bir kitaptan),
“Biz varsak siz varsınız, AKP iktidarı varsa istikrar var, yoksa yok” (Bülent Arınç, kimi bin yıllık geleneğe sahip İslami cemaatlere söylüyor) türü sözleri de aynı kategoride mütalaa edebilir.
Tabi bir de AKP Kırklareli İl Başkanlığı’nın o ünlü din istismarı var. AKP’liler bu ilde Hz. Muhammed adına düzenlenmiş AKP amblemli nüfus cüzdanı çıkardı. Peygamberin baba ve annesinin, çocuklarının ve eşlerinin, doğum ve ölüm tarihlerinin yer aldığı cüzdanda, Erdoğan da Hz. Muhammed'in çocukları arasında gösterilmişti. Yukarıda çizilen ve ifrata kaçan lider portresi kimi zaman AKP’lilerin bile eleştirisine muhatap oldu.
Bu defa yan cebe konan dini referanslarla kutsanan lider profiliydi. Ancak halkının yarısını ötekileştiren bir liderin yasaların ve tazminatların gücüyle o karizmasını koruması ve ulaşılmaz, dokunulmaz payesini edinmesi acaba ne kadar mümkün olabilir? Çünkü bu ülkede geçmişte “yansak da dokunacağız” diyenler oldu. Olmaya devam edecek.