ŞEHİR TELLALI Newyork-Londra-Roma |
Roma’yı öğren dünyayı anla diye bir İtalyan atasözü var mı bilmem. Ama hepimizce bütün yolların Roma’ya çıktığı, hatta hatta Coloseum’un arkasından Palatine tepesine çıktığı malum. Kanımca, o yollardan birinden buraya gelen herkesin aklını başına getiren bu manzara, mutlaka bu sözü de getirmiştir buranın ziyaretçilerinin aklına. Hele hele sabahın erken saatleriyse... Henüz turist akınları oraya varmamış ise. Hele hele geceyi Roma bahçelerini gezerek, bir havuzdan ötekine uykusuz geçirmiş ve imparatorların saraylarının tek tek dizildiği Palatine tepesinden günü karşılıyorsanız... Alice’in harikalar diyarına girdiği gibi, önce Cryptoporticus, İmparator Nero’nun gizli tünelinden Roma medeniyetine indirir sizi karanlık, nemli ve serin koridor, dosdoğru Romulus ve Romus’u besleyen anakurtun inine. Roma’nın göbek bağının kesildiği bu karanlık inden yeni doğmuş bir bebek gibi 16. yy Farnese bahçelerinin içinde Anadolu’nun tanrıçası Kibele’nin tapınağına çıkarır. Birden bire zaman hayata gelir, etten kemikten biçimleniverir karşınızda. Tarih önünüzdeki alanda hareketlenir, geçmiş ve gelecek sınırları kaybolur. Her şey şimdiki zaman biçimini alır. Vaktiyle psikanalizi yaratırken Sigmund Freud’un buradan baktığında farkettiği zihin ve Palatine bağlantısını yakalarsınız sizde. İnsan ve medeniyet arasındaki tedavi imkanı asla bulunmayan o ebedi çelişki dipdiri dineliverir karşınıza. Bir kere insan hafızasına kayıtlanmaya görsün böylece hiçbir şeyin yok olmadığını hissedersiniz. Yolunuza dizelenir yıkılıp yeniden yapılan ve yakılıp harabeye dönüşen sıra sıra saraylar. Bunların gelmiş geçmiş en büyüğünün kapısı açılır önünüzde. Gökyüzü kadar büyük, cennet kadar ahenkli Altın Palas. Dünyaya ününü bir diktatör, cani ve megaloman olarak bırakan, 14yy İngiliz şairi Chauser’ın “burnu kaf dağında” sıfatıyla edebiyata geçirdiği imparator Nero’nun Altın Palas’ıdır bu!
Yedi tepeli Roma şehrinin kurulduğu tepe Palatine. İsmini bu toprakların ilk yerleşikleri Etrurya’lıların dilinde cennet, gökyüzü anlamına gelen “falas” kelimesine borçlu. Mars’ın ikiz oğulları Romulus ve Remus Forum’a 40 metre yüksekten bakan bu tepenin eteklerinden bir sepetin içinde Tiber nehrine bırakıldı. Onları bulup besleyen ana kurtun ini Lupercal da burada. Onları yetiştirip büyüten çoban kuzularını bu tepede otlatırdı. Romulus dünyanın en güzel şehrini kurmak üzere duvarını bu tepeye ördü. Remus duvarla alay edince Romulus kızıp onu bu tepede öldürdü. Önce antik cumhuriyet devrinde önemli zenginler, devlet adamları evlerini bu tepeye yaptırdılar. Tepe bir tarafından Forum’a diğer tarafından Circus Maximus’a dolayısıyla bütün Roma’ya hakim. İmparatorluk devrinde imparatorlar ve aristokratlar da saraylarını bu tepeye yaptılar. Saray bu sayede cennet ya da gökyüzü anlamına gelen Palatin tepesinden aldı “palas” adını. O gün bugündür zenginler, krallar, sultanlar ve bildiğiniz gibi bazı Cumhurbaşkanları bu tepedeki dillere destan gökkubbe boyutlarında, cennet palaslardan esinlenen kimileri tanrılara tanrıçalara tapınak olan meskenleri layık gördüler kendilerine. Buraya palas yaptıran imparatorlar arasında Augustus (IÖ 27-İS 14), Tiberius (İS 14-37) ve Domitian (İS 81-96) halen tepede yıkıntıları mevcut. Augustus ayrıca sarayın yanısıra bir de Apollo tapınağı yaptırdı tepeye. Karısı Livia’ya (İÖ 58-İS 29) ait bir başka saray ve yine onun yaptırdığı Anadolu’nun bereket tanrıçası Kibele’nin tapınağı var.
Roma’nın ilk imparatoru Agustus’un doğduğu ev, iki katlı tepenin en kendi halinde yapılarından. 2007 yılında Romalı arkeolog İrene Lacopi Agustus’un evinin altında Roma efsanesi Romulus ve Romus’u besleyen anakurtun inini buldu. Böylece şehre ait ünlü bir efsanenin temel öğelerinden biri gerçeklik haline dönüştü. Tepenin büyük yapılarından bir başkası İmparator Septimus Severus’a ait.
Ama sadece yedi tepenin değil, dünyanın en görkemli ve dillere destan sarayı Roma’nın beşinci İmparatoru Nero Claudius Ceasar Augustus Germanicus (İS 37-68) Altın Palas’ı tabii. Altın Palas aynı zamanda insan ve medeniyet çelişkisinin uzlaşmazlığının en uç örneği. 17 yaşında imparator olan Nero, megalomanyak bir diktatör. Sadece üvey kardeşini değil, öz annesini, iki karısını öldüren bir katil. İS 64 yılında Roma’yı mahveden yangını çıkartmakla suçlanan Nero’nun Palatin tepesinden Roma’yı seyrederken harp çalıp şarkı söylediği rivayettir. Mamafi yangın Altın Palas’ı da yakmış, kızgın halk intikam için Nero’nun sarayını yıllarca yağmalamış, üzerini çamurla kapatmış, ondan sonraki imparatorlar saraydan çıkardıkları heykelleri, sanat eserlerini, kolonları, altın, sedef ve fildişi kakmaları başka sarayların yapımında kullanmıştır. Saray’ın bahçesindeki yapma gölün yerine suçluların halk kalabalıklarının seyri önünde arslanlara yem edilerek cezalandırıldığı Colosseum yapılmıştır. Nero’nun Altın Palas’ının üzerini toprak, şarap bağları, bahçeler kapatınca bu dev saray yüzlerce yıl yeraltına geçmiş ama dillerden düşmemiş, hafızadan silinmemiştir.
15. yy'da yöreden birinin tepede yürürken açılan bir çukura düşmesi ve kendini sarayın ünlü odalarından birinde bulması sonucu Nero’nun Altın Palas’ı yeniden ortaya çıktı. Yöre halkının iki de bir, bir çukur bulup girip çıktığı yer haline geldi. Bu arada dönemin sanatçıları da Altın Palas’ı keşfettiler. Rafael ve Michelangelo da sık sık burayı ziyaret edip isimlerini duvarlara kazıdılar. Vatikan’nın duvar işlerinde Rafael, Nero’nun Altın Palas’ının duvarlarındaki fresklerinden esinlendi.
Domus Transitoria adlı saray Palatine tepesindeki en şahane mimari olarak nitelendirilir. Palatine tepesinden Maecenas bahçelerine kadar uzanan saray yaklaşık 2 km'lik bir alanı kaplar. 18 yy'da başlayan kazılar ilk önce Saray’ın fıskiyeli avlusunu, simetrik merdivenlerini, altın, mercan, lapis lazilus kaplamalı odalarını, nadir mermerlerden işlenen taban ve tavanları ortaya çıkardı.
Anlatmakla bitmeyecek bu şaşaa, altın kaplamalar, heykeller, resimlerle bezeli en az 140 oda, tavanları 11 metre yüksekliğinde en az iki kat, girişinde diktatör Nero’nun 30 metre yüksekliğinde güneş tanrısı pozundaki bronz heykeli, çevresinde sayısız bahçe, hayanat bahçesi, park ve bir yapma göl... diye devam eden bir süper fantazidir. Birinci katın geniş, birbirinin içine girip çıkan, hepsi birbirinden farklı biçimler ve büyüklüklerde duvarları, tavanları, tabanları birbirinden güzel işlerle bezeli salonlarının yanında bir de batı tarafında dikdörtgen bir avlu ve yaklaşık 50 merasim salonu mevcuttur. Bunların arasında parlak cam mozaik ile bezeli yedigen avlular, bu avluların her birine açılan en az 15'şer ayrı oda, bu odaların kiminin tavanı altın kaplamalı, Yunan mitolojisinden manzalarla süslü, duvarlarında envai çeşit kıymetli taş ve renkli cam, ayrıca fildişi ve sedef kakmalar vardır. Sekizgen büyük odanın üzerindeki beton kubbenin içi cam mozaiktir. Geniş dairesel odanın beton kubbesi o zamanın mimari harikası olduğu gibi, bu odaları ve kubbeleri döndüren mekanizmalar dönemin ki, İsa’dan sonra henüz birinci ve ikinci yüzyıl Roma mühendisliğinin mucizesidir. Bu salonların köşelerinden ve tavanlarından zaman zaman misafirleri çiçek ve parfüm yağmuruna tutan kapaklar gizlidir. Sekizgen odaların beş tarafından bulunan yan odaların üzerlerinden akıtılan suyla şelale haline gelen duvarlar, ayrıca sünger taşıyla kaplı yine yunan mitolojisinden desenlerle süslü 13 metre yüksekliğinde beton kuppesi vardır. Arka kısımda yeraltı havasını kuvvetlendiren ek fıskiyeler ve havuzların hepsinin birbirinden farklı nitelikleri mevcuttur. Kimileri güneşlenme odalarına açıldığı gibi serinleme, rahatlama odalarına açılan havuzlar da ayrıdır. Bunlar sadece birinci kata ait buluntular üstelik. İkinci kata dair buluntular sınırlı olduğundan henüz geriye kalan unsurlardan sadece sekizgen avlu, aynı zamanda altındaki kata ışık ulaştıran özellikleri , havuzlu küçük iki avlu, ayrıca işlemeli bir havuza uzanan kolonlu bir koridor tespiti yapılmıştır. 2009 yılında 7 metre yüksekliğinde bir çeper üzerinde dört daire mekanizması ile döndürülen bir yapı üzerine inşa edilen yemek salonlarından biri ortaya çıkarıldı. O zamana kadar efsane olan bu mekanizmanın varlığı kanıtlandığı gibi tahta tavanın altındaki küreler sayesinde aralarından akan suyla sürekli döner bir yapı olduğu tespit edildi. Sarayın tiyatroları, 25 km uzunluğundaki su kemeriyle beslenen hamamları üzerinde çalışmalar sürüyor.
Nero, malum! Sonu yine zihin ve medeniyet arasındaki çelişkinin kaçınılmaz sonu. Altın Palas’da arzuladığı saadeti yaşamayadan Palasının tamamlandığı yıl ayaklanan halktan kaçarken sıkışınca bıçağını kendi boğazına saplayarak ölmüştür.
Afrika sıcağını üfler Roma’ya doğru, rüzğarı ıslıkya söyler fakir avcının hikayesini. Hani, dile benden ne dilersenle mucize kabilinden ve tek bir şartla kral olan o fakir avcı. O lüks sarayda hayatın bütün güzelliklerine sahip yaşaması için tek şart sarayın arka taraflarında bir yerlerde ona men edilen o köhne kapıyı asla ve ne olursa olsun açmamasıdır. Avcı şartı kabul eder kolayca önce. Saraya yerleşir. Gel zaman git zaman zihninin gerisinde bir yerlere takılmış olan köhne kapı daha sık gelir olur aklına. Nihayet, kendini ne ile meşgul etmeye kalkışırsa kalkışsın bir türlü o kapıyı çıkaramaz aklından. Sonunda “ben Kralım bir köhne kapıdan mı korkacağım” deyip açar kapıyı sonuna kadar. Ve karşısında, viran, duvarsız, tavansız, tabansız, çukur delik, örümcekli, yıkık bir odada yıllar önce geride bıraktığı o zavallı fakir avcıyı, kendisini bulur yine öyle, hiç değişmemiş, otururken bir köşede.
www.sebnemsenyener.com