24 Ağustos günü Havana’da, Kolombiya Hükümeti ile Kolombiya Devrimci Silahlı Kuvvetleri (FARC) gerillaların baş müzakerecileri, 4 yıl süren görüşmelerden sonra anlaşmaya varıldığını açıkladı. FARC’ın müzakerecisi Marquez “Savaşların en büyüğünü kazandık. Kolombiya’ya barışı getirme savaşını. Silahlarla yapılan savaş sona ermiştir. Şimdi fikirlerle yapılan savaş başlamaktadır” dedi.
Taraflar haziran ayında bir ateşkes anlaşması imzalamışlardı.
Yaklaşık 50 yıldır süren ve 220 bin Kolomibiyalı’nın yaşamını yitirdiği savaşın sona ermesi Kolombiya’da ve dünyada sevinç uyandırdı. Anlaşma gereğince, FARC gerillaları silahları bırakacak ve siyasal bir parti olarak sivil yaşama girecekler. Anlaşma 2 Ekim’de yapılacak bir referandumla kesinleşecek.
Anlaşmadan mutlu olmayanlar da var. Başını eski Cumhurbaşkanı Álvaro Uribe çektiği bir grup hükümetin fazla ödün verdiğini ileri sürerek anlaşmaya karşı çıkıyor. Özellikle FARC komutanlarının cezasız kalması, birçok Kolombiyalı için hazmedilmesi güç. Gerillalardan da memnun olmayanlar çok. Tüm yaşamları boyunca dağda, ormanda savaşmaya alışmış gerillalara sivil yaşama uyum sağlamak güç geliyor. “Silahsız bir hiçiz” diyor bir gerilla. Ancak kamuoyu araştırmaları anlaşmanın yüzde 60 bir halk desteğine sahip olduğunu gösteriyor.
Anlaşma 6 bölümden oluşuyor. Bir 'Hakikatler Komisyonu' kurulması ve suç işleyen gerillaların adalet önüne çıkarılması, gerillanın siyasal katılımı, silahsızlanma, uyuşturucu ticaretinin durdurulması, toprak reform ve anlaşmanın uygulanmasının denetlenmesi. Anlaşmaya göre, anlaşmanın imzalanmasından sonra 180 gün içinde FARC gerillaları Birleşmiş Milletler’in (BM) kurduğu kamplara gelerek silahlarını bırakacaklar. BM aynı zamanda anlaşmanın uygulanmasını denetleyecek.
İşlenen suçlarla ilgili özel mahkemeler kurulacak. Hafif suçlar için af çıkarılacak. İşkence, adam öldürme, tecvüz gibi ağır suçları işleyenler 20 yıla kadar hapis cezasına mahkûm olacak. Ancak suçlarını itiraf ederlerse cezaları indirilecek. Toplumsal projelerde çalışarak cezalarını çekebilecekler. FARC siyasal partiye dönüşecek. Buna bir geçiş olarak meclis de FARC temsilcilerine belirli bir sayıda yer ayrılacak. Bu temsilciler oy hakkı olmaksızın, barış anlaşmasının uygulanmasıyla ilgili konularda söz alabilecekler.
Kolombiya anlaşması ülkede büyük acılara yol açan bir savaşın nasıl sona erdirilebileceğini gösteren önemli bir model. Bu model tek değil. İrlanda’da, İspanya’da, Güney Afrika’da, Filipinler’de ve dünyanın başka yerlerinde iç çatışmaların nasıl sona erdirildiğini görme olanağı var. Bütün bu örneklerin ortak özelliği bir müzakere sürecinin başlatılması ve bu süreç sonunda bir barış antlaşmasının imzalanması. Buna karşılık, özellikle etnik sorunlardan kaynaklanan bir çatışmanın şiddete başvurarak çözümlendiğini gösteren bir örnek yok.
Başka ülkelerdeki örnekler, barış sürecinin birkaç aşamadan geçtikten sonra başarıya ulaştığını gösteriyor. Birinci aşama, hükümete karşı başkaldıran silahlı grupla bir temas noktası bulunması. İkinci aşama, silahlı grupla hükümet arasında kalıcı bir diyalog kanalı kurulması. Üçüncü aşama hükümet ve silahlı grubun müzakere masasına oturmaları. Bütün örneklerde, bir üçüncü tarafın anlaşmaya varılmasında yardımcı olduğunu görüyoruz. Bu bazen BM Genel Sekreteri, bazen bağımsız kişiler, bazen üçüncü bir devlet.
Kolombiya örneğinde, BM Genel Sekreteri’nin iki özel temsilcisi, ABD’li gazeteci James Le Moyne ve Norveçli siyasetçi Jan Egeland, FARC Lideri Manuel Marulanda ile görüşebilmek için aylarca beklemiş. Sonunda başkomutan yardımcısı Reyes’in aracılığıya görüşme yapılmış. İlk görüşme iki temsilcinin kafalarına silah dayandığı son derece güç koşullar altında gerçekleşiyor, ancak zamanla Marulanda’nın güvenini kazanıyorlar ve Marulanda BM’nin çözüm sürecinde rol oynamasını kabul ediyor.
Güney Afrika örneğinde, devlet başkanı Botha ile cezaevindeki Nelson Mandela arasında temasın sağlanmasında Dr. Barnard arabuluculuk yapıyor. Botha’nın sarayında birbirinden nefret eden bu iki devlet adamı gizlice buluşuyor ve çay içiyorlar.
ETA ile İspanyol hükümeti arasında temas kurulmasında ve müzakerelerin başlamasında Cenevre’deki Henry Dunant Merkezi ve onun başındaki Martin Griffiths önemli bir rol oynuyor.
İngiliz Hükümeti ile IRA arasında 1972’de gizli bir kanal kurulmuş. İlk temas Kuzey İrlanda sınırındaki bir evde gerçekleşiyor. Karşıt görüşler arasında bir yakınlaşma olmasa bile, İngilizler bu kanalı her zaman açık tutmaya özen gösteriyorlar. Çatışmanın sürdüğü 20 yıl boyunca bu kanal işliyor. Sonunda müzakereler, 1998’de 'İyi Cuma' anlaşması ile sonuçlanıyor: IRA’nın bağımsız bir uluslararası komisyonun gözetiminde silah bırakması da bu anlaşmanın bir parçası.
Bu örnekler akla şu soruları getiriyor: İç çatışmaların nasıl sona erebileceğini gösteren bunca örnek varken, biz neden bu örneklerden yararlanıp Türkiye’deki çatışmayı sona erdirmiyoruz? Sorunun şiddet yoluyla çözümlenemeyeceği bu kadar açıkken, neden hükümet ve PKK barışçı çözüm için bir irade ortaya koyamıyorlar? Uzlaşı kültürümüzün zayıf olması, sorunlarımızı şiddete başvurarak çözme alışkanlığımızın egemen olmasından mı? Yoksa, Türkiye’de insan yaşamı başka ülkelerden daha mı az değerli? Yoksa çatışma durumunun sürmesinden, insanların yaşamlarını yitirmelerinden taraflar siyasi kazanç mı sağlamak istiyorlar?
Başka bir soru şu: Bu savaşın bir galibinin olmayacağını, sorunun ancak barışçı yollardan çözülebileceğini taraflar da biliyor. Er ya da geç müzakere masasına oturmaktan başka bir çözüm yolu olmadığına göre, neden bir an önce bu yola girip çok sayıda genç insanın yaşamını yitirmesi önlenmiyor?
“Teröristle müzakere edilmez” argümanı geçerli değil. Çünkü daha önce müzakere yapıldı. Her devlet kendi “teröristi” ile müzakere ediyor. Abraham Lincoln, güneydeki isyancılara ilişkin övücü sözler söylediği için kedisine yöneltilen eleştirilere şöyle yanıt verir: “Niçin böyle diyorsunuz? Düşmanlarımı dosta dönüştürdüğüm zaman onları ortadan kaldırmış olmuyor muyum?”
“Çatışmada üstünlük sağlayayım. Ondan sonra müzakere masasına otururum” düşüncesi de doğru değil. Süre geçtikçe, acılar çoğaldıkça müzakere ortamından da uzaklaşılıyor. Tarafların birbirlerine olan güvenleri büsbütün azalıyor. Nefret duyguları artıyor.
Türkiye’nin her şeyden önce yönetimde, toplumda, basında savaşı değil barışı düşünen zihinlere gereksinimi var. Ondan sonra bir güven ortamı yaratacak adımlara. Her fırsatta milli iradeye sarılan bir iktidarın, 6 milyon oy almış, meclisteki üçüncü parti olan HDP’yi görmezlikten gelmesi hem kendisiyle çelişiyor, hem bir güven ortamı yaratılmasına yardımcı olmuyor.
En büyük zafer savaşta kazanılan değil, savaşa karşı kazanılan zaferdir. Barıştır.