Çoğu doğruya ve gerçeğe odaklanmış yansız ve özgür bilimle uğraşan on bir değerli hukukçumuz, Türk ve dünya kamuoyuna bir çağrıda bulundular.
Dediler ki;
1-İktidar, küresel salgın bahanesiyle cezaevlerini boşaltmak istemiş, bu yüzden gündeme taşınan af tartışmaları, TBMM’ye sunulan yasa önerisiyle somutlaşmış; ardından da iktidar partilerinin istekleri ve izlenceleri doğrultusunda benimsenerek yasalaşmıştır.
Bu ilk değerlendirme elbette yerindedir. Çünkü:
a-Cezaevlerimizde bulunanların sayısı, olması gerekenin çok üzerindedir. Dolayısıyla yıllardan bu yana sık sık gündeme gelen bir af yasasının çıkarılması elbette yerinde olurdu.
Ancak ülkemiz kamuoyu, hemen her dönemde af etkinliğine karşı çıktığı için, Anayasa bu işlemi güçleştirmiş, nitelikli çoğunluk aramıştır. İktidarlar da, bunu aşabilmek için af kurumuna başvurmadan yalın çoğunluk isteyen başka kurumlara başvuragelmişlerdir.
Bunların başında cezaevlerinde kalma süresini kısaltan "koşullu salıverilme" kurumu gelmektedir.
Böylesi kurnazca bir tutum, hiç kuşkusuz, yasa kotarma işlemi açısından etik değildir:
aa-Nitekim çıkarılan Yasa, -ki bu tür işlemlere de yasa demek zorundayız- ilkin eski ve hukuk dışı "hile-şeri’ye", günümüzün Türkçesiyle "yasayı dolanma" (fraude à la loi, frode alla legge, fraude a la ley), kanımızca doğru deyişle "hukuku dolanma" yönteminin günümüzde bile yaşadığını gösteren acı, üzücü, dahası utandırıcı bir örneğidir.
bb-Üstelik kotarılan Yasa, Türk yasama organının Tanzimat’tan bu yana "yok yasa, yap yasa" anlayışıyla davranmayı, yasama etkinliğinin doğuluca bir anlayışla bugün de sürdürdüğünü kanıtlamaktadır.
b-Bu işlem, birbirleriyle ilgisiz yasaların birlikte ele alınması biçiminde yasalaştığı ve uygulamayı güçleştirdiği için de yasama tekniği açısından sakattır.
Gerçekten bir süredir "(…) ve bazı yasalarda değişiklik hakkında yasa" adı altında benimsenip yayımlanan bütün yasalar, ne yazık ki, yasama tekniği ve uygulamayı güçleştirmesi açılarından, yasama etkinliği açısından sakattır.
Bu tür işlemler, bırakınız hukukun üstünlüğü, hatta hukuk devleti ilkelerini, ülkemizin günümüzde bile "yasa devleti" olamadığını gösteren çürütülemez kanıtlarıdır. Nitekim halkımız ve uygulama, bildiğimizce hiçbir ülkede görülmeyen bu türden yasalara "torba yasa"sı adını vermiştir. Nitekim aynı adlandırmayı bilim insanlarımız da, bu bildiride görüldüğü gibi, benimsemeye başlamışlardır.
Oysa hukukun temel ilkelerine, yani adalet, eşitlik ve ahlaka uygunluk ilkelerine; af kurumuna özgü ilkelere uyularak bir af yasası çıkarılabilir, böylece hem hukukun üstünlüğü gerçekleştirilebilir; hem de böyle bir yasayı kamuoyu da kolayca benimseyebilirdi.
Bu fırsat kaçılırmış; doğuluca ve doğru olmayan yöntemlerle eski hukuk anlayışında direnilmiş, "torba yasası’yla, bizce daha doğru deyişle "götürü yasalaştırma"yla dolaylı bir af yasası çıkarılmıştır.
2-Bildiride "Yasa, gerek hazırlık, gerekse yasalaşma aşamalarında muhalefetin, yargıda görevli hukukçuların, baroların, bilim insanlarının, sivil toplum kuruluşlarının, tek sözcükle siyaset dışında bulunanların görüşlerini dikkate almadan kotarılmıştır" denilmektedir.
Bu eleştiri kuşkusuz çok haklıdır ve yerindedir.
Bu eleştiriye karşı şöyle bir karşı çıkış akla gelebilir: "Bugüne değin hangi iktidar bu görüşlere değer vermiştir ki?!"
Bu karşı çıkış yerinde değildir. Çünkü kötü örnekler, ahlakta ve hukukta örnek olamaz. Dolayısıyla yasama sırasında yapılan eleştiriler değerlendirilmek, yerinde olanlar varsa buna uyulmak aklın ve dürüstlüğün gereğidir. Böyle yapılmadığı için bildiride belirtildiği gibi kaçınılmaz olarak "toplumun bütün bireylerinin özgürlük, güvenlik ve adalet istekleri ve beklentileri karşılanmamış, kamu vicdanı yaralanmış"tır.
3-Bildiride "İnfaz sisteminde mahkûmların denetimli serbestlik veya şartlı tahliye imkânlarından yararlanmasının kolaylaştırılması"ndan ve Yasa’nın bir ‘özel af’ mahiyetinde düzenleme" olduğundan söz edilmektedir.
Bu eleştiri ise özünde doğru, ancak iki açıdan eleştiriye açıktır:
a-Birincisi, "infaz sisteminde denetimli serbestlik" çağcıl bir önlemdir; vazgeçilemez.
Koşullu salıverme ise, hükümlünün ikiyüzlülüğe gerek duymaksızın içtenlikle uslanıp iyileşerek topluma katılmasının özendirilmesini, kendisine cezaevinin anahtarının verilerek güven duyulmasını, toplumsal yaşama özgürce sorunsuz olarak geçmesini ve bu arada cezaevinde disiplinin sağlayan "CEZANIN BİREYSELLEŞTİRİLMESİ" ve hapis cezasının "SORUMLULUK EĞİTİMİ BİLİNCİ"yle çektirilmesini sağlayan çok çok önemli bir kurumdur. Bu anlayış doğrultusunda iyileşmiş, hukuka saygılı, tehlikesiz ve uyumlu bir birey olarak topluma dönme izlenim ve umudu veren "hükümlü ödüllendirilmiş" olacaktır. Kurumun bu işlevleri yerine getirebilmesi için uygulamanın çok özenli ve duyarlı olması gerekir. Yasa’daki koşullar gerçekleştiğinde hükümlünün bu kurumdan yararlanması ona tanınan vazgeçilmez bir hak, dolayısıyla son çözümlemede hükümlüye insancıl hukukun verdiği bir ödüldür.
b-İkincisi ise, bu yasa, bildiride belirtildiği gibi, bir "özel af mahiyetinde" değil, tersine tam anlamıyla bir "GENEL AF"tır. Çünkü Türk uygulamasında "koşullu salıverme" kurumu, yukarıdaki belirtilen felsefesinden ve yörüngesinden bilinçsizce ve bütünüyle saptırılmış, bir "ÖRTÜLÜ GENEL AF" kurumuna dönüştürülmüştür.
Bu konuya basında bundan tam kırk dokuz yıl önce değinmiş ve T24’teki yazımızda da daha önce uzun uzun yer vermiştik (27 Mart 2020).
Sakın bunu yalnızca benim söylediğimi düşünmeyin. Bilim insanları da, hukuk fakültelerinde öğrenciler için yazdıkları ders kitaplarında bunları içleri acıyarak belirtmektedirler.
Elbette ben de öğrencilerime sürekli söylüyorum bunları ve, uygulamada çarpıklık giderilinceye değin de, söylemeyi sürdüreceğim, göreve bilinciyle.
4-"Bu yasada belirli bazı suçların yanında, muğlak terör örgütü üyeliği, yardım ve propaganda suçlamaları gerekçesiyle, gerçekte düşünce açıklamaları, kolektif özgürlük eylemleri veya basın faaliyetleri nedeniyle yargılanıp mahkûm edilen kişilerin başta ifade özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı olmak üzere anayasal hakları hiçe sayılmış", "suçluluğu sabit olmayan tutuklular yasa kapsamı dışında bırakılmış"tır.
Eleştiriler yine yerindedir: Çünkü;
a-Ülkemizde "terör" suçunun tanımını yapan 1991/3713 Terörle Mücadele Yasası’nın sayılı birinci maddesi "suçların yasallığı ilkesi"ne, özellikle de bu ilkenin "besbellilik" (lex certa, loi certaine, legge certa, ley segura) alt ilkesine uygun değildir; sınırları belirsiz ve yoruma açıktır.
Bunun sonucu olarak nice suçsuz insan, aylarca, hatta yıllarca cezaevlerinde yatmakta ve düşünceyi açıklama özgürlüğü sürekli tehdit altında kalmakta, örselenmektedir. Bu tehdit ve örseleme, bugün de bütün hızı ve acımasızlığıyla sürmektedir.
Dolayısıyla bu maddenin "besbellilik" ilkesine göre tezelden değiştirilmesi zorunludur.
b-Ceza Yargılaması’nda tutuklama işlemini çok güçleştirmesine karşın ülkemizde insanlar çok kolayca ve yoruma açık gerekçelerle tutuklanabilmektedir. Uygulamadaki bu durumu hukuk açısından açıklamak güç ise de, çıkarılan Yasa, duyarlı davranarak, adalet ve eşitlik ilkelerini gerçekleştirerek, bu sorunsalı bir ölçüde düzeltebilir ve insanlara rahat bir soluk aldırılabilirdi.
Ancak bu büyük bir fırsat, bilinçli ya da bilinçsizce kaçırılmıştır.
Çok yazık!
Prof. Dr. Sami SELÇUK(Eski Yargıtay Birinci Başkanı)(İ. D. Bilkent Ü. Hukuk Fakültesi öğretim üyesi)