Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 28 Mayıs 2013 tarihli Leventoğlu Abdülkadiroğlu/Türkiye kararında, Bahar Leventoğlu Abdülkadiroğulu adlı davacının evlendikten sonra, evlenmeden önceki soyadının tek soyadı olarak kullanılması yolundaki isteminin Türk yargısı tarafından reddedilmesi nedeniyle, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni özel yaşama ilişkin 8 ve ayrımcılık yasağına ilişkin 14 maddelerinin ihlal edildiğine hükmetti.
Abdülkadiroğlu kararı, 2004 yılında verilen aynı konuya ilişkin Ünal Tekeli/Türkiye kararını esas alıyor.
Eski Medeni Kanunun 153 maddesi evli kadınların kocalarının soyadını taşımasını öngörmekteydi. Maddede 2001 yılında yapılan değişiklikle evli kadın yazılı bir beyanla evlenmeden önceki soyadını kocanın soyadı ile birlikte kullanmak olanağına kavuştu. Ancak evli kadının kocanın soyadı olmadan evlenmeden önceki soyadını kullanmasına yasa hala izin vermiyor. Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülke arasında, evlenmeden önceki soyadını tek başına kullanmasına izin verilmeyen tek ülke Türkiye.
Ünal Tekeli kararındaAİHM, hükümetin görüşlerini de dikkate alarak şu sonuçlara ulaştı;
Hükümet’e göre evlilikte kocanın soyadının ailenin ortak adı olması aile birliğini korumak bakımından gereklidir ve Türk toplumunun geleneğine uygundur. AİHM bu görüşü kabul etmedi. AHİM’e göre bu gelenek kadını aile içinde ikincil konuma yerleştiriyor. Günümüzde geçerli olan kadın-erkek eşitliği ilkesi ve ayrımcılık yasağı bu geleneğin kadına empoze edilmesine izin vermez. Kaldı ki amaç aile birliğini korumaksa, bu amaç kadının evlenmeden önceki soyadının ortak soyadı olarak kabul edilmesiyle de gerçekleştirilebilir.
AHİM aile birliğinin sağlanması için ortak bir aile adına gerek olmadığı görüşünde. Ayrıca, kadının istememesine karşın, kocasının soyadını taşımak zorunda bırakılmasını, buna karşılık erkeğin böyle bir zorunluluğu bulunmamasını AHİM, aynı statüdeki kişilerin farklı işleme tabi tutulmasından kaynaklanan bir ayrımcılık olarak görüyor.
Üzerinde durulması gereken başka bir konu var. Bahar Abdülkadiroğlu, evlenmeden önceki soyadının kullanma istemiyle açtığı davada, AHİM’in Ünal Tekeli kararını mahkemenin dikkatine sunuyor. Ancak hem ilk derece mahkemesi, hem de Yargıtay Ünal Tekeli kararını görmemezlikten gelerek davacının istemini red ediyor.
Bu da yetmezmiş gibi, Anayasa Mahkemesi 10.3.2011 tarihli kararında, Medeni Kanunu’nun “Kadın evlenmekle kocasının soyadını alır” hükmünün Anayasa’ya aykırı olmadığı sonucunda vardı. Kararın gerekçesinde, “Türk toplumunun temeli olan aile birliği ve bütünlüğü”, yasa koyucunun takdir hakkını “eşlerden birisine öncelik tanıyacak biçimde kullanılmasının hukuk devletine aykırı bir yönü bulunmadığı” gibi görüşlere yer vermekte. Anayasa Mahkemesi’nin bu görüşleri ile AHİM’in görüşleri arasındaki çarpıcı bir çelişki var.
Anayasa’nın 90 maddesine göre “… temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır”.
Anayasa’nın bu maddesi uygulanmayan bir madde. AHİM’in konuya ilişkin kararı davacı tarafından mahkemeye sunulmasına karşın dikkate alınmıyor. Yargıtay da bu kararı onaylıyor. Anaysa mahkemesi ise bu karara taban tabana zıt bir karar vermekte sakınca görmüyor.
AHİM 60 yıla yakın bir süredir oluşturduğu içtihatla Avrupa’da bir ortak hukuk alanı oluşturdu. Bu ortak hukuk alanındaki devletler, AHİM’in oluşturduğu ilkelere, standartlara uyum sağlamak için yasalarını değiştiriyor, gerekli başka önlemleri alıyor. Türkiye’nin ise yukardaki değinilen örneklerden de anlaşılacağı gibi, Anayasası’ndaki hükümlere karşın, içinde bulunduğu ortak hukuk alanına uyum sağlamak gibi bir sorunu yok. Türkiye’deki insan hakları sorunlarının bir türlü çözüm bulunamaması, Türkiye’nin AHİM’de aleyhine en fazla ihlal kararı alınan ülke olması bundan kaynaklanıyor.
Öte yandan, Türkiye Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruyu kabul etti. AHİM iki yıllık bir deneme döneminden sonra Anayasa Mahkemesi’nin etkili bir iç yargı yolu olup olmadığına karar verecek. Yukarıdaki düşünce yapısının egemen olduğu bir Anayasa Mahkemesi’nin vereceği kararların, AHİM tarafından “etkili bir iç yargı yolu” olarak değerlendirilmesi güç gözüküyor.