Soma’da 301 işçinin yaşamını yitirmesinden sonra sorumlu aranmaya başlandı. Gözaltı ve tutuklama kararlarından soruşturmanın madeni işleten şirket yöneticileri üzerinde yoğunlaştığı anlaşılıyor. Ancak, şirket yöneticileri yanında devletin sorumluluğu yok mu?
Devletin sorumluluğundan söz ederken devletin siyasal, idari, insan hakları hukukundan doğan sorumluluğunu ayrı ayrı ele almak gerekir.
Siyasal sorumluluk kusursuz bir sorumluluk. Büyük ölçüde insan yaşamının yitirildiği kazalarda, hükümet ajanlarının faaliyeti ile kazadan doğan zarar arasında bir nedensellik bağı bulunuyorsa, o makamın başındaki siyasal kişi, makamını terk eder. Bunun için ceza yargılamasının sonucunu beklemek gerekmez. İstifa ile başında olduğu kurumun sorumluluğunu kabul eder. Soma olayında, gerek Enerji Bakanlığı, gerek Çalışma Bakanlığı’nın faaliyet alanına giren işlemler ile kaza arasında bir bağlantı var. Enerji Bakanlığı, şirketi güvenlik önlemlerine bakmaksızın, insan yaşamı pahasına üretimi arttırmaya teşvik eden rödovans sözleşmesini yapan, işletmeye ruhsat veren kurum. Enerji Bakanı bundan çok kısa süre önce şirketi öven konuşmalar yaptı. Çalışma Bakanlığı şirketi denetleyen kurum. Çalışma Bakanlığı müfettişleri, madende çalışma koşullarında hiçbir kusur bulmadılar. Bu durumda Enerji ve Çalışma Bakanları’nın derhal istifası gerekir. Siyasal sorumluluk bunu gerektirir. Bunu yapmamak siyasal sorumsuzluktur. Türkiye gibi AKP iktidarı döneminde siyasetle sermayenin iç içe geçtiği bir ülkede ise iktidarın siyasal sorumluluğu elbette daha ağır olacak.
Özgür Gündem Gazetesinden Hayri Demir’in haberine göre, 2009-2014 yılları arasında ölümle sonuçlanan kazalar nedeniyle, istifa eden Başbakan ve Bakanlar şunlar;
Güney Kore Başbakanı Chung Hong-Won, 27 Nisan 2014’te 300’den fazla yurttaşın ölümüyle sonuçlanan feribot kazasını önleyemediği ve yeterince hızlı hareket etmediği için istifa etti.
2009 yılında Hırvatistan Ulaştırma Bakanı Bozitar Kalmeta, 6 kişinin öldüğü tren kazası sonrası istifa etti.
Japonya Ekonomi Bakanı Yoshio Hashiro, nükleer santral kazası geçiren Fukuşima şehrine “ölüm kenti” dediği için 2011’de istifa etti.
Kosta-Rika Ulaştırma Bakanı Karla Gonzales de 5 kişinin yaşamını yitirdiği köprü çökmesi kazası sonrası istifa etti.
Letonya Başbakanı Valdis Dombrovskis, 2013’te bir alışveriş merkezinin çatısının çökmesi sonucu 54 kişinin ölümüne neden olan faciadan bir hafta sonra görevini bıraktı.
Macaristan Ulaştırma Bakanı Pal Szaba, 4 kişinin öldüğü tren kazası sonrası istifa etti.
Makedonya Ulaştırma Bakanı Mile Yanakevski, 2009 Ohri gölünde 20 Bulgar turistin öldüğü tekne kazası sonrası istifa etti.
Mısır Ulaştırma Bakanı Muhammed Mansur, 2009’da Kahire’nin güneyinde meydana gelen ve 18 kişinin yaşamını yitirdiği tren kazası sonrası istifa etti.
Mısır Ulaştırma Bakanı Raşid el Mateeni, 2012 yılında yaşanan 49 öğrencinin hayatını kaybettiği tren kazası sonrası istifa etti.
Soma’da 301 işçinin ölümünden sonra Çalışma ve Enerji Bakanları’nın yukarıdaki listeye bakıp “Başka ülkelerde çok daha az kişinin öldüğü kazalarda bakanlar neden istifa ediyor ya da ben neden istifa etmiyorum” diye sormaları gerekmez mi? Sorduklarında kendi kendilerine verdikleri yanıt Başbakan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle buna izin vermemesi midir? Bakanların istifası konusunda gözlemlerimiz, istifanın zamanlamasına bile Başbakan’ın karar verdiği otoriter yapının bireysel tercihlere izin vermediği.
Ölümle sonuçlanan kazalarda devletin insan hakları açısından sorumluluğunun kapsamını AİHM’in Öner Yıldız/Türkiye (2004) kararı ayrıntılı bir biçimde belirler. Öner Yıldız kararı 1993 yılında Ümraniye’de metan gazı nedeniyle patlayan ve 39 kişinin ölümüne yol açan çöplüğe ilişkin. Olaydan önce, gerekli önlemler alınmadığı takdirde, çöplüğün patlama tehlikesi bulunduğunu belirten uzman raporu var. Ancak ilgililer önlem almamış. Yargılamanın sonucu Ümraniye ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanları görevi ihmal suçundan yargılanırlar, 3 ay hapis cezasına mahkûm olurlar. Hapis cezası para cezasına çevrilir.
AİHM kararında şu görüşlere yer verir:
Öner Yıldız davasında, AİHM, ilgili makamların çöplüğün insan yaşamına tehdit oluşturduğunu bildikleri ya da bilmesi gerektiği halde önlem almadıklarını, bu konudaki yasal düzenlemenin yetersiz olduğu, mahkemenin, olayın yaşam hakkı boyutunu dava dışında bırakarak sorumluları sadece görevi ihmal suçundan yargıladığını ve hafif bir ceza verdiğini, dolayısıyla yargının ceza yasasının yaşam hakkının güvencesi olan hükümlerini uygulamadığını ve caydırıcı nitelikte bir karar vermediğini ileri sürerek Sözleşme’nin yaşam hakkına ilişkin 2 maddesinin ihlal edildiğine karar verdi ve davacı Öner Yıldız’a 45 bin Avro maddi ve manevi tazminata, ayrıca kazada annelerini yitiren üç çocuğun her birine 35’er bin Avro tazminata hükmetti.
Bu davadaki ilkeleri Soma’daki maden kazasına uygularsak şu sonuçlara varabiliriz;
İlgili makamlar insan yaşamında tehdit oluşturan bir durumun varlığını biliyorlardı ya da bilmeleri gerekiyordu. Soma’daki madende insan yaşamını güvence altına alan teknik önlemlerin alınmadığını gösteren raporlar var. Devlet Denetleme Kurulu raporu, Maden Mühendisleri Odası raporu bu tehlikeyi haber veriyor. CHP’nin 23.10.2013 tarihinde TBMM’ye sunduğu ve AKP’nin oylarıyla reddedilen araştırma komisyonu önergesinde bu tehlike açıkça belirtiliyor. Önerge şöyle diyor: “…yapılan teftişler sonucunda kesilen idari para cezalarının iş kazalarına engel olmadığı ve üstelik bu kazaların ölümle sonuçlandığı Soma’da yaşanan son olayla bir kez daha ortaya çıkmıştır… Bu ve benzeri olaylar göstermektedir ki, mevcut denetim yolları yetersiz kalmaktadır.”
Bütün bu uyarılara karşın madende güvenliği arttırıcı önlem alınmamıştır. Müfettişlerin denetimi etkili olmamıştır. Üstelik kazadan önce, bir kazanın olabileceğini gösteren fiziksel belirtiler bile dikkate alınmamıştır. İnsan hakları hukuku açısından bütün bunların sorumlusu devlettir. Kaldı ki, madenin mülkiyeti bir devlet kurumu olan Türkiye Kömür İşletmesi’ne aittir.
Savcılık tarafından yürütülen soruşturmada, 301 kişinin ölümüyle sonuçlanan bir kazada şirket sorumlularına isnat edilen suç taksirle adam öldürmedir. Mahkemenin bunu kabul edip etmeyeceği belli değil. Ancak yargılama bu çizgide yapılırsa, yani sorumlular kazadan doğan sonucu istememelerine karşın gerekli dikkat ve özen göstermemeleri nedeniyle yargılanırsa, yargının insan yaşamını güvence alma ve caydırıcı bir rol oynama görevini ne ölçüde yerine getirdiği tartışılabilir.
Ayrıca bildiğimiz kadarıyla denetim yapan müfettişler gibi hiçbir devlet görevlisine yönelik bir suçlama bulunmaması dikkat çekici.
Bu aşamada önemli olan ölen işçilerin ailelerinin savcılığa başvurarak şikayetçi olmaları ve bu yoldan davaya müdahil olmaları yani taraf olma yolunu ele geçirmeleridir. Bu onlara davayı yönlendirme ve gerektiğinde temyize gitme olanağı verecek. Ayrıca, böylelikle Anayasa Mahkemesi’ne ve AİHM’e bireysel başvuru yapabilecekler. Davaya müdahil olmazlarsa, bu haklarını yitirecekler. Bunun yanı sıra meydana gelen zarar nedeniyle tazminat davaları açmaları gerekir.
Kazadan önce olaylar zinciri insan yaşamına ne denli değer vermediğimizi gösterdi. Kazadan sonra iktidarın en çok kullandığı cümle “ölümler üzerine siyaset yapmayın”. Oysa 301 insanın yaşamını yitirmesinin, bunca çocuğun yetim kalmasının hesabı ancak siyaset yapılarak sorulabilir. Siyasetin amacı hesap sormak. Ancak toplumca siyasal, hukuksal tüm yollardan hesap sorarak insan yaşamının bedelini ödeyebiliriz. Yoksa ailelere acıyarak, gözyaşı dökerek değil.