"Özgürlükler Evi", uluslararası saygınlığa sahip bir sivil toplum kuruluşu. Dünyadaki özgürlüklerin durumuyla ilgili olarak her yıl bir rapor yayımlıyor. 195 ülkede özgürlüklerin durumunu inceliyor.
2020 raporunda ABD dahil birçok ülkede özgürlüklerin gerilediğinin altını çiziyor. Raporun Türkiye ile ilgili olarak çizdiği resim hiç iç açıcı değil. 83 ülkenin özgür, 63 ülkenin kısmen özgür, 49 ülkenin ise özgür olmayan ülkeler olduğunu belirten raporda, Türkiye özgür olmayan ülkeler kategorisinde yer alıyor. Bu da yetmezmiş gibi Türkiye son 10 yılda özgürlüklerin en çok gerilediği ikinci ülke. Birinci Burundi.
Raporda Türkiye’deki özgürlüklerin durumunu belirten gerçekçi saptamalar var. Örneğin, 2016’daki darbe girişiminin, muhalif olanlara karşı dramatik önlemler alınmasına yol açtığı, 2017 Anayasa değişikliğinin tüm iktidarın Cumhurbaşkanı’nın elinde toplanması sonucunu doğurduğu belirtiliyor. Hükümetin muhalefetin ileri gelenlerini terörizm ya da Cumhurbaşkanı’na hakaret gibi suçlamalara başvurarak tutukladığı, Suriye’deki operasyonları sosyal medyada eleştirenlerin tutuklandığı, Kavala ve arkadaşlarına inandırıcı kanıtlar olmadan açılan davanın ve AİHM kararına karşın Osman Kavala’nın serbest bırakılmamasının da gösterdiği gibi, insan haklarıyla uğraşan sivil toplum üzerinde baskılar bulunduğu görüşlerine yer verilmekte.
Basın özgürlüğü ile ilgili olarak rapor, ana akım medyanın aynı başlıklarla hükümetin görüşlerini yansıttığı, bağımsız gazete ve web sitelerinin ağır bir baskı altında bulunduğu, gazetecilerin tutuklanması ve iletişim kanallarının kapatılmasının Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesinden sonra arttığı belirtilmekte.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü konusunda, hükümeti eleştiren toplantıların güvenlik nedeniyle yasaklandığı, hükümeti destekleyen toplantılara ise izin verildiği ifade edilmekte.
Türkiye’de özgürlüklerin ne durumda olduğunu öğrenmek için, biz Türkiye’de yaşayanların Özgürlükler Evi raporuna gereksinmemiz yok. Yaşayarak biliyoruz.
Sadece geçtiğimiz birkaç gün içinde olanlar Türkiye’nin ne denli özgür bir ülke olduğunu anlatmaya yeterli.
İstanbul Valiliği, 5 Mart günü aldığı bir kararla "Savaşa Hayır" demek amacıyla yapılacak miting, yürüyüş, basın açıklaması, imza kampanyası, bildiri afiş dağıtımı gibi eylem ve etkinlikleri yasakladı. Bunu 6 ildeki yasaklamalar izledi.
Valiliğin yasaklama gerekçelerinin arasında, "savaşa hayır" demenin "milli, vicdani ve insani değerlere" aykırı olması var. Başka bir deyişle, Türkiye’de savaşı desteklemek, "milli, vicdani ve insani değerlerimize" uygun, ama barışı savunmak bu değerlere aykırı. Oysa, barış içinde yaşamak bir insan hakkı.
1978 BM Genel Kurulu’nda oybirliğiyle kabul edilen bildiride, "Her insan ırk, din, dil, cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin doğuştan barış içinde yaşama hakkına sahiptir." deniyor. 2010 yılında İspanya’nın Santiago de Compostela kentinde yapılan ve dünyanın her yanından gelen STK’ların katıldığı bir toplantıda kabul edilen bildiride, bireylerin, grupların, halkların, adil, sürdürülebilir ve barış içinde yaşama hakkının vazgeçilmez bir hak olduğu belirtiliyor. Barış içinde yaşama bir temel insan hakkıysa, bireylerin bunu devlete karşı ileri sürme, devletten talep etme hakkı olduğunu da kabul etmek gerekir. Barışı istemek aynı zamanda ifade özgürlüğünün gereği. Oysa, Türkiye’de böyle bir hakkın ileri sürülmesi yasak. Barışı istemek suç. İktidara göre, savaşı desteklemek vatanseverlik, barışı istemek vatan hainliği. Kimin vatansever olduğuna iktidar karar veriyor.
Türkiye’nin neden özgür olmayan ülkeler kategorisinde yer aldığını gösteren başka bir olay Odatv Haber Müdürü Barış Terkoğlu, muhabir Hülya Kılınç’ın arkasından Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan’ın tutuklanmaları ve Odatv’ye erişimin yasaklanması.
Tutuklamaların nedeni, Libya’da şehit olan MİT mensubunu haber yapmaları. Tutuklamanın gerekçesi 2937 sayılı MİT Yasası’nın 27. Maddesi. Buna göre MİT mensupları ve ailelerinin kimliklerini, makam, görev ve faaliyetlerini ifşa edenler 3 yıldan 7 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılıyor. Oysa, daha önce Libya’da şehit olan MİT mensubuyla ilgili gazete haberleri yayımlanmış,TBMM’de bu konu dile getirilmiş, haberin gizliliği kalmamış. Ama bütün bunlar Odatv mensuplarının tutuklanmasını engellemiyor.
Oysa Anayasa Mahkemesi 2016 yılında, aynı suçtan ceza alan Can Dündar ve Erdem Gül’ün önceden açıklanan ve gizli niteliği kalmayan bilgi ve resimler nedeniyle tutuklanmalarını hukuka aykırı bulmuş, aynı zamanda bunun basın özgürlüğünü ihlal ettiğine karar vermişti.
AİHM’in bu konuda yerleşmiş bir içtihadı var. Gizli bilginin gizliliği kalktıktan sonra yayımlanmasının engellenmesi, ifade ve basın özgürlüğünün ihlaline yol açıyor. Gizli bir bilginin yasal olmayan yollardan elde edilmiş olması da bunu değiştirmiyor.
Observer ve Guardian/ İngiltere (1991) davasında, İngiliz Gizli Servisi’nden emekli bir kişi, Avusturalya’da yaşarken, İngiliz Gizli Servisi’nin çalışma yöntemlerini, yasalara aykırı uygulamalarını anlatan bir kitap yazar. Kitap İngiltere’de Observer ve Guardian gibi gazetelerde yayımlanmaya başlar. Savcılık, ulusal güvenlikle ilgili bilgilerin yayımlanmasını önlemek için yayım yasağı koydurur. Ne var ki kitap ABD’de yayımlanır. Ama yayım yasağı İngiltere’de sürer. İki gazetenin AİHM’e açtığı davada, kitap ABD’de yayımlanıp içindeki bilgilerin gizliliği kalktıktan sonra İngiltere’de yayım yasağının sürmesini, basının halkı bilgilendirme hakkına ve görevine aykırı buldu, ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verdi. Hükümetin, bilgilerin gizliliği kalksa bile yayım yasağının bu tür ulusal güvenlikle ilgili bilgilerin açıklanması bakımından caydırıcı etkisi olduğu görüşünü reddetti.
AİHM kararları, Anayasa Mahkemesi kararı, Anayasa’nın AİHM Kararlarının yasalardan önce geldiğine ilişkin 90. maddesi, basın özgürlüğüyle ilgili başka, savcı ve Sulh Ceza Hakimliği’nce dikkate alınmıyor. Sanki hukukun geçerli olmadığı bir boşluk var. Bu boşluk keyfi bir biçimde dolduruluyor.
Sadece son birkaç günde meydana gelen bu örnekler bile, Türkiye’nin özgür olmayan 49 devlet arasına neden girdiğini anlatmaya yeterli.
İktidarın insan haklarına, temel hak ve özgürlüklere yaklaşımını geçenlerde bir televizyon programında Sayın İçişleri Bakanı çok güzel açıkladı. Sayın Soylu’ya göre biz "kültürel terörizmle" mücadele ediyoruz. Kültürel terörizm nedir derseniz, Sayın Soylu bu kavrama açıklık getiriyor: "Sözde kadın hakları,... sözde insan hakları, sözde barış ve sözde ekolojik çevre… bunların hepsi giydirilmiş, örtü haline getirilmiş." Kimin tarafından? Terör örgütleri tarafından. Başka bir deyişle, barıştan, insan haklarından, kadın haklarından, ekolojik haklardan söz ediyorsanız, teröristsiniz.
Bir ülkede, İçişleri Bakanı bunları söylüyorsa, o ülkede demokrasinin ve insan haklarının durumunu anlamak için insan hakları kuruluşlarının raporlarına gerek var mı?