Gaye Su Akyol'dan Sıla'ya, Kalben'den Elif Çağlar'a, farklı türlerde müzik yapan 23 kadın müzisyen, Deniz Koloğlu'nun söyleşileriyle, Kara Plak'tan çıkan Müzikle Yaşayan Kadınlar kitabında buluşuyor.
Müzikle Yaşayan Kadınlar, müziği ve müzisyenleri ele alış tarzıyla zihnimde geçmişe dair bazı hisleri canlandırdı. Garip bir nostalji diyebilirim. Sebebini anlatayım…
Müziğin dijital dünyaya geçişini aşama aşama görmüş olmanın keyfini ve zorluklarını yaşamış o kuşağa mensubum: Kasetlerin içinde doğdum, bütçemin çok dışına çıkan CD'lere biriktirdiğim harçlıklarımla yatırım yaptım (şimdi hepsine ne yapacağımı bilmez bir şekilde bakıyorum), çok sevdiğim bir şarkının MP3'ünü bulmak için iki ay uğraştım (ve o sırada bilgisayar dışında MP3 çalacak bir cihaz olmadığı için halime yandım), ilk sürüm iPod'a burun kıvırdım sonra da bu yeni teknolojiyi göklere çıkardım… şimdilere bakınca büyük bir lüks içerisindeyiz sahiden: dilediğimiz her şarkı bir tık ötemizde. (Radyoda çalarken ilk duyuşta aşık olduğum, sonra tekrar dinleyebilmek için günler boyu radyo başında nöbet tuttuğum günlere selam olsun…)
Müzik dinleme alışkanlıkları dijitale uyum sağlamış olsa da (tabii arada çözülmesi gereken çok konu oldu, telif hakkı ve ödemeler gibi meseleler hâlâ havada) müzik yazarlığı ve yayıncılığı bu yeni dinamiklerle birlikte var olamadı. Sebebi çok… Dijital dünyanın yazıları kısaltıp hap içeriklere dönüştürmesi bir yana, herkesin her konuda fikir sahibi olduğu bu çağda, diğer fikirleri okuyup/dinlemekten ziyade, kendi zihnimizdekileri söylemenin peşine düşüyoruz sanki. İlk önce albüm tanıtımları/yorumları bundan nasibini aldı: yeni çıkan bir albümün iki saniyede indirilip dinlenebildiği şu çağda; tanıtımlar, yorumlar da rafa kalktı. Demiştik ya herkes kendi yorumunu öne çıkarma peşinde… Sonra röportajlar yavaş yavaş YouTube'a kaydı, sorular kısaldı, kısaldıkça daha oyuncaklı, esprili, şakalı bir hale dönüştü… Müzik arkada kaldı.
Müzikle Yaşayan Kadınlar ise tam da bu yüzden bende geçmişi çağrıştıran, keyifli bir his yarattı: Müzik yayıncılığının basılı mecralardan çekilmediği (çekilmek zorunda kalmadığı) dönemlerdeki gibi titiz ve kapsamlı röportajlara yer veriyor. Müziğe dair, sahici ve incelikli sorularla… Sevdiği müzisyenlere dair yazılan her şeyi okumaya sevdalı müzik sever bünyeler için büyük bir mutluluk kaynağı! (ki Deniz Koloğlu'nun aşadıdaki röportajında bahsettiği ,, hali hazırda gerçekleşmekte olan dönüşüm, yine bu bünyeler için umut verici.)
Benim romantikçe coşkulu bu hislerimi bir yana bırakalım… Deniz Koloğlu'nun iki buçuk yıllık bir çalışmasının ürünü olan bu kitap, yerel müzik sahnesinden farklı türlerde müzik yapan 23 kadın müzisyeni söyleşilerle bir araya getiriyor. Elektronik seslerle bambaşka diyarlara açılan Ah! Kosmos'tan, pop müziğine akılda kalıcı söz oyunları hediye eden Nil Karaibrahimgil'e, rock'ı bu coğrafyadan seslerle yeniden yorumlayan Gaye Su Akyol'dan; Elif Çağlar, Ayşe Tütüncü gibi cazın usta isimlerine kadar uzanan kitabın asıl meselesi, "kadın müzisyenler"le her türlü tanımlamadan, ayırıcı özelliklerden, etiketlerden, sınırlandırmalardan uzak müziğe dair konuşmak.
Açık Radyo'da hazırladığı programlarından da tanıyıp bildiğimiz Deniz Koloğlu ile kitabın hazırlanma sürecini, müzik yazarlığını ve dijital dünyayı konuştuk.
(Kalben ve kapaktaki Gaye Su Akyol fotoğrafları Aylin Güngör'ün objektifinden...)
Deniz Koloğlu: Müzikle ilgili kitaplar yayımlayan Kara Plak'la, Türkiye'de müzisyen kadınların görünürlüğüne dair bir çalışma yapma fikrinde ortaklaştık. Ben hayata geçiren oldum. Niyet, belirlediğim bu müzisyenlerin müzikle ilişkilerine, müziklerini yapış biçimlerine dair fikir sahibi olmaktı. Çünkü maalesef müzisyen kadınlar çoğunlukla "Müzisyen kadın olmanın zorlukları neler?" kıvamında sorulara maruz bırakılıyorlar. Halbuki Kalben'in de dediği gibi "Çok basit, erkek müzisyenlere hiçbir zaman erkek müzisyen olmanın zorluğu sorulmaz." Bu kısır döngüye bir çomak sokmak gerekiyordu, biz de onu yaptık.
Öte yandan, müzisyene "Müziğini anlatır mısın?" demek epey manasız bir soru kalıbı. Müzisyenle müziğini konuşmak arada hassas bir denge kurmayı gerektiriyor. Amacı ve yöntemi özetlemesi için Gaye Su Akyol'un şu ifadesi isabetli olur sanırım: "Yapılan soyut bir şeyi anlatmamı istersen tabii ki "İzah sanatı öldürür" derim. Müziği nasıl anlatabilirim ki?! şarkılarla ilgili bir şey sorulduğunda mümkün olduğunca anlatmamaya çalışıyorum. Çünkü belki de biri bambaşka bir hayal kurdu o şarkıya dair. Dediğim gibi bayılmıyorum röportaj vermeye. Ama çok değer verdiğim müzisyenlerin röportajlarından o kadar çok şey öğrenmişimdir ki!"
Ana kriter; sözünü, bestesini kendi yazan, yapan müzisyenler olmasıydı. Süreçlerinin, hikayelerinin merak edilmediğini veya benim merak ettiğim gibi merak edilmediğini düşündüğüm müzisyenlere ulaşmaya çalıştım. Müziği türlerine göre ayırmamaya özen gösterdim. Farklı üretim alanlarına bakmaya çalıştım diyebilirim. Bir yandan kendi müziğini yapan müzisyenlere bakarken bir yandan da Türkiye'den yükselen seslerin çeşitliliğini de olabildiğince sergilemeye çalıştım. Kimi yakından tanıdığım, kimi hali hazırda takip ettiğim; kimi çeşitli müzikal alanlarda iz sürerken, kimi bilgilisine danıştığım, tanıdık ve arkadaşlarımın tavsiyesi üzerine temas ettiğim isimlerdi. Sonuç olarak kişisel bir izlek üzerinden gittim. Bu seçkiyi oluştururken birilerini dışarıda bırakıyor olmanın farkındalığı ve sorumluluğu bana hep eşlik etti. Bu isim listesinin iç tutarlılığını sağlayan ana unsur, tüm müzisyenlerin müzikleriyle çok derin bir bağ kurmuş olmasıydı. Buna bizzat şahit oldum.
Selen Gülün'ün cevabı tabloyu bence güzel özetliyor: "Kendini cinsiyet kavramının dışında bir müzisyen olarak bir ortam içine sokmak müthiş zor bir şey, çünkü önce kadınsın! Ben ise sadece müzisyen olmak istiyorum ama kadın kimliğimden kurtulamıyorum, halbuki kurtulmak istiyorum." şahsen bu tamlamanın kullanılma sebepleriyle ilgilenmekten ziyade hangi alanda olursa olsun üretimleri ve üretim biçimlerini görünür kılmaya odaklanmakla ilgileniyorum. Rol modellerdeki cinsiyet dağılımını eşitlemek için benim seçtiğim yöntem bu.
Araştırma, soruları hazırlama, müzisyenleri belirleme, söyleşiler ve onları yayına hazırlamak iki buçuk seneyi buldu; müzisyenlerin kim olduğuna karar verirken bir yandan da soracağım sorulara dair notlar alıyordum. Bütün bunlara paralel olarak o müzisyenlerle ilgili okumalar, dinlemeler; müzik üzerine okumalar, kadının müzikteki görünürlüğüne dair okumalar, müzik bilgisine ve algısına güvendiğim arkadaşlarımla bu çerçevede görüşmeler yaptım.
Sonunda ortaya ortak bir soru listesi çıktı fakat tabii ki her müzisyene giderken üretim biçimlerine göre bu sorular tekrar şekilleniyor. Sıla Gençoğlu ve Nil Karaibrahimgil dışında tüm müzisyenlerle yüz yüze görüştük. Abartısız, her görüşme en az iki saat, bazısı üç saati aşkın sürdü. Sabırlarına ve açık yürekliliklerine gerçekten hayran kaldım. Her halükarda bütün müzisyenlere bu çalışmanın bir parçası olmayı kabul ettikleri için müteşekkirim. Söyleşilerde en üzerine titrediğim şey merkezde müziği ve müziklerini tutmaktı, ki doğru soruları yöneltme çabasının haricinde bu zaten ortaklaştığımız bir husus olduğu için hepsi de çok akışkan ve açık yürekli ve müzik odaklı muhabbetler oldu.
Yirmi üç farklı zihnin ve kalbin sözlerini, kelamını iletmenin sorumluluğunu taşıdığım için onların görüş ve duygularını topyekun bir değerlendirme pratiğiyle, bir hale veya duyguya indirgeme ihtimalinden imtina ediyorum. Bu sebeple Kara Plak'ı, beni ve tüm bu müzisyenleri etrafında toplayan, hepimizin hemfikir olduğu temanın tekrar altını çizmek isterim: Müzisyen kadınlarla –aslında müzisyenlerle- müziklerini konuşmak.
Berna Göl (kim ki o) kitabın yapılma ihtiyacını çok güzel ifade etmişti: "Tarihin yeniden yazılması gerektiğini düşündüğümüz için bunun, şimdinin tarihinin yazılması gerekiyor -bu da bir historiography (tarih yazımı) çalışması, şimdinin tarih yazımı. Karma müzisyenler olunca başka bir şey olacaktı, o da müthiş! Hepsinin yeri ayrı. Ama bence bir kadın müzisyen kitabı yapılmasının aslında erkekler veya kadın olmayanlar için de iyi olduğunu anlatabilmek çok önemli. Kadın müzisyenleri çalışmak uzun vadede erkekliğin performatif, zorunluluk ve yük olan kısmını da azaltacak bir şey."
Müzik yayıncılığının nereye evrileceğini bilmiyorum ama nelere ihtiyaç olduğunu görebiliyorum. Mesela eleştiri yazılarının ve müziği tanıtan, öven yazıların birbirinden tam olarak ayrışacağı günleri iple çekiyorum. İki alanda da beğeni algısına hapsolmamış ya da bir müziği neden beğenip beğenmediğini anlatma donanımına sahip kalemlere daha çok ihtiyaç var.
İzninle ben konuya, müzik yayıncılığı alanından taşıp müzikal tavır gösterilen veya üretim yapılan herhangi başka bir alandan doğru bakacağım. Berna Göl "Başka birinin referansı olmadan bir şeyi sevmeye dair korku" duyduğumuzdan bahsetmişti, değil müzik yapmak, seveceğiniz ya da sevmeyeceğiniz bir şey için bile onay arar halde olmak... Aynı sendrom bence üretim hali için de geçerli. Sebepleri arasında, başka kültürlere öykünerek müzik yapmak; kendi müziğini ortaya koyma cesareti gösterememek; içine doğduğun, bulunduğun, beslendiğin topraklarla bağlarının zayıf ya da örselenmiş olması gibi birbirine bağlı ya da birbirini doğuran birkaç sebep sayabiliriz. Bu sadece günümüze kadarki hali üzerine bir tespit, nereye doğru evrileceğini ise bilmiyorum. Ama gördüğüm güzel ve olumlu anlamda kuvvetli başka bir ihtimal var: Memlekette kendi müziğini üreten, müzikal bir tavır ortaya koymaktan geri durmayan ve özellikle de yaşadığı topraklarla bağlarını "tazelemiş" müzisyenlerin sayısı artıyor, dolayısıyla gerek müzik kültüründe gerekse müzik sektöründe üretenlerin şekillendireceği –hali hazırda olmakta olan- bir dönüşüm kaçınılmaz.
Öncelikle bağımsız müzik sahnesinde veya bağımsız davranabilen tüm müzisyenler bağlamında dayanışmanın karşıtının rekabet olamayacağının altını çizmem lazım. Kimi dayanışıyor, kimi işbirliği yapıyor olabilir ama günün sonunda müziğini yapmaya odaklanmış olduklarını görüyoruz. Bu kitap için görüştüğüm müzisyenler üzerinden bir genelleme yapamam ama kitapta da bahsi geçen bir dayanışma projesinden bahsedeyim: Selen Gülün'ün 2011'de Donne in Jazz'dan aldığı bir teklif üzerine şekillenen "Kadınlar Matinesi" projesi, ki bu çalışma daha sonra bir albüme evrildi (A.K. Müzik 2017).
Kendisi şöyle özetlemişti: ""Türkiye'den kadınların müziklerini İtalya'dan müzisyenlerle çalar mısın' dediler. O zaman az kadın müzisyen vardı. Ben de kendi müziğimi ve Jehan Barbur, Ayşe Tütüncü, Ceylan Ertem, Sibel Gürsoy, Elif Çağlar Muslu'dan müzikler çaldım. Bu kadarcık insandık. Sonra proje benim için inanılmaz bir boyuta geldi. Beş sene içinde bir sürü üretken kadın öyle hızlı hortladı ki, işte böylece Kadınlar Matinesi oldu."
Geçen gün Bant Mag.'in kurucularından James Hakan Dedeoğlu'nun tweet'inde bahsettiği nesildenim ben; "İnternet öncesi dünyayı hakkıyla yaşamış olmanın tuhaf güzelliği... Düşünsenize bi dönem gelecek ve internetsiz dünyayı deneyimlemiş son nesil biz olacağız." Evet, her çağ kendine ait özellikler, ilkler barındırıyor, fakat internet çağı bir öncekiyle sonrakinin, hatta bir öncekiyle şimdikinin arasındaki farkı giderek açıyor hatta bu farkın biçimi de gün be gün değişiyor.
Eski bir radyocu ve kıdemli bir müziksever olarak işitsel içeriğe ve medyaya talebin artmasına, müziğin dijitalleşerek dolaşımının serbestleşmesine, sivil haberciliğin yaygınlaşmasına bir anlamda seviniyorum. Fakat mesela, müziği dinleme biçim ve eylemlerimizin duymaktan çok çoğunlukla tüketme odaklı olmasından yana endişeliyim. Tıpkı, hemen karşımızda olana gözümüzle değil artık "organlaşmış" telefonlarımızla bakma ve hatta onu kaydetme eğilimimize dair taşıdığım endişe gibi... İnsanın evriminin tetikleyicisi artık kültür ve kaçınılmaz dönüşüm beraberinde derin bir yabancılaşmayı da getiriyor. Ne mutlu ki konunun uzmanı ve geliştiricisi değilim, bu nedenle sırada neler olduğuna dair bir öngörüde bulanmama hakkımı kullanıyorum. şahsen, tüm melekelerimi kullanarak gerçeğin ve gönülden yükselen müziğin peşinden gitmenin derdindeyim.
Dile kolay iki buçuk senede aklımda ve gönlümde yer eden birçok şey oldu. Hazırlık süreci de görüşmelerin her biri de benim için gerçekten dönüştürücüydü. şöyle bir dönüp baktığımda ise beni en çok yükselten duygu müzisyenlerle aramızdaki kurulan güven ilişkisi. Onlardan duyduğum ve hissedebildiğim kadarıyla sonuçtan mutlu hatta tatmin olmaları benim en büyük mükâfatım.
Kitabın dışında bıraktığım tüm müzisyenlerin anlayışına sığınıyorum. Fakat her ne kadar bu tür kitap çalışmalarında birini seçerken bir diğeri dışarıda kalıyorsa da aslında bu, tüm kendi müziğini üreten müzisyenler için müziğin konuşulma kültürüne dair yapılmış bir çalışma oldu. Devamının gelmesini istemene çok sevindim. Koşullarım ve hayat akışım müsait olsaydı devamını getirebilmeyi ben de çok isterdim. Ama şimdilik bu proje üzerinden başka planlarım yok.