ŞEHİR TELLALI New York - Londra - Roma |
Beyaz tahta atına binmiş başıboş dıgıdık bir seyirdesin… Mavi pijamanın üstüne üşüşmüş sapsarı yıldızlar... Küçük prens gibi portren. Daktilomun yanında karşımda duruyor, kahverengi porselen kap üzerinde.
Beni yıllar yıllar öncesine ait o mektubundaki “zamandan ve mekandan” bağımsız satırların arasına taşıyorsun. O yüzden, tavsiyene uydum bu sabah. “Bizim evin” önündeki Prospect parkında bir pazar sabahı yürüyüşüne çıktım. Demir parmaklıklara aldırmadan. Sarı, kırmızı, yeşil yaprakların, at kestanelerinin, kırık ağaç dallarının arasında, böğürtlenlerin dikenlerine rağmen. Toprağın ıslak kokusuna bir ıslık yakıştırıp, serinde buharlaşan nefesimin kesik kesik izinde. Beyaz kapaklı portatif Olivetti daktilo elinde, karşımda dineldiğin anı düşünüyorum.
Konu, Leonardo da Vinci’nin “Dünyanın Kurtarıcısı” tablosu. Rockfeller Center’daki Christie’s açık artırma evinde kırılan 450 milyon dolarlık yeni satış rekoru. Tabloyu New York’a gelmeden önce Londra’daki Christies’de sergilenirken gördüm. Aşırı temizlenmiş, neredeyse silinmiş gibiydi. 45,7X65,7 cm’lik yağlı boya İsa peygamber portresi. Şimdi eskisi gibi hep beraber olsaydık aramızda espri konusu olurdu. Amma da sana benziyor bu dünyanın kurtarıcısı diye şakalaşırdık. Saçları değilse bile parmakları kesin...
“Süper” açık artırmaların başladığı, yine bir kasım ayını hatırlatıyor bana. 1987’yi. Ekim ayında New York borsasındaki büyük çöküşün akabinde, meşhur “Siyah Pazartesi”nin üzerinden bir ay bile tam geçmemişti, New York’ta, Sothebys’ açık artırma evinde Hollandalı ressam Vincent Van Gogh’un “süsenler”/ Irises tablosu 53,9 milyon dolara satış rekoru kırdığında. Satışı Cumhuriyet gazetesine yazmıştım. Hayatında sadece bir tek tablo satabilen, sefalet içinde yaşayan ve ölümü intiharla gelen Van Gogh, böylece bir asır sonra “dünyanın en pahalı tablosu”nun yaratıcısı olmuştu, üstelik New York’ta.
Tablonun ilk sahibi, Van Gogh’un üç kez portrelediği, boya öğütücülerinden “baba” Julien Tanguy’du. 1892’de Van Gogh’un ilk destekçilerinden, sanat eleştirmeni anarşist Octave Mirbeau tabloyu 300 frank’a almıştı “baba”dan. Ondan sonra birden bire 1987’ye, büyük miktarların kazanılıp kaybolduğu bir yıla geliverdik. Tablo, ressamının onu tanımlayan “hastalığımın şimşek ileticisi” sözlerine yaraşırcasına şimşek gibi bir açıkartırmada “dünyanın en pahalı” tablosu unvanını kazandığında. Alıcı namzeti, durmadan batıp çıkan, maceracı, Avusturalyalı iş adamı Alan Bond’un süper fiyat artırma kudreti sayesinde. Bond, artırdığı fiyatı maalesef aynı hızla Sothebys’e bir türlü ödeyemeyince, açık artırma evi fiyatın yarısını kredi olarak üstlenmek zorunda kalmıştı. Sonuç mali bir fiyaskoydu ama yine de tablo iki yıl unvanını böyle korudu. Sanat dünyası açık artırma evinin bu vahim arsızlığını kulak arkası etti. Sonunda Los Angeles Paul Getty müzesi tabloyu 1990’da Sothebys’den satın aldığında, Van Gogh dünyanın en pahalı tablosu unvanını çoktan kaybetmişti.
Sanat ile para arasındaki savaşın başı diyeceğim ben. Sen gülümseyeceksin.
Evet, her şey o yıl, 1987’de başladı. Mart ayında Londra’da. Vincent Van Gogh’un “Ayçiçekleri” serisinden yeni ortaya çıkan tablosu sayesinde. Biri ikinci dünya savaşında imha olan yedi tablodan, sarı duvarlı bir düzine ayçiçeğini gösteren yağlıboya eser. Londra’daki Christies’de 39,9 milyon dolara satılıp açıkartırma rekoru kırdı önce. Eser maden milyoneri Chester Beatty’nin malıydı. Oğlu, tabloyu babasından ona kalan mirasın vergisini ödeyebilmek için satmıştı. Eseri Japon sigorta milyarderi Yasuo Goto almıştı.
Geçtiğimiz hafta New York’ta ölen feminist sergi yönetmeni Linda Nochlin, ressam Gustave Courbet’nin “Dünyanın Kökeni” adlı eserini, kamuoyuna ilk gösterecek olan Brooklyn müzesi sergisinin hazırlıkları içindeydi o tarihte. Nazilerin ikinci dünya savaşında gasp ettiği sanat eserlerinin sahiplerine geri verilmesi için yasal süreç yine o tarihlerde başlamıştı.
Kayıp şaheserlerin hayata, her şeyden çok da New York’a dönmeye başladığı tarih böyle açıldı.
O günden beri sık sık aynı heyecan aynı tartışmalar giderek büyüyen miktarlarla rekorlar geldi. Dünyanın Kurtarıcısı da kayıplardan doğan bir Leonardo tablosu. Uzmanlar kompozisyonun pek o kadar Leonardo tablosu kompozisyonu olmadığını düşünüyor. Olsa olsa usta, stüdyosunda belki bir fırça dokundurmuş olabilir tabloya. Olmayabilir de. Üzerinden geçen yüzyılların ve de restorasyonun iyice yıprattığı bir tual üstelik. Bir tek elleri sağlam esasen. Yüz ve saçlar üzerindeki aşırı restorasyon, bir de bunu telafi için yapılan aşırı temizleme, epey bir bölümünün silinmesinin nedeni. Christie’s yağlı boya eserin çok sık restore edildiğini, epey hasarlı olduğunu kabullenerek bir dürüstlük gösterisinde. Ama yine de hasar raporunu son ana kadar açıklamaktan kaçındı. Ayrıca satış kataloğunda eserin otantiklik garantisinin sadece beş yıl olduğunu kimsenin okuyamayacağı küçüklükte harflerle yazınca bütün dürüstlük çabalarına gölge düşürdü.
Dünyanın Kurtarıcısı’nın satış rekoru da karışık. 2013 yılında İsviçreli iş adamı Yves Bouvier, eseri 80 milyon dolara Sothebys’den aldı. 127,5 milyon dolara Rus milyarder koleksiyoncu Dmitry E. Rybolovley’e sattı. Christie’s Rybolovley’den tabloyu 450 milyon dolara alan alıcının kimliğini gizli tutuyor şimdilik. Astronomik alış satış rekoru sanatın, iş dünyasının bankalara tam güvenemediği zamanlarda para tutma, para aklama, bir yerden bir yere para taşıma ya da vergi yüküyle baş etme alternatifinin de göstergesi şüphesiz. Bir şeyler aklanırken bir şeyler karalanıyor. Açık artırma evleri de fırsat değerlendirmekte usta.
Dünya müzelerinde ve özel koleksiyonlarda binlerce “Dünyanın Kurtarıcısı” var bugün. Bunların arasında Leonardo’nun elinden ya da stüdyosundan çıkmış yirmiye yakın “Dünyanın Kurtarıcısı” mevcut. New York’ta açık artırma da satılan ve şu an dünyanın en pahalı tablosu unvanına sahip “Dünyanın Kurtarıcısı” hakikaten para ile satın alınabilecek son “da Vinci” de olabilir. Olmayabilir de... Açık artırma evleri, 1987’de Van Gogh’un satışını da “tarihi bir an” olarak nitelendirmişlerdi. Sonra yeni tarihi anlar geldi şüphesiz.
Sanat pazarının bu şafşatalı halini, 1987’lerde New York’ta yaşayan İngiliz sanatçı ve milyarder Damien Hirst, bir kurukafaya kazıdığı 8601 pırıl pırıl elmastan oluşan “Tanrı Sevgisi Adına” adlı hâlâ bir türlü tam satamadığı eseri ile yorumladı.
Floransalı, köylü bir anadan doğma, pratik, gerçekçi, bilim meraklısı, tablolarının yanısıra uçak yapma girişimleri, savaş makinaları, güneş enerjisi, doğa incelemeleri, sivil mühendislik çalışmaları sayesinde değil kendi yaşadığı zamanın, bugünün de çok ötesine hitap eden bir Rönesans dahisi Leonardo.
“Dünyanın Kurtarıcısı” adına yakışan astronomik fiyatına rağmen, ekonomik ve siyasi krizi giderek derinleşen günümüzde, sanat gücüyle paranın gücü arasındaki mücadeleye getiriyor sözü ister istemez. Bir de bu iki kuvvetin arasında, gerçek olup olmadığı şüpheli, iyiden iyiye hasarlı bir dünya tablosunun esasen ne kadar pahalı olduğuna.