Geçen haftaki yazımda 1673-1674 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu'na atanan İngiliz ve Fransız Büyükelçileri, Sir John Finch ile Nointiel Markisi Charles-Marie-François Olier arasındaki rekabetten bir nebze bahsetmiştim. Aslında bunun temelinde bu iki ülkenin Osmanlı İmparatorluğu'nda elde ettikleri ayrıcalıklar mücadelesi yatar.
Kanuni Sultan Süleyman zamanında Fransızlara tanınan ve zamanla "kapitülasyonlar" olarak adlandırılacak başlıca ayrıcalıklardan biri, bütün yabancılara sadece Fransız bayrağı taşıyan gemilerle Osmanlı limalarına ulaşarak ticaret yapabilmeleri imkânı verilmiş olmasıydı. Ne zaman ki İngilizler III. Murat'tan aldıkları bir "ahitname" ile Fransızların bu tekelini kırdı (1580), başladı iki devlet arasındaki büyük çekişme ve yüzyıllarca sürdü…
Karlı Pera tepelerinde büyükelçiler dahil iki ülke büyükelçilik kadroları arasında akıllara ziyan kar topu savaşlarından tutun da, sokaklarda karşılaştıklarında kavgaya girişmelerine; sürekli olarak her ikisinin diğerini kendisini zehirlemeye çalışmakla suçlayarak Babıâliye şikayet etmelerine; günün birinde Fransızların, payitahtta uzun yıllardır yerleşik eski Fransız silahşörleri kullanarak İngiliz temsilciliğe baskın düzenlemesiyle birkaç kişinin öldürülmesine; Sir John Finch göreve başlamak üzere İzmir limanında Osmanlı topraklarına ayak bastığında kentteki İngiliz ve Fransızlar arasında limanda çıkan büyük kavganın kentin sokaklarına yayılması ve bir türlü bastırılamamasına varan büyük çekişme!
Her iki ülkenin büyükelçileri ülkelerinden getirttikleri harika hediyelerle gerek padişahları gerek sadrazamları gerekse Osmanlı paşalarını şımartarak kendi saflarına çekmeye çabalayacak, akıl almaz derecede süslü kıyafetlerle üstün görünmeye soyunacak, birbirlerini faka bastırmak için yapmadıkları numara, hile kalmayacaktı.
Yıllar geçecek, farklı büyükelçiler gelecek gidecek, bu rekabet hiç dinmeyecekti. Fakat İngiliz-Fransız çatışması olarak anlattıklarıma bakıp bu çekişmenin sadece bu iki ülke arasında görüldüğü sanılmasın. Başta Avusturya olmak üzere Osmanlı payitahtında başka ülkeler büyükelçileri arasında zaman zaman ortaya çıkan büyük çekişmeler de tarihte yerini almıştır. Ama ne hikmetse en büyük olayları çıkaran, ortalığı birbirine katan büyükelçiler hep Fransızlardır. Kulak verin şimdi bana:
5 Ocak 1700 günü İstanbul'daki Fransız Büyükelçisi Argental Kontu Charles-Augustin de Ferriol ikametgâhından çıkmış 48 kişilik maiyetiyle birlikte 8 yeniçerinin peşine takılmış, Padişah II. Mustafa'nın huzuruna çıkmak üzere yollara düşmüştü. Tophane'den gemiye binerler; Sirkeci'ye geçerken limanda bulunan Fransız gemileri tarafından 21 pare top atışıyla selamlanırlar; sahilde Çavuşbaşı tarafından karşılanırlar. Saray'dan getirilmiş gösterişli atlara binerek, önden iki sıra halinde yol gösteren 40 çavuşun peşine takılıp Saray'a varırlar. Önce Sadrazam tarafından kabul edilirler ve âdet olduğu üzere sinilerde sunulan yemeklerle ağırlanırlar. Sonra sıra gelir huzura çıkmaya. Büyükelçi Efendi ve maiyetinden ileri gelenler dağıtılan kaftanları giyip arz odasına yönelirler.
Fakat o da ne! Birden fark edilir ki, yasak olmasına rağmen Büyükelçi kaftanının altına gizlediği kılıçla yürümektedir. Gerektiği şekilde birkaç kez ikaz edilmesine rağmen kılıcını çıkarmamakta direnecektir bizim Fransız. "Kılıç bizim kıyafetimizin bir parçasıdır!", "Kılıcı teslim etmek, esir düşüp teslim olmak demektir!", "Canımı alabilirsiniz ama kılıcımı asla!" gibi ifadelerle, sesini gittikçe yükselterek ve hiddetlenerek bağırmaya başlar. Duruma büyükelçilik dragomanı aracılığıyla müdahale etmeye çabalayan Sadrazam Amcazade Hüseyin Paşa'nın gayretleri de işe yaramayacak, derken Yeniçeri Ağası, Asya ve Avrupa Kazaskerleri de olay yerine gelip adamı dostlukla ikna etmeye çabalayacak ama hepsi sonuçsuz kalacaktır. Büyükelçi Ferriol işi, "Çıkartmam da çıkartmam! Zor kullanmaya kalkışılırsa kanımın son damlasına kadar vuruşurum!" noktasına kadar getirince, görevliler aralarında fısıldaşarak başka bir çözüm bulurlar ve Ferriol'a Arz Odası'na doğru ilerlemesini söylerler.
İlerler Büyükelçi. Usulen iki kapıcıbaşı iki tarafına geçip kollarına girerler ve kapıya yaklaştıklarında adamı sıkıca tutmalarıyla üçüncü bir kapıcıbaşı atlayıp kılıcı kınından çekip almaya kalkışır. Fakat çok çeviktir Ferriol. Kendisini tutanların ellerinden kurtulur, üçüncü adamın suratına bir yumruk, karnına bir tekme atar, kılıcını yarıya kadar çekerek, "Düşmanlar arasında mıyım?" diye bağırır.
Çözüm yoktur. Dragoman aracılığıyla Padişah'ın kendisini beklediği, kılıcını teslim etmezse içeriye giremeyeceği, isterse geri dönebileceği söylenir. Büyükelçi ve maiyeti giydikleri kaftanları görevlilere teslim eder, hızlı adımlarla Saray'ı terk ederler. Sadrazam'ın talimatıyla ertesi gün gönderilen büyükelçilik görevlileri getirilen hediyeleri de teslim alıp geri götürür.
Ne mi olur sonra? İstanbul'da 11 yıl boyunca Fransa'nın Büyükelçiliği görevini sürdürecek Ferriol, hiçbir zaman huzura kabul edilmez!
Dönelim artık esas konumuz olan Fransız Sarayına...
Geçen haftaki yazımda belirttiğim üzere Fransız Sarayı 1908-1913 yılları arasında yenilenmiş, yeniden şekillendirilmişti. Bu işi üstlenen Fransız Dışişleri Bakanlığı baş mimarı Georges Chedanne'dır ve bu amaçla İstanbul'a yerleşmiştir. Yaptığı yeniliklerden biri arka cephedeki iki kanat arasına ek bir bina eklemesidir. Böylece zemin kata geniş ve beyaz mermer kaplanmış bir giriş holü, birinci ve ikinci katlara altı oda eklenmiştir. Yine arka cephedeki iki kanat arasına yerleştirilen İtalyan taraçaları binayı zenginleştirmektedir. Bunların önünde yer alan ve zemin kattaki büyük yemek salonuna açılan bahçe ise şimdilerde büyük davetlerin yapıldığı ayrı bir dünyadır.
Binanın girişinden yukarı katlara çıkan çift kollu taş merdiven kaldırılarak tek kollu, şık dövme demir bir küpeşteye sahip modern bir merdiven yapılmıştır. Aynı zamanda önceleri Batı cephesinde bulunan binanın ana girişi Nuri Ziya Sokağa bakan cepheye taşınmış, böylece bina yeni bir ana cepheye kavuşmuştur. Cephenin üstüne dairesel bir alınlık ve kapının üstüne Art Nouveau tarzı dövme demir bir sundurma eklenerek farklı bir hoşluk yaratılmıştır.
İç mekânlarda yer alan pek çok değerli heykeller, goblen halılar, tablolar, vs. saymakla bitmez. Günümüzde resmi ve özel davetler, resital ve konserler, edebiyat günleri, ödül törenleri, Fransız yemekleri haftası gibi sayısız davete ev sahipliği yapan, hepsi birbirinden güzel sayısız odası, salonu bulunan Saray'ın en etkileyici mekânlarını anmak gerekirse, sanırım muhteşem Balo Salonu ile Kabul Salonu öne çıkar.
Balo Salonu yüksek tavanlı, 21 metre uzunlukta, 180 metrekarelik bir alandır. Dört cephesi de duvar içine gömülmüş 12 yuvarlak sütun tarafından taşınmakta, aralarında çift kapılar bulunmakta. Bunların üstünden kesintisiz olarak salonu dolaşan ve bronz zemin üzerine altın varakla işlenmiş masklar, lirler, kuğuların bulunduğu bir friz mevcut. Tavan ise frizin bir metre daha yükseğinde ve böylece çok ferah bir mekân etkisi yaratılmış.
Yerler farklı ağaçlardan yapılma parkelerle kaplı ve bu haliyle canlı bir renk oyunu sergilemekte. Balo Salonundan geçilen, çok şık, iç içe iki Mavi Salon mevcut ki bunlar balolar ya da diğer davetler sırasında bazı önemli, özel diplomatik görüşmelerin yapılabilmesi için tasarlanmış. Balo Salonunun en son 1991 yılında, Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand'ın Türkiye'yi ziyareti vesilesiyle elden geçirilip yenilendiğini kaydetmeden geçmeyeyim.
Gelelim Kabul Salonu'na. Burası kare bir mekân. Dört tarafı sekiz çift damarlı beyaz Milas mermeri sütunla çevrilmiş. Tavan beyaz camla kaplı ve doğal ışıkla aydınlanıyor. Üç duvarda değerli, tarihi goblen halılar asılı. Zemin üç farklı tonda ahşap parke kaplı ve genelde üzerinde büyük boyda bir halı serili.
Binanın üst katında yer alan Büyükelçi'nin çalışma odası, görüşme odaları, özel yemek salonu, harika manzaralı Boğaziçi Salonu ve hemen yanında duvarlarında 500 yıldır İstanbul'dan gelmiş geçmiş Fransız Büyükelçilerinin resimlerinin asılı bulunduğu Sefirler Salonu dahil Fransız Sarayı çok zengin. Anlatmakla bitmez, koskoca kitap olur. Ama ne yazık ki bendeniz belli sınırlar içinde kalmak zorundayım. Bundan sonra ise geçen hafta bahsedip bu defa giremediğim İngilizlerin "Pera Evi"nde sıra.