İngiltere (Birleşik Krallık)
Bir zamanlar İmparatorluğunda güneşin batmadığı, kendini "Dünyanın Efendisi" zanneden, burnu büyük, nalıncı keseri misali, ama böyle olmasına rağmen sanatın, kültürün, bilimin en büyük kaynağı Birleşik Krallık! Fransızların tekelini kırıp, Osmanlı payitahtına ilk yerleşik Elçi olarak tacir William Harborne'u göndermesinin üstünden 439 yıl geçti.[1] Yüzyıllar içinde pek sevdi İngiliz büyükelçiler İstanbul'u, Boğaziçini; gün geldi ülkenin düşmana (en başta kendilerine!) karşı yürüttüğü Kurtuluş Savaşının merkezi Ankara'ya "Gitmem de gitmem!" diye tutturdu, büyük mızıkçılık etti. Hatta bununla yetinmedi, başta Fransa diğer ülkeleri de gitmemeleri için kampanya başlattı.
Hani demiş ya Tolstoy, "Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar. Ya bir insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir," bizimki bir türlü gelmeyen, gelmek istemeyen yabancının hikâyesi.
Bu yazı dizisinin ilk bölümünde anlattığım üzere, TBMM Hükümetinin temsilcisi olarak İstanbul'a gönderilmiş olan Adnan Adıvar'ın "asıl" görevi yabancı temsilcilikleri Ankara'ya taşınmaya ikna etmekti.[2]
Birkaç yıl sonra Lozan'da İsmet İnönü ile bilek güreşine girişecek ve feci şekilde yenilecek olan ukalaların şahı, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Ağustos 1920 içinde Paris, Roma ve Tokyo'daki büyükelçilerine yolladığı mesajda, "… yerel şartlar dolayısıyla, kordiplomatiğin Ankara'da onurla ve konfor içinde oturmalarına, hiç değilse bir süre için, fiilen olanak yoktur," fişeğini ateşleyerek, bulundukları ülke yönetimlerini bu yönde ikna etmeleri talimatını vermektedir.
Cumhuriyet ilan edildikten sonra bile İngiltere'nin bu yaklaşımı devam edecektir. Nitekim Kasım 1923'te, zamanın İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Neville Henderson (Sonradan özellikle Hitler döneminde Berlin Büyükelçiliğine atanacak ve en zorlu dönemde İngiltere'yi temsil edip "Sir" unvanını alacaktır) Adnan Adıvar'ı ziyaret ettiğinde, Adnan Bey TBMM'nin temsilcilik binası inşa edebilmesi için İngiltere'ye bir arsa hibe edebileceğini belirttiğinde, Eton Koleji çıkışlı, çevresinde "snob" olarak tanınan bu Efendi cevaben, "Majesteleri Hükümeti, Ankara'da en küçük bir ev yapmak bile niyetinde değildir," diyebilmiştir!
Devamı da gelmiştir üstelik, o ay içinde Lord Curzon dünyada ne kadar İngiliz Büyükelçiliği varsa hepsine gönderdiği mesajda, "Majesteleri Hükümeti Ankara'ya asla Büyükelçi göndermemeye kararlıdır," diyecektir. Ama Curzon'ın unuttuğu bir İngilizce atasözü vardır, "Asla, asla deme!"[3], sonra sürerler adamın burnunu, çok pişman olursun! Nitekim şu özet kronolji olanı biteni açıklamaya yeter:
*** Lozan Antlaşması onaylanmış ve yürürlüğe girmiştir ama henüz Türkiye Cumhuriyeti ile Birleşik Krallık arasında savaş nedeniyle kesilen diplomatik ilişkiler henüz kurulmamıştır. Ronald Lindsay adlı bir diplomat İngiltere'nin "İstanbul Temsilcisi" olarak Şubat 1924'ten beri, aldığı "Ankara'ya gidilmeyecek" talimatı nedeniyle İstanbul'da ikamet etmektedir.
*** Fakat ABD, Almanya, Romanya, İtalya temsilcileri Ankara'ya gider gelir olmuşlardır. "Birleşik Krallık'ın geride kalması akıl kârı mıdır?" diye düşünülmeye başlanır.
*** O arada Ankara Hükümeti büyük güçlere bir nota verip, Devletler Hukuku kurallarına göre yabancı ülke temsilciliklerinin başkentte bulunması gerektiği hatırlatarak, İstanbul'daki "Dersaadet Murahhaslığı" düzeyinin düşürüldüğünü, "Elçi" ya da "Büyükelçi" sıfatı taşıyanların muhataplarının Ankara'da olduğunu; üstüne üstlük, bu Murahhaslığın da kısa bir zaman içinde kapatılacağını bildirmesin mi!
*** Halen ortalıklarda dolaştığı anlaşılan Neville Henderson, Ağustos 1924'te Murahhaslığa bir başvuru yapar. Diplomatik ifadeleri bir yana bırakırsak denmektedir ki, "Hani geçen yıl bize Ankara'da bir arsa hibe etmeyi önermiştiniz ya, alabilir miyiz acaba o arsayı?".
Önceki yazılarda belirttiğim gibi, Bakanlar Kurulu kararıyla büyükelçilik ve konsolosluk inşa etmeleri yabancı ülkelere arsa hibe edilmesi ancak 1925 içinde kanunlaşacaktır.
*** Ronald Lindsay nihayet Mart 1925'te Ankara'ya uzanacak ve Birleşik Krallığın Büyükelçisi olarak güven mektubunu Musta Kemal'e sunacaktır. Mustafa Kemal'in de cevaben kabul etmesiyle, "İki ülke arasında yıllardan beri kesilmiş olan diplomatik ilişkiler resmen ve tam olarak yeniden başlamış," olacaktır.
*** Büyükelçi Lindsay ve maiyetindekiler Ankara'ya bu ve bundan sonraki gelişlerinde kiraladıkları iki vagonda yatıp kalkacaklardır.
Lindsay Londra'ya yazdığı raporunda, "… Ankara şehri gerçekten söylendiği kadar yoksul… ünlü bataklıktan geçen ve şehri istasyona bağlayan yol, şehrin öteki sokakları pek çirkin… Ankara yapılarının genel stili sefil… Eğlence olarak, Ankara'nın bir sineması ve bir restoran var… Gerek restoran gerek sinema hükümet desteğiyle ayakta duruyor," demektedir. Siyasal açıdan ise şu sözlere yer verir: "İstanbul'dan edindiğimiz izlenim odur ki, devlet demek Gazi Paşa demektir. Ankara'yı ziyaret edince bu izlenimim güçlendi. Paşa'nın iradesi bütün devlet işlerine egemen, başkenti buraya kuran da odur… Gazi Paşa başta kaldıkça Ankara terk edilmez, ancak kendisi yarın iktidardan gitse her şey bir anda çöker. Acaba Paşa birkaç yıl yaşarsa yarattığı kurum yarı yarıya kökleşir mi sorusu da insanın zihnini kurcalıyor."
*** Gelin görün ki, bir yıl sonra yazdığı raporda itirafta bulunup şöyle diyecekti: "Geçen baharda Ankara'ya yaptığım ilk gezi sonunda yazmış olduğum raporu yeniden okudum. O zamanki izlenimlerimden bazılarını değiştirmek istiyorum… Şehir korkunç hareketli, sokaklar gelip geçenlerle dolu, elbette herkes şapkalı, her tarafta çalışma var…
Çankaya yolundaki yeni şehir insanı gerçekten etkiliyor ve belediye başkanının azmini kanıtlıyor. Mayısta oradan geçtiğimde sadece arsa üzerinde işaretler vardı, şimdi işaretlerin yerinde 100 ev var… Yapılanlar beni çok etkiledi, böylesine bir ilerleme olabileceği doğrusu aklımın ucundan bile geçmiyordu.
Önemli bir konuda eski görüşümü değiştirmem gerekmekte, başkent olarak Ankara'nın kaderi, bugünkü rejimin kaderine sıkı sıkıya bağlıdır. Son raporlarımda da belirttiğim gibi, rejim gittikçe güçlendiğine ve yerine oturduğuna göre, Ankara şehri, yarı sürekli başkentlikten daha fazlasını ümit edebilir. Ama bu satırları yazarken dahi şiddet, ihtilal ve suikast tehlikelerinin devleti ve başkenti her an tehdit edebileceğine de gözlerimi kapatamam."[4]
*** Öte yandan İngilizlerin Büyükelçiliklerinin inşa edilmesi için kendilerine uygun bir arazi bulmaları ve kendilerine hibenin gerçekleştirilmesi de bitmez tükenmez bir süreçle 1928 yılına kadar sürecektir. İnsanın aklına bu sürecin el altından yapılan müdahalelerle özellikle uzatıldığı gelmiyor değil! Kimsenin Ankara'da yaşamak arzusu ve niyeti yoktur ki! Bir yandan da Türklerin er veya geç İstanbul'a dönmek zorunda kalacakları görüşü hiç gündemden düşmemektedir.
*** Kasım 1926'da görev süresi tamamlanan Lindsay yerini yeni İngiliz Büyükelçisi Sir George Clerk'e bırakır. İki ülke arasındaki anlaşmazlık konularından geriye kalan Musul sorununun da Haziran 1926'da çözümlenmesiyle ilişkiler rayına girmeye başlayacak ve 1930 yılı geldiğinde artık doruk noktasına ulaşacaktır. Bunda Büyükelçi Clerk'ın olumlu katkılarının bulunduğunu belirtmeliyim.
*** Birleşik Krallık'ın Ankara'da temsiliyle ilgili hikâyemizin bu ilk bölümünü Gazi Mustafa Kemal'in önemli bir taktik uygulamasını anlatmadan geçmemeliyim:
Gazi Mustafa Kemal adına Ankara'da yaşayan yabancı temsilcilere giden davetiye, onları 1 Haziran 1929 günü Çankaya Köşkününün bahçesinde yer alacak bir partiye davet etmektedir. Bunun arkasında çok ince bir zamanlama hilesi yatmaktadır. Gelin, gerisini halen İstanbul'da yaşamakta olup görev gerektirdikçe Ankara'ya gidip gelen Büyükelçi George Clerk'ın Londra'ya gönderdiği raporda yer alan satırlarına bırakalım:
"Kısa bir süre önce Cumhurbaşkanı, misyon şefleri ile büyükelçililk ve elçiliklerin kıdemleri üyelerini, 1 Haziran günü öğleden sonra geç saatlerde, Ankara dışında, yeni bitirilen villasında verilecek Garden Partiye çağırdı. Bu davet beni pek zor bir durumda bıraktı. Daveti reddetmek elbette olanaksızdı. Daveti kabul etmek ise Majestelerinin doğum günlerini kutlamak için her 3 Haziran günü verdiğimiz geleneksel Garden Partimizi düzenlememe olanak bırakmıyordu. Çünkü 2 Haziran akşamı Ankara'dan ekspres tren yoktu. Büyük nezaketsizliği göze almadan Cumhurbaşkanının partisinden erken ayrılıp doğruca istasyona koşamazdım. Bunu göze almak ise Türkleri en duyarlı yerlerinden rencide etmek olurdu. Ülkenin başkenti Ankara'ya karşı bundan daha açık saygısızlık olamazdı. Bu durumda, istemeye istemeye, yıllardan beri sürdürdüğümüz uygulamadan ayrılmaya ve Majestelerinin doğum günü dolayısıyla resmi resepsiyonumu İstanbul yerine Ankara'da düzenlemeye karar verdim."[5]
"Mustafa Kemal'in bu taktiksel hamlesi başarılı olur ve resepsiyon Ankara'da yapılır. Ancak Mustafa Kemal, Büyükelçi Clerk'i de zor durumda bırakmaz. İngiliz Kralının doğum günü resepsiyonu için Büyükelçiye her türlü kolaylığı gösterir, hatta Cumhurbaşkanlığı Bandosunu bile Büyükelçinin emrine verir. Bununla birlikte Meclis Başkanı, Başbakan, Dışişleri Bakanı ve birçok milletvekilini Clerk'ın resepsiyonuna gönderir. Bu etkinliğe Devlet nezdinde ilk kez bu denli resmi bir katılım sağlanmış olur… Davetin ardından İngiltere, Ankara'da Elçilik binasını yaptırmaya ve İngiliz Büyük elçileri de Ankara'da ikamet etmeye başlar."[6]
[1] Bkz. 22 Mayıs 2022 tarihli T24 Haftalık yazım:
[2] Bkz: 28 Ağustos 2022 tarihli T24 Haftalık yazım:
[3] "Never say never!"
[4] Birleşik Krallık Dışişleri Bakanlığı arşivinden alınmıştır.
[5] Birleşik Krallık Dışişleri Bakanlığı arşivinden alınmıştır.
[6] Özalp, Dr. Koray & Aydoğan, Tolga; Ankara'daki Diplomatik Misyonlar 1920-1970, Galata Yayıncılık, Ankara Mart 2022.
Şefik Onat kimdir? Şefik Onat, TED Ankara Koleji ve Londra Hendon Grammar School'da lise eğitiminin ardından A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun olmuştur. 1966 – 1982 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı mensubu diplomat olarak Bakanlıktaki görevlerinin dışında OECD İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (Paris), Jakarta ve Islamabad T.C. Büyükelçilikleri, Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliğinde (New York) görev yapmıştır. 1982 – 1983 yıllarında Başbakanlık/Devlet Bakanlığı Özel Danışmanlığında bulunduktan sonra devlet memuriyetinden ayrılmıştır. 1984 – 1995 yılları arasında özel sektörde üç farklı şirkette üst düzey yöneticilik hizmetini takiben, 1996'da TOKI tarafından gerçekleştirilen B.M. HABITAT II Konferansının Konferans Hizmetleri Koordinatörü olarak Türkiye tarihinde yapılan en büyük ve en kapsamlı uluslararası organizasyonun sorumluluğunu üstlenmiştir. Bu konferansın ardından, 1997- 2010 yılları arasında, kendi kurduğu "ASİTANE Etkinlikler" firması eliyle, kamu kuruluşları ya da yerli ve yabancı Birlikler/Dernekler/Şirketlerin çeşitli ulusal ve uluslararası kongre, konferans, tanıtım, özel etkinlik, gösteri organizasyonlarını gerçekleştirmiştir. Öte yandan, Mimar Prof. Suha Özkan'la birlikte, 2006 yılında tüm dünya mimarlarının çalışmalarını internet ortamında tam eşitlik ilkeleri kapsamında yayınlayabildikleri ve yarıştıkları "World Architecture Community"i kurmuştur. 2010 başından itibaren kendini tamamen emekli ederek eşiyle birlikte Bodrum'a yerleşmiş ve bütünüyle, her zaman özel merakı olan tiyatro ve tarihi roman alanlarında yazmaya yönelmiştir. Tiyatro yazarı olarak, geçmiş yıllarda TRT'de "Radyo Tiyatrosu" ve "Arkası Yarın" programlarında, özgün + çeviri + uygulama niteliğinde 53 eseri yayınlanmıştır. Günümüze kadar sahne için 6 müzikal/müzikli oyun, 2 sahne oyunu, 5 film senaryosu yazan Onat'ın ayrıca 3 oyun çevirisi vardır. Yayımlanmış, editörlüğünü yaptığı 2 kitap ve bir tarihi roman dışında bir diğer tarihi roman ile diplomasi anılarının da yakında yayımlanması beklenmektedir. ONK Telif Ajansına bağlı bulunan Onat, T24 Haftalık ve EK Eleştiri Kültür Dergisi yazarları arasındadır. 1943 Ankara doğumlu, evli ve üç çocuk sahibidir. İngilizce ve Fransızca bilmektedir. İngiliz "British Council"ın lisanslı İngilizce hocasıdır. |