Demokrasi Konferansı 24 Haziran’da toplandı. Konferans, gerçek bir demokrasi şöleniydi. Türkiye’nin bütün renkleri oradaydı. Tüm hak arayan gruplar, ezilmişler bu konferansta bir araya geldi. Emekçiler, ekolojistler, kadın hareketi temsilcileri, KHK direnişçileri, sağlık çalışanları, engelliler, köylü ve tarım ile esnaf temsilcileri, Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, LGBTİ+’ler hepsi oradaydı ve bir aradaydı. Hepsinin hak taleplerinin altında demokrasi eksikliği yatıyordu. Konferans, bir çoğulculuk ve demokrasi örneğiydi. Her ses farklıydı ama bütün sesler bir yerde birleşti, tek bir ses oldu: Ekmek, özgürlük adalet. Çocuklarını, eşlerini yitiren anneler\ Gülsüm Elvan, Emine Şenyaşar, Cumartesi Anneleri, Barış Anneleri herkesi duygulandırankonuşmalar yaparken, LGBTİ+ temsilcisi sloganlarıyla, şarkılarıyla Konferans’a renk kattı. Tilbe Saran’ın açılış konuşması çok etkileyiciydi. Bu konferans böyle açılmalıydı.Konferans, uzun bir hazırlığın sonucuydu. 21 çalışma alanında toplanan 220’den fazla bileşen aylarca çalıştıktan sonra Konferans’ta sunulacak bildirileri hazırladılar/ Konferans bu çalışmaların üstünde kuruldu.Demokrasi Konferansı bir kez daha gösterdi ki; siyaset, siyasal partilerin aktörü olduğu iktidar ilişkileriyle sınırlanamaz. Demokratik siyaset, insanların kamusal alanda farklılıklarıyla birlikte, eşit olarak var olmaları, birbirleriyle tartışarak ortak yaşamlarını ilgilendiren konularda ortak bir görüş, ortak bir eylem iradeleri oluşturmalarına dayanır. Siyasetin amacı, iktidara gelmek değil, bireylerin özgür ve adil bir dünyada yaşamalarını sağlamaktır. Siyasal ile siyaset arasında ayrım yapmak gerekir. Demokrasi Konferansı, siyasal olmadan da siyaset yapılabileceğini gösterdi. “Siyasal”da ilişkiler hasmanedir. “Siyaset”te ise görüş farklılıkları mevcut olsa bile hasım yoktur. “Siyaset”te çoğulcu bir demokrasiden söz edilebilir. Demokrasi Konferansı, Türkiye’de başka bir siyaset anlayışını ortaya koydu. Konferansın başka bir önemli özelliği, kurucu unsurların hak talebinde bulunan gruplar olmaları. Konferansı hazırlayan çalışma grupları, konferansın kendisiydi. Herkes kendi adına konuştu. Gruplar da, bireyler de. Gruplar, konferansın hem öznesi, hem nesnesiydi: Bu nedenle konferans, önemli bir mücadele dinamiğini barındıran bir potansiyele sahip oldu.
“Konferans yapıldı, bitti. Herkes evine dönsün” demek olanağı elbette var. Ama konferansın içerdiği potansiyel, yarattığı umut, heyecan karşısında böyle davranacak davranmak hem demokrasi mücadelesi bakımından yanlış, hem de Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullarda sorumsuzluk olur. Konferansın yarattığı momentumu, heyecanı sürdürmek, konferansın taşıdığı potansiyeli bir sürece dönüştürerek yeni bir Türkiye’nin inşasında yararlanmak gerekir.Onu belirtmek gerekir ki, konferansın herhangi bir birlik kurmak gibi bir amacı yok. Konferansın amacı, toplumsal mücadele dinamiklerini bir araya getirmek, onları birbirine eklemlemek. Konferansa katılan ve katılacak olan bütün eşdeğerli taleplerden oluşan mücadele ağı oluşturmak. Böyle bir oluşum içinde örneğin kadın hareketi, hak taleplerini ileri sürerden emekçilerin de taleplerini göz önünde bulundurmalı, onlara da destek vermeli. Ya da KHK’lar sağlık işçileriyle birlikte yürümeli. Ya da herkes Boğaziçi öğrencileri ve öğretim üyelerinin yanında olmalı. Ancak böylelikle kolektif bir irade yaratabiliriz. Konferansın siyasal partileri etkilemek, onları bir araya getirmek gibi bir amacı da yok. Yukarıda da belirtildiği gibi, siyasalın dışında başka bir siyaset anlayışı getirmeyi amaçlıyor. Ama doğal olarak, demokrasi mücadelesi veren siyasal partilerle ilişki kurmak, onların mücadelesini de konferansın dinamiğine eklemek gerekir.Bundan sonraki süreçte, konferansın çalışma gruplarına dayanan yapısını korumak önemli. Süreç içinde bu yapı hem yeni çalışma gruplarıyla, hem de çalışma gruplarına yeni bileşenlerin katılmasıyla genişletilmeli. Çalışma grupları arasında bir homojenlik aranmaz. Her çalışma grubu farklı etkinlikler planlayabilir, farklı programlar yapabilir. Bununla birlikte,çalışma grupları arasında bir eşgüdüm sağlamak, çalışmaları, ortak bir hedefe yöneltmek amacıyla, çalışma gruplarının temsilcilerinden oluşan bir Eşgüdüm Komitesi’nin kurulması yararlı olur.Bunun yanında, konferans dinamiklerinin yerele inmesi gerekir. Yerel demokrasi konferansları düzenlenmesi, konferansın halkla daha yakın temas kurmasını, demokrasi mücadelesinin zenginleşmesini ve daha sağlam bir tabana oturmasını sağlayacak. 20 yıllık iktidarın sonunda AKP geride büyük bir enkaz bırakıyor. Her alanda bu çürümüşlüğü görüyoruz. Çürümüşlük, topluma da yayılmış durumda. Bu enkazı kaldırmak, devleti ve toplumu yeniden inşa etmek için kolektif bir kurucu iradeye gereksinim var. İktidar değişse bile, mevcut siyasal partilerin yapılarının böylesine radikal bir yeniden inşa operasyonuna girmelerine ne ölçüde izin vereceği kuşkulu. İktidar olmak devletin ve toplumun uğradığı bu ağır yıkımı gidermeye yeterli değil. Şimdiye dek, halka sunulan “düzeltilmiş” ya da “güçlendirilmiş” parlamenter demokrasi modelleri de bu amacı gerçekleştirmeye yeterli değil. Türkiye’de hak talebi olanlar, ezilmişler, dışlanmışlar, siyasal partilere güvenmiyor. Kamuoyu yoklamalarında kararsızların en büyük parti olması, boşuna değil. İspanya’daki Indignados (öfkeliler) hareketinin sloganı “Oyumuz var ama sesimiz yok”tu. Bu slogan, bugünün Türkiyesi için de geçerli. O nedenle herkesin sesinin duyulacağı yeni bir demokrasi hareketine gereksinim var.Ancak aşağıdan yukarıya doğru, halkın öznesi olduğu katılımcı, çoğulcu, müzakereci yeni bir demokrasiyle Türkiye’nin yeniden inşası gerçekleşebilir. Bu büyük enkazı kaldırma olanağı bulunabilir.Böyle katılımcı bir demokrasinin kurulmasında, Demokrasi Konferansı önemli bir rol oynama fırsatına sahip. Konferansın yapısı, bileşenleri, topluma, Türkiye’ye bakışı bunu gerçekleştirecek bir stratejiye öncülük etmesine olanak sağlıyor. Konferansı oluşturan çalışma gruplarının ortaya koyduğu ortak görüşler yeni bir Türkiye’nin ipuçlarını da veriyor.Bu hak talepleri toplumsallaştırılır ve bunları yaşama geçirecek bir katılımcı demokrasi programı topluma sunulursa, halkın kurucu güç olacağı yeni bir Türkiye’nin önü açılır.“Demokrasinin inşası” diyebileceğimiz böyle bir hareket için her şeyden önce Demokrasi Konferansı’nın sürekli bir yapıya kavuşması, var olan olanakları harekete geçirebilmesi ve topluma yayması gerekiyor.