Gazetecilik sektörü ile ilgili kelam ederken ille de gazeteci olmanız gerekmez.
Nasıl ki bu ülkede her sporsever spor yorumcusu, her anne doktor, her oy veren siyasetçi bilgeliği ile hareket ediyorsa, “bir edebiyat ajanı” da gazetecilik mesleği ile ilgili yorum yapabilir.
Mesele ülkesinin gerçeğini bilip bilmediği, gazetecilik sektörünün yaşadığı alt üst oluşu takip edip etmediğidir. Bilmeyip de ahkam kesene malumatfuruş diyoruz. Hele hele ‘mesleki adabını yıkılması gereken tabu’ sanıyorsa, terbiye sınırlarını da tartışabiliriz.
Barbaros Altuğ diye bir köşe yazarı var. Taraf’ta yazıyor. Mesleki kıdemini bilmiyorum. Araştırdım, bulamadım. Ancak -tıpkı farklı uzmanlık alanlarına sahip olanların köşe yazması gibi- edebiyat alanındaki gelişmeleri ve yorumları köşesine taşıyan bir yazarın varlığı kimseyi rahatsız etmez. Zira “süpermarkete” benzetilen gazeteciliğin yeni döneminde mutlaka o rafın ve üslubun da alıcısı çıkacaktır.
Benim itirazım Barbaros Altuğ’un yazısında kullandığı dil ve bakış açısına dair.
Altuğ’a göre Nuray Mert, Banu Güven –ikisinin ismi zikrediliyor- örneğinden hareketle kimi meslektaşlarımızın Birgün Gazetesi’nde yazacak olması ile “bit pazarında satılsa alıcısı çıkmayacak isimlerin” Bursa Köşk Gazinosu’nda iş bulması arasında bir fark yok.
Altuğ, Nuray Mert ve Banu Güven’i hedeflediği yazısında meslektaşlarımızı şu hakaretamiz üslupla değerlendiriyor; “bekçi Murtazalar geri dönüyormuş”, “epey kötü bir yazar olduğunu hatırladığım Banu Güven”, “halay kraliçesi Nuray Mert”, “adını saymak vakit kaybı olacak bir çuval işsiz bakkal, ulusalcı tartar, yeniden recycling yöntemiyle toplum hayatımıza kazandırılıyor…” Dahası var ama sabrın da sınırı var.
Barbaros Altuğ, Nuray Mert’e “halaycı” diye saldırırken o üslubu ve itibarsızlaştırma haberlerini kimlerin yaptığını biliyor mu?
“Halaycılık” Mert’in Kürt sorunu konusunda gösterdiği duyarlılığa verilen hatta kimi mevkutelerde tutuklanması için gerekçe gösterilen bir “ihbarcılık” değil miydi?
Bugün “bir çuval işsiz gazetecinin” neden işsiz kaldığı konusunda Altuğ’un herhangi bir fikri var mıdır?
Gerçekten o gazeteciler “bir zamanlar sahip oldukları hayran kitleleri tarafından hatırlanmaz oldukları” için mi yoksa otoriteye, iktidara muhalif bir duruş sergiledikleri için mi işsiz kalmışlardır?
Birgün gibi bugün medyada örneğine az rastlanan muhalif duruşu olan bir gazeteyi Bursa Köşk Gazinosu’na benzetmek hangi adaba uyar? Kime hizmet eder? Küstah bir dille Birgün’ü güya uyararak, “adamı suya götürüp susuz getirir bu bin bir oyun bilen halaycılar. Gazinonun elden gitmesi ihtimali var! Benden söylemesi” diye meşrebince dalga geçtiğini sanan bir “köşe yazarı”yüzümüzü kızartır.
Muhalif duruşları nedeniyle mesleğini kaybeden, -Altuğ türü bakış açısıyla- itibarsızlaştırılmaya çalışılan, tehdit olarak algılanan, siyasetin en üst makamları tarafından hedef gösterilen, sudan gerekçelerle işten çıkarılan, hiçbir medya kuruluşunun istihdam etmeye cesaret bile edemediği, sadece suretlerinin değil, isimlerinin ve mesleki ve siyasi duruşlarının unutturulmak istendiği, medyanın tek tipleştirilmesi sürecinin mağdur ve mazlumlarına yapılan bu saldırının ahlakı yoktur.
Altuğ’dan mesleki bir dayanışma –böylesi bir derdi olmadığı için- beklemek gereksiz olabilir. Ancak insaf ve yazı yazdığı sektörün evrensel ilke ve değerlerine göre hareket etmeyi istemek hakkımızdır.
Zira eğer Barbaros Altuğ lisanını kullanmış olsaydık. Google’da Nuray Mert diye yazıldığında 4 milyon 470 bin, Banu Güven yazıldığında 585 bin ve Barbaros Altuğ yazıldığında ise 328 bin sonuç bulunduğuna göre “kimin hatırlandığını” bir kez daha sorardık. Sormayacağız. Bırakalım, kendisini ifade edecek olanakları platformları yitirmiş gazetecilere bir tekme de ben vurayım, otoritenin yanında olayım, her zırvanın bir de tevilini bulayım diyen Altuğ’u –varsa- vicdanıyla baş başa kalsın.