Ödenekli tiyatroların perde açmasıyla, 2014/2015 sezonu başlayalı bir ay oldu – ve yaz boyunca gösterilerini sürdürmüş 1-2 sahne dışında diğer özel tiyatroların çoğu da artık “perde” demişken, benim “rekoltem” ne yazık ki şu ana kadar pek cılız!.. İDT’nda Ayşe Emel Mesci’nin sahneye koyduğu Heiner Müller’in çok boyutlu “Hamlet Makinesi”, Zeliha Berksoy’un “Kuvayı Milliye Destanı”nı sahnelerimizin en iyi oyuncularına okutması ve geçen yazımda değinmiş olduğum Dot’daki “Dövüş Gecesi”nin dışında izlediğim oyunlar ne yazık ki hiç umut verici değil.
Şu anda ayrıntılarına girmek istemediğim bu yapımları beğenmemiş olmamı, oyunculardan ziyade yönetim ile (eğer varsa!) dramaturjiye ve hiç kuşkusuz yerli oyun yazarlarımıza bağlamak istiyorum. Daha geçenlerde bir dostumuz, kimi küçük tiyatroyu kastederek “telif ödememek için oyunları kendileri yazıyor” gibi acı bir eleştiri getirmişti... Bu iddianın doğruluğunu tartışabiliriz elbet – ancak bence bundan daha önemlisi, tiyatroların “çalışmak” istedikleri metinler üzerinde daha çok çalışmaları gereğidir! Son olarak izlediğim özgün metinler olsun veya telif gerektirmeyen “tarihi” yabancı oyunların uyarlamaları – bunların her şeyden önce kendi içlerinde gereksiz tekrarlardan arındırılmaları, bazı aktüel olaylara aynı türdeki değdirmelerin yinelenmesinden kaçınılmalı ve hepten olduğunca daha kısa tutulmaları şart! Bunun da sorumluları, yazara çekinmeden “dur” diyecek olan dramaturg ve yönetmenlerdir – tabii ki, bu görevler aynı kişide birleşmiyorsa (!).
Yukarıda da belirtmiş olduğum gibi, daha sezonun başındayken (ve halen bazı düzeltmelerin yapılabileceğine inanarak) sözünü ettiğim yapımlara tek tek işaret etmekten kaçınıyorum – ancak en az ikisinin oyun süresi, üçte biri kadar kısaltılabilirdi – hem de içerik ve iletilerinden hiç ödün vermeksizin... Kimi fikirler özgün ve ilginç, bazı nükteler hoş, nice grotesk abartılar da alkış uyandırıcı olmuştur bu izlediğim oyunlarda – ancak bunların tekrarı ve tekrarı, acaba izleyicilerin zekâ düzeyinden kuşku mu duyuluyor izlenimini bile veriyor! Pek değerli genç ve de “alternatif” tiyatrocu dostlarımız, ne olur nicelik uğruna niteliği yitirmeyelim...
Tüm bunları üzülerek dile getirmişken, izlediğim bazı yapımlarda son derece başarılı genç oyuncuların öne çıktığını da belirtmekten büyük memnunluk duyuyorum – örneğin Esra Dermancıoğlu ile Ayşegül Uraz’ı coşkuyla alkışlayabilmemiz, yeni Türk tiyatrosu için güzel gelişmelerdir. Ancak – en başarılı oyuncu(lar) bile kötü bir metni/uyarlamayı/dramaturjiyi/yönetimi kurtaramaz!
Kenter Tiyatrosu’nda yıllardır keyif alarak izlediğimiz Engin Hepileri’nin geçtiğimiz sezonda kurduğu kendi “Tiyatro.iN”inde sahnelemeye başladığı, Kasım ayı boyunca da gösterimde olan Tracy Letts’in “Katil Joe” oyununda ise bu denge son derece başarılı biçimde sağlanıyor...
Oyunu ilk izlediğimde, onu başlı başına bir çeşit fars, büyük bir “şaka” olarak görmüştüm. Belki de, sonlarına doğru ortaya çıkan şaşırtıcı gelişme ile Amerika’nın kırklı/ellili yıllarının ucuz romanlarına, “pulp” öykülerine bir nazire olarak yazılmış olabilir – ancak en önemlisi, günümüzün en yetkin yönetmenleri arasında gördüğüm Mehmet Birkiye ile birlikte sahne alan sanatçıların oyuna kattıkları yorumlarıdır!
İkincil rollerde yer alan genç oyunculardan, dört dörtlük bir performans çıkaran Taner Ölmez’in yanına bu sezonda Öykü Karayel’in yerine Pelin Abay gelmiş. Oyunun en heyecan verici karakterini canlandıran Defne Halman ise, 2008 yılında Kenter Tiyatrosu’nda sergileyip tüm ödülleri topladığı “Victoria” performansından sonra bence yeniden tam anlamıyla “rolünü buldu”: Cinayet, uyuşturucu kullanımı/ticareti, ensest ve kızını peşkeş çektirme gibi öğelerin arasında diz boyu ilerleyen “Katil Joe” öyküsünün kesinlikle en ahlâksız karakterini sahneye taşırken kullandığı söylemler, dışa vurumu, beden dili ve özellikle dövüş sahnelerindeki o müthiş devinimlerine izin veren üstün kondisyonuyla, kendisini yıllarca izlemiş olan tiyatroseverlerin bile şaşakalmasına yol açıyor bu dört dörtlük profesyonel ve de alçak gönüllü tiyatro sanatçımız... Ahmak olduğu kadar düşüncesiz/ahlâksız babayı canlandıran Mehmet Birkiye ise sanki kendi rolüyle dalga geçiyor gibi geldi bana ve bu bağlamda –belki de abartıyorum!– birazcık Brecht’sel bir “yabancılaştırma” sezinlemek istedim. Engin Hepileri’ye gelince, ne desem ki... Olağan şablonlara uymayan azılı katil olarak umulmadık bir kibarlık, tutarlılık ve romantizm sergiliyor – ve izleyicileri tabii ki şaşırtıyor bu özellikleri/tavırlarıyla. Ancak burada da, 25.000 Dolar karşılığında hiç tanımadığı kişileri gözünü kırpmadan öldürebilen canavarı simgelerken, kanımca aynen Birkiye’de olduğu gibi, bazı belirli ironi öğelerini ortaya çıkarıyor – kimi izleyicilerde “narsizm” tanımlamasını bile uyandırırcasına!.. Özetle, iyi bir oyun sergileyen gençler ve onların başarımını da geçmiş Halman’ın yanı sıra, oyuna kanımca bir çeşit parodi havasını aşılayan iki usta da var karşımızda.
“Katil Joe”nun parmak ısırtacak (ve nice ödüller de kazanmış) bu cast’ının dışında, yönetiminin de usta ellerden çıkma olduğu hemen belli oluyor – karşılıklı olarak birbirlerinin kuyusunu kazmaya hazır olan aile fertlerini barındıran “ev” bozmasının kullanımından, oraya gelen herkesin önce pencereden görülüp (görünmeyen) köpeğin vahşice havlamasıyla “anons” edilmesinden, keza oyunda görülmeyen anne ve sevgilisinin sanki aramızdaymış gibi anılmasından, oyunun sonundaki dudak uçuklatan dövüş sahnesine kadar (sahi, bunun için acaba özel bir “dövüş yönetmeni” gerekmedi mi?!)... Ya video ve projeksiyon etmenlerinin kullanımına ne buyurulur?! Bir yandan sahnenin solunda duran televizyonda izlenen film kesitlerinin babanın sözleri/devinimleriyle ilişkilendirilmeleri, ancak en başta bu dev aygıttan çıkarak sahnenin geri planındaki perdede simgelenen cinsellik ile ilgili, canlı olarak gösterilemeyen görüntülerin oyuna bambaşka bir derinlik kattığını hemen fark edeceksiniz!.. Cem Yılmazer’in elinden çıkma ışık ve sahne tasarımı da bu bütünlüğü yetkin bir şekilde tamamlıyor kuşkusuz.
Bu oyunu geçtiğimiz Mart ayında “Tiyatro... Tiyatro...” dergisinde irdelerken, ondan tam on yıl önce Kenter Tiyatrosu’nda Mehmet Ergen’in yönetimindeki Martin McDonagh’ın “Inishmore’lu Yüzbaşı” oyununda “yarı şaşkın, yarı ermiş davranışlarıyla (...) oyundaki güldürü öğesini ortaya çıkaran(...)” baba rolündeki Mehmet Birkiye ile “sakarlığı ve çaresizliği oldukça iyi biçimde dışa vuran (...)” Engin Hepileri’nin aynı sahneyi paylaşmış olduklarına işaret etmiştim (tırnak içindeki bölümler, aynı derginin Şubat 2004 sayısında yer almış eleştiriden alıntılardır). O sıralarda Engin, genç Taner’in bugünkü yaşlarındaydı. Bugün ise, kendi kumpanyasının ilk oyununda başrolü üstlenirken, gene hocası Mehmet Birkiye ile birlikte o günlerde (özellikle ülkemizde) yeni sayılan “Suratına Tiyatro” türünün bir çeşit eleştirel/ironik yorumunu sunuyorlar!
*****
KATİL JOE 10, 17 ve 24 Kasım, saat 20.30
MODA SAHNESİ
http://www.modasahnesi.com
@roschist