1841 yılı sonlarına doğru Stratford Canning (I. Redcliffe Vikontu) İngiltere'nin Büyükelçisi olarak Konstantiniyye'ye adım attığında bu kente diplomat kimliğiyle altıncı kez geliyordu. İlk kez 1808 yılında elçilik kâtibi sıfatıyla gelmişti. (İşte size ciddi ülkelerin dış politikalarında tutarlılık, ulusal çıkarların gözetilmesi için deneyime verdikleri önemin en güzel örneği!)
Çok iyi Türkçe konuşurdu ve gerek Osmanlı bürokrasisinde gerek İstanbul'un kalburüstü zümresinde neredeyse tanımadığı kimse yoktu. Canning'den bahsederken, tarihe geçmiş özellikleri arasında Tanzimat ve Islahat Fermanlarının yayınlanmasında önemli katkıları bulunduğunu, İngiliz arkeologlarının Osmanlı topraklarında yaptıkları kazılar ve Halikarnassus Mozolesi alınlıkları da dahil bulunan eserlerin "resmen" Londra'ya taşınarak British Museum'da yerlerini almasını bizzat organize eden kişi olduğunu da not etmeden geçmeyelim!
Canning'den önceki büyükelçi sırasında, Pera'da, (Günümüzde Tepebaşı Meşrutiyet Caddesi üzerindeki İngiliz Başkonsolosluğunun bulunduğu) 25 dönümlük arazi, yeni bir büyükelçilik binası yapımı için İngiliz Devleti tarafından satın alınmıştı. İngiltere'den gönderilen, anadilinin dışında çok iyi derecede Fransızca ve İtalyanca konuşabilen Mimar William James Smith'in tasarladığı binanın yapımına 1844'te başlanacak ve ancak 1850'de kullanıma açılabilecekti. O sıralarda inşaatına başlanmış olan büyükelçilik bahçesindeki "St. Helena Şapeli" ise 1856'da tamamlanacaktı. James Smith'in tasarladığı çok güzel, dıştan görünüşü duru bir binadır da, aslında araklama bir eserdir. Roma'daki en önemli Yüksek Rönesans dönemi saraylarından biri olan, uzun yıllardır Fransız Büyükelçiliği olarak kullanılan Palazzo Farnese'nin, ufak tefek bazı değişikliklerle bir "replika"sıdır. İkisini alt alta koyup bir göz atalım mı?
"Pera Evi"nin ayrıntılarına girmeden önce, İngiliz Sefarethanesinin yapımı vesilesiyle İstanbul'a yerleşen William James Smith'in, lüks saraylardan hoşlanan Padişah Abdülmecid'in dikkatini çektiğini ve kendisiyle tanışıp görüşmesi ardından, 1846 yılından itibaren resmen görevlendirilerek kentteki pek çok önemli Osmanlı dönemi eserine imza attığını belirtmek gerekir. 1846-1853 yılları arasında James Smith'in İstanbul'da tasarımını yaptığı eserler arasında çok önemli yapılar var:
Mecidiye Kışlaşı (İTÜ Taşkışla Mimarlık Fakültesi), Selimiye Kışlası'nın Harem'e ve Kuzey'e bakan bölümleri, Tophane-i Amire Hastanesi (Gümuşşuyu Askeri Hastanesi), Tophane Kasrı (MSGSÜ Meslek Yüksekokulu ve Sanat Tarihi Enstitüsü), İngiliz Konsolosluk Hapishanesi (Kuledibi Beyoğlu Hastanesi, Kadın Doğum Bölümü), İngiliz Gemicileri Hastanesi (Mevcut değil), Kış Bahçesi ve Alay Köşkü (Dolmabahçe Sarayı yerleşkesinde) ve 1853'de yanan Naum Tiyatrosunun yeniden yapımı (Şimdilerde Çiçek Pasajı'nın bulunduğu yerde inşa edilen bu bina da Haziran 1870'deki "Büyük Beyoğlu Yangını"nda tamamen yanmıştır. Çiçek Pasajı'na girerken, iki yanda görülen kadın heykelleri ve üstteki saat Naum Tiyatrosu'ndan kalmıştır.)
Benim çalışma hayatımda Taşkışla binasının özel bir yeri var. Kongre–konferans organizasyon hizmetleri verdiğim yıllarda, TMMOB Mimarlar Odası adına organizasyonunun başını çektiğim, değerli dostum Prof. Suha Özkan'ın Başkanlığını üstlendiği Temmuz 2005 tarihli UIA Dünya Mimarlık Kongresi hazırlıkları döneminde iki yılım bu muhteşem Taşkışla binasının içinde geçmişti.
Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde bulunan bir belgede şu ifadeler yer alıyor:
"Mecidiye Kışlay-ı Hümayunu ebriyesi mimarı İsmid kalfaya ikiyüz altmış iki senesi kanun-u sanisinden itibaren ba irade-i seniyye-i şahane-i hazret-i şahaneden beher mah ve dördbin guruş maaş tahsis olunarak mahbemah hazine-i mezkureden it'a olunmakda..."
Günümüz Türkçesiyle ve özetle, Padişahın kararıyla 1262 (1846) yılı Ocak ayından itibaren Smith'e dört bin kuruş aylık bağlandığı belirtilmekte...
Gelelim Pera Evi'nin özelliklerine... 1927 tarihli Pervititch haritalarında, İngiliz Büyükelçiliği yerleşkesini bulunduğu 25 dönümlük ada şöyle görünüyor:
Yerleşkede Pera Evi'ne ek olarak ahırlar, hizmetkârlar lojmanı, "Unicorn" ve "Giriş" binaları da vardı.[1] Tabii bugün dahi yerleşkenin en önemli özelliklerinden biri her tarafı kaplayan, son derece bakımlı, yemyeşil çimdir. Kesme taştan yapılmış üç katlı binanın taban alanı 1.500 metrekaredir; ancak ortasında, tepesi tamamen saydam malzemeyle kaplanmış, "Palm Court" (Palmiye Avlusu) adı verilen bir avlu/atrium bulunmakta. Bu özelliği sayesinde binanın her katını çepeçevre dolaşan koridorlar gün ışığı almakta. Zemin katına göre bir metre kadar aşağıdaki avlu zaman zaman büyük davetler mekânı olarak da kullanılmakta.
Binanın her iki uzun tarafının ortasında birer giriş kapısı ve simetrik pencere düzeni izleniyor. İki cephe arasındaki tek fark arka cephede yer alan ve kapıdan bahçeye inen merdivenle bu kapının tam üstünde, birinci katta yer alan kabul odasının balkonu. Her iki cephede zemin katlarda 12, diğer iki katta ise 13'er pencere mevcut. Bunların üzerlerinde görülen alınlıkların şekilleri ise kattan kata fark ediyor. Zemin kattakiler yuvarlak kemer, birinci kattakiler dairesel, en üst kattakiler ise düz.
Konsolosluk kançılarya ofisleri zemin katta. Üst kata çıkmak için "Palm Court"un tam ortasında yer alan geniş, beyaz mermerden imal edilmiş, ortası yukarıdan aşağı kırmızı bir halı kaplı, gösterişli merdiveni kullanmak gerekiyor. Merdivenin parapetleri farklı renkte mermer kaplı, sahanlığın özel tavanından ise Kraliçe Victoria döneminde İngiltere'den gönderilmiş devasa bir kristal avize sarkmakta. Binanın balolar, törenler, özel davetler için planlamış olan, altı metre yükseklikte bir tavana sahip birinci katındaki balo salonunda bu avizelerden iki tane daha mevcut. Her biri 400 ton çeken, 100'den fazla ampulün kullanıldığı, temizlemek gerektiğinde ancak bir vinçle indirilip kaldırılabilen bu avizelerin ilginç bir hikâyesi de var.
İngiltere'nin Moskova Büyükelçiliği binası için "Messrs" firması tarafından Bohemya kristallerinden imal edilen üç avize 1854 yılında iki kamyona yüklenerek yola çıkarılır. Öyle de Kırım Savaşı almış başını gitmektedir. Hesapsız kitapsız, kimin talimatıyla gönderildiği anlaşılamayan bu sevkiyatta kamyonlar İstanbul'a ulaştığında devam edemeyeceği nihayet idrak edilir. Belki de İstanbul'un şansıdır bu. Rastlantıya bakın ki Pera Evi'nin inşaatı yeni tamamlanmıştır. İşte size çözüm. Avizeler bugün hâlâ Pera Evi'ni aydınlatıyor...
Bu hikâyenin devamı da var. 2006 yılına kadar, Dolmabahçe Sarayının Muayede Salonunu aydınlatan ve Pera Evinde bulunan üç avizeye benzeyen dev avizenin Kraliçe Victoria tarafından Osmanlı İmparatorluğuna armağan olarak gönderildiği sanılırdı. Fakat o yıl Osmanlı arşivlerinde bulunan ve bedelinin tamamının İmparatorluk tarafından ödendiğini gösteren fatura bulununca bunun bir şehir efsanesi olduğu ortaya çıktı. Üstellk bu avize daha da büyük, 4,5 ton ağırlığında ve 750 ampul kullanılıyor. Bu nitelikleriyle dünyanın en büyük Bohemya kristali avizesi olarak biliniyor.
Yeniden Pera Evi'ne dönersem... Birinci kattaki Balo Salonu 200 metrekare büyüklükte; tabanı 40 X 40 cm. boyutunda farklı renklerden oluşan parkelerle kaplanmşı; etrafında 12 adet, Korint başlıklı, yarım dairesel sütunlar dolanıyor. Bu başlıkların üzerinde üç aslanlı Birleşik Krallık arması bulunuyor. Başlıkların taşıdığı hissi verilmiş, üzerinde altın varakla işlenmiş şekillerin bulunduğu friz salonu çepeçevre dolaşıyor. Bu frizle altı metre yükseklikteki tavan arasına yine Birleşik Krallık armasının bulunduğu 12 kalkan yerleştirilmiş. Meşrutiyet Caddesine bakan tarafta, tam ortadaki kapıdan çıkılan bir teras var.
Diğer cephede ise (Batı) Büyükelçinin kabulleri ve özel toplantıları için düzenlenmiş odalar sıralanmış. Aynı yönde, Balo Salonunun bir ucunda büyücek bir masa ve koltuklarının yer aldığı Toplantı Salonu, sonra da bu salon ve Balo Salonuyla bağlantılı, Büyükelçinin eşinin kendi özel davetleri için kullanıdığı "Lady Ambassador" odası, diğer tarafta ise yine Büyükelçinin özel kabulleri için tasarlanmış "Sitting Room" (Oturma Odası)var ki herhalde binanın en gösterişli odası burası.
Sözünü ettiğim odaların, salonların mobilyalarının, duvarlarda asılı tabloların, muazzam mermer şöminelerin, üzerlerinden tavana doğru uzanan altın varaklı aynaların, kristal avizelerin ve yerlerine serili İran ve Türk halılarının ne kadar görkemli olduğunu tahmin edersiniz. Fazla ayrıntıya gerek yok.
Pera Evi'nin en üst katı ise zamanında bütünüyle İngiliz Büyükelçisi ve ailesinin ikametgâhı olarak kullanılmaktayken, şimdilerde Başkonsolosun ikametgâhı ve Ankara'daki Büyükelçinin İstanbul'a geldiğinde kullandığı ikametgâh olarak bölünmüş durumda.
Dizimizin bu bölümünü bitirmeden, yukarıdaki satırlarımla ne kadar görkemli olduğunu anlattığım Pera Evi mimarisinin, gelmiş geçmiş İngiliz Büyükelçilerinin çoğu tarafından hiç de güzel bulunmadığını ve yayımladıkları anılarında eleştiri yağmuruna tuttuklarını kayda geçirmeliyim. Bir örnek vermek gerekirse, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında İngiltere'nin Türklerin yanında olduğunu göstermek ve destek vermek üzere gönderdiği Henry Layard, anılarında şöyle diyor:
"Devlet parasının israfıyla yaratılmış, kültürsüzlük, zevksizlik, cehalet örneği donuk bir abide."
Eşi Enid de tamamen aynı fikirdeydi. Pera Evi'ni gereksiz derecede büyük, ruhsuz ve soğuk bulmuşlardı. Neydi o ana avlunun binanın üst seviyesinde camla örtülmüş olması, hantal mermerlerle kaplanmış saçma büyüklükteki giriş merdivenleri, olur olmaz her yanı ipek ve yaldızla bezenmiş mobilyalar, anlamsız genişlikteki salonlar, üst kattaki yatak odalarına çıkan merdivenin insanı yoran dikliği!
Layard çifti Tarabya'daki yazlık Sefaret binasını[2] sevecekler ve orada daha uzun yaşayabilmek için her yıl havaların erken ısınması ve kışın geç gelmesi için dua edeceklerdi!
[1] Kasım 2003'te Başkonsolos dahil 18 kişinin ölümüyle sonuçlanan terör saldırısı ertesinde yeniden inşa edilen bu binalardan ikisi güvenlik nedeniyle depo olarak kullanılmaktadır.
[2] Ahşap malzemeden yapılmış bu bina 1911 yılında tamamen yanmış, yok olmuştur.