ŞEHİR TELLALI New York - Londra - Roma |
Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına/ey ufuklar diyorum yolculuk var yarına... Şarkısını mırıldana mırıldana, kapılmasam da büyük ölçüde takılıp gittim. Affola. New York’un yazarı Susan Sontag’ın “takılma tutkusu” kelimesine döktürdüğü, 1977’de New Yorker dergisinde yayınlanan “Rehbersiz Tur” isimli yazısındaki yolcu misali:
“Gittim bile. Üzülerek, coşkuyla. Daha bir övünçle şakıyarak. Kayıp olan cennet değil. Tavsiye: Devam et, çatır çatır, tutmayın beni, yalnız giden hızlı gider. Hadi şu işi bir yola koyalım. Kalk, uyku tulumu. Burayı boşaltıyorum. Tak vitese gerini. Hızlı uyu, bize yastık gerek. Kız hızlı, oğlan sallanıyor. Bu kadar hızlı gidersem hiç bir şey göremem. Yavaşlarsam eğer- Her şey –o zaman da kaybolmadan önce her şeyi görememiş olurum. Her yer. Her yere gittim. Her yere gitmedim, ama gideceğim yerler listesinde o da var. Toprağın sonu. Ama bir de su var. Ah kalbim. Ve dilimde tuz. Dünyanın sonu. Bu dünyanın sonu değil!”
Tuzu dilimde benim de o denizin. O deniz ki, malum, bizim ortak tutkumuz, bugün halen ateşi alev alev şu gayretin sebebi. Buram buram bütün özlemlerin tercümanı olup, geçen hafta, demir parmaklıklara aldırmadan başladığım o “zamandan ve mekandan bağımsız satırların” arasındaki yolculukta ikinci mektup.
Londra’da deniz resimlerini sergileyen Amerikalı zenci ressam Kehinde Wiley’nin sergisindeyim. Bana Sontag’ı hatırlatan yağlı boya tablo, Wiley’nin aynı isimle Hollanda rönesansının usta ressamı Hieronymus Bosch’dan esinlenerek çalıştığı “Sersemler Teknesi” adlı eseri. Eser, Los Angeles 1977 doğumlu ressamın, Akdeniz’de çağdaş trajedileri konu alan tablo serisini noktaladığı gibi, izleyicilerini, sergilendiği Stephen Friedman galerisinin karşısında, aynı anda sahnelenen, yine aynı isimli kısa filmine yönlendiriyor. Ressam, “Narrenschiff” (Sersemler Teknesi) adlı filmini, 1975 yılında, “Mucizenin Peşinde” adlı eseri için, Amerika’dan İngiltere’ye olabilecek en küçük tekneyle gitmek amacıyla, tek başına Atlantik okyanusuna açılan Hollanda doğumlu gösteri sanatçısı Bas Jan Ader’e adamış. O yolculuğa çıkıncaya dek, 12 yıl gibi kısa sanat hayatında kendi gösterilerini fotoğraflayıp, filmlemekten oluşan, bunların arasında en çok 1969 tarihli “Beni Terk etme” adlı eseriyle tanınan Ader, “Mucizenin Peşinde” adlı eserini “yaşadığı” bu yolculuk sırasında kayboldu ve bir daha bulunamadı. “Okyanus Dalgası” adlı, “cep yatı” denen türden tek kişilik kabinli 5-6 metrelik yelkenli teknesi, dokuz ay sonra İrlanda açıklarında suya yatmış halde boş bulunduğundan beri Adler’ın akibeti meçhul. Teknesi ise bir İspanyol balıkçı tarafından getirildiği La Coruna körfezinden aynı tarihlerde çalındı. Böylece Adler, otuz üç yaşında deniz kayıpları arasına karışarak, “Mucizenin Peşinde” adlı asla “görünemeyecek” eseriyle “hayatını” sanata verdiğini gösterdi. Adler gibi iyi bir yelkenci olan kardeşi, sanatçının büyük dalgalarla boğuştuğu bir sırada tekneye olan bel bağının kopmasıyla denize kayarak öldüğünü düşünüyor.
Wiley, Adler’e atfettiği filmde, yağlı boya tablolarında portrelediği Afrikalı karakterleri kuş bakışı kamerasıyla açık bir denizde yüzerken kaydetmiş. Maxim Budnick’in müziği eşliğinde, gösterildiği odanın üç duvarında aynı anda sahnelenen “Sersemler Teknesi”nin görüntülerine, Guyanalı sinema sanatçısı Pounder’ın kadife sesi eşlik ediyor, edebiyat eleştirmeni filozof Fransız Michel Foucault’nun “Medeniyet ve Delilik” adlı eserinden alıntılar su gibi akıyor görüntülerin üzerinden:
“Hiç bir kaçış ümidi olmadan bir gemiye mahkum deli, binlerce koluyla onu kucaklayan nehre, binlerce yoluyla ona bağrını açan denize, her şeye, o büyük dış belirsizliğe teslim edilir. O artık en özgür, yolları en açık olanın ortasında hızla sonsuz yol kesimlerine mahkum bir mahpustur. En kıdemli yolcudur: ki bu, yol mahkumudur. Ve varacağı toprak ki bilinmez olur – geldiği karadan ayrılır ayrılmaz. Yalnızca ona ait olamayacak iki ülke arasındaki o çorak enginlikteki kendi gerçeğinin ve vatanının sahibidir...
Tutku deliliğin üstü kapalı ifadesidir.... Tutku doğanın insana bir bahşi olduğuna göre doğaya nasıl olur da ters düşebilir... “
Film, Martinik doğumlu Karayipli psikolog, felsefeci devrimci Frantz Omar Fanon’ın “Sefil Dünya” eserinden sömürgecilik üzerine bir dizi alıntı ile tarihe ve insanın talihine dair derin bir deryaya uzandı seyirdekileri düşünmeye mahkûm edip. Tuzlu, dalgalı, sıcak, genç, sevgi ve doğa dolu, epik.
Wiley, aynı zamanda Obama’nın Başkanlık portresini yapmak üzere seçtiği ressam. Şüphesiz Obama’yı sergilenen serideki portrelerindeki gerçekçi fırçasıyla portreleyecek. “Sersemler Teknesi” serisi, sanatçının, Obama portresinin fonuna da fırtınalı, dev dalgalı bir deniz trajedisi vaadi belli ki.