MHP destekli AKP iktidarı, TBMM’ye yeni bir yasa teklifi getirdi. Teklif, kamuoyunda “dezenformasyon” yani “yanlış bilgilendirme” yasası olarak adlandırılıyor. Bu teklif, önümüzdeki günlerde AKP ve MHP oylarıyla TBMM’de kabul edilecek ve yürürlüğe girecek. Yürürlüğe girmesiyle de Türkiye’de ifade özgürlüğü alanı büsbütün daralacak. Yeni baskılar oluşacak.
AKP iktidarının bütün baskıcı yasaları gibi bu yasa da masum gibi gözüken bir perde ile bunun arkasındaki ifade özgürlüğünü katletmeye hazır bıçaklardan oluşuyor.
Yasada gözüken amaç, basın yasasına getirilen değişikliklerle internet haber sitelerinin süreli yayın siteleri kapsamına alınarak basın etkinliğine dahil edilmesi. Ancak internet siteleri için türlü yasaklar, cezalar geliyor. Bu yasakların, cezaların muhalif basına olduğu gibi muhalif yayın yapan internet sitelerine de cömertçe uygulanacağı kuşkusuz.
Yasanın genel gerekçesinde, internet ile “kişilik hakları ihlal edilen bireyler … haklarının korunması noktasında devletten beklenti içine girmektedirler. Devletin bu alandaki yükümlülüğü, temel hak ve özgürlüklerin korunacağı ve aynı zamanda ifade özgürlüğünün de güvence altına alınacağı düzenleyici bir rol üstlenmesidir.” deniyor.
Türkiye AİHM üyesi 47 devlet (Rusya’nın ihracından sonra 46) arasında vatandaşlarının ifade özgürlüğünü en fazla ihlal eden devlet. AİHM istatistiklerine göre Türkiye’nin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği toplam 418 karar var. Sadece 2021 yılında Türkiye aleyhine verilen ifade özgürlüğü ihlali kararı 31. Her iki kategoride de Türkiye birinci. Vatandaşların ifade özgürlüğünü ihlal eden AKP iktidarının, vatandaşların haklarının korunmasını devletten bekledikleri sonucuna nasıl vardığını bilmiyorum. Türkiye’de sorun bireylerin ifade özgürlüğünün devlet tarafından korunması değil, devlete karşı korunması. Söz konusu yasa teklifi de devlete karşı bireylerin ifade özgürlüğünün korunmasına olan gereksinimin altını bir kez daha çiziyor.
Muhalif basın için uygulanan resmi ilan ve reklam yasakları, basın kartı iptali gibi cezalandırmalar bundan böyle internet siteleri için de geçerli olacak. Bunların ayrıntısına girmeyeceğim. Teklifin en can alıcı hükmü, TCK’ya eklenen yeni 217/A maddesi. Sanki bütün yasa teklifinin amacı bu madde.
Buna göre “sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
Suçun, failin gerçek kimliğini gizlemek suretiyle ve bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkraya göre verilen ceza yarı oranında arttırılır.”
Yasa teklifinin genel gerekçesinden anlaşıldığı gibi, teklifin amacı internetle ilgili bazı düzenlemeler yapmak iken, bu madde çok daha geniş kapsamlı. Her türlü ifadeyi kapsamı içine almakta. İfade özgürlüğüne getirilen genel bir sınırlama niteliğinde. Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğü zaten ağır bir baskı altında. En masum eleştirileri yapanlar bile Cumhurbaşkanı’na hakaret suçundan yargılanıyor. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde Adalet Bakanlığı rakamlarına göre 35 bin 507 kamu davası açılmış. 6 yılda 9 bin kişi mahkum olmuş. Oysa AİHM kararlarına göre, “Cumhurbaşkanı’na hakaret” gibi bir suçun ceza yasasında yer alması dahi, ifade özgürlüğünün ihlali. Bunun yanında ağır baskılar, cezalar altında işini yapmaya çalışan bir muhalif basın ile iktidarın megafonu gibi çalışan bir yandaş basın var. Basın üzerindeki baskılar doğrudan hapis cezalarıyla, RTÜK, Basın İlan Kurumları’nın yaptırımları yoluyla gerçekleştiriliyor.
Oysa maddenin gerekçesini okursanız, Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğü sorunu olmadığını, her şeyin güllük gülistanlık olduğunu sanırsınız. Gerekçeyi yazan, sanki Türkiye’de yaşamıyormuş gibi, “Düşünce ve kanaat özgürlüğü, kamusal tartışma ve kanaat oluşumunu mümkün kılarak demokratik toplumun oluşmasına katkı sağlayan temel hakların başında yer almaktadır” diyor.
Gerek madde gerekçesinde, gerek genel gerekçede AİHM kararlarına yer veriliyor. Oysa AİHM’in ifade özgürlüğü kararlarındaki ilkelerine bundan daha aykırı bir düzenleme yapılamaz.
AİHM’in ifade özgürlüğüne ilişkin davalarda ilk incelediği konu, hükümetin müdahalesinin yasadan kaynaklanıp kaynaklanmadığı. Ama yasadan kaynaklanması yetmez. Yasanın açık, erişilebilir, öngörülebilir olması gerekir. En önemli koşul öngörülebilirlik. Yasanın öngörülebilir olması, bireyin yaptığı bir eylemin sonuçlarının ne olacağını önceden açıklıkla görebilmesi anlamını taşıyor.
Oysa bu yasa teklifi, belirsizliklerle dolu. Bilginin gerçeğe aykırı olduğuna kim karar verecek? Gerçeğin ne olduğunu hükümet mi saptayacak? Haber ya da bilginin hangi saikle yayımlandığı nasıl bilinir? Kamu barışını bozmaya elverişlilik ne demek? Bu yasa yürürlüğe girer ve AYM tarafından iptal edilmezse, örneğin TÜİK’in enflasyon rakamına itiraz etmek, doğru rakam budur demek pekâlâ bu yasa kapsamına girebilir. Bu yüzden gazeteciye de, vatandaşa da dava açılabilir. Böylesine belirsizliklerle dolu, sonuçları öngörülemeyen bir yasadan kaynaklanan devlet müdahalesi AİHM önüne gelirse AİHM başvurunun esasına girmeden, yasadaki belirsizliklerden dolayı ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verir.
AİHM başvurunun esasına girer yani devlet müdahalesinin demokratik bir toplum için geçerli olup olmadığını incelerse, şu temel ilkelerin ışığında karar verecek:
AKP iktidarı döneminde topluma yandaş basın araçlarıyla hakikat ötesi söylemler pompalanıyor. Türkiye’de estirilen aşırı milliyetçilik havasıyla hakikat ötesi söylemler birbirlerini besliyor. Hakikat ötesi söylemlerle halk hakikat olmayanlara inandırılmakla kalmıyor, aynı zamanda hakikat ile hakikat olmayan arasındaki fark kalkıyor. Neyin hakikat olduğunu bilmek güçleşiyor. Hakikat inançtan ibaret oluyor. Neye inanırsanız hakikat o oluyor. Bu hakikat ötesi söylemlerle, muhalifler vatan haini, terörist olarak damgalanıyor.
İktidar bakımından önemli olan halkın bildiklerinin, iktidarın halkın bilmesini istedikleriyle sınırlı olması. TBMM’de görüşülen yasa teklifinin amacı da bu. Gerçek amaç halkın korunması değil, iktidarın hakikat ötesi söylemlerinin korunması. Böylelikle halkın iktidarın bilinmesini istemediğini öğrenmemesi, hakikat ötesi söylemlere itiraz edilmemesi sağlanmak isteniyor. Örneğin Kuzey Suriye’de bir askeri operasyonun Türkiye için bir beka sorunu olmadığını, ya da Türkiye’nin ekonomik durumunun giderek kötüye gittiğini, halkın devlet eliyle yoksullaştığını söylemek bu yasanın kapsamına girecek. 3 yıl hapis cezasıyla cezalandırılacak.
Bu teklifin, Türkiye seçim ortamına girdiği bir sırada Meclis’e getirilmesi özel bir anlam taşıyor. Halk seçimini ancak bildikleri arasından yapabilir. Halkın bilgi alma hakkını iktidarın halkın bilmesini istedikleriyle sınırlayınca, seçimi de manipüle etmiş oluyorsunuz. Halk seçimini iktidarın çizdiği sınırlar içinde yapmak zorunda kalıyor. Bu nedenle yasa teklifi, seçimin meşruiyetine şimdiden gölge düşürdü.
Bir ülkedeki ifade ve basın özgürlüğü demokrasinin geldiği yeri ölçen bir barometredir. Bu yasa teklifiyle barometre, Türkiye’de demokrasiden ne denli uzaklaşıldığını açıkça gözler önüne sermektedir.