Boğaziçi sahilinde ilerlediğimiz yönde, geçen hafta yazdığım Fransız Sefaret sahil sarayından önce, Tarabya burnunu döndüğümüzde hemen Grand Tarabya Otelinin yanında yer alan İtalyan Sahil Sarayı'nı anlatmam gerekirken yapmadım. Nedeni bu yapının yıkık durumda, yıllardır bitip tükenmeyen bir onarım süreci içinde (aslında hiçbir şey onarılmıyor) perişan bir görüntü arz etmesi ve bu işi bir türlü çözümlemeyen İtalyanlara kızgınlığımdan dolayı elimin varmamasıydı! Ama sonradan düşününce, her şeye rağmen silsileyi bozmamam gerektiğine karar verdim. Öyleyse, buyrun efendim İtalyan Sahil Sarayı'na...
Söz konusu arazi üzerinde daha eski yıllarda bulunan bir yapıyı 1896 yılında, çok lazımmış gibi(!) Sultan II. Abdülhamid'in İtalya Kralı I. Umberto'nun oğlu III. Vittorio Emanuele ile eşi Elena'ya düğün hediyesi olarak vermesiyle başlar hikâyemiz. Bu "III" numaralı hazretin 1911'de Trablusgarp'ı ele geçirmek üzere Osmanlı'ya savaş ilan edecek kişi olacağını bir kenara kaydedip devam edelim hikâyemize...
Hediye yapıyı İtalyanlar pek kullanmaz anlaşılan, bakımsız kalır, harabeye döner. Nihayet 1905'te İtalyanlar bu harabeyi yıkıp yeni ama daha küçük, mütevazı bir yapı tasarlaması talebiyle II. Abdülhamid'in ünlü Saray Mimarı İtalyan Raimondo D'Aronco'yu görevlendirir. Sonunda inşa edilen ve "Villa Tarabya" adı verilen yapı dış görünüşü Osmanlı Boğaz mimarisiyle uyumlu, içi ise tamamen İtalyan tarzında olmak üzere sanırım iki ayrı kültürün mükemmel buluşması tarzındaymış. Dıştan geniş saçaklı, asimetrik bir çatı, cumbalar, balkonlarla Osmanlı; içte Neoklasik, daha girişte etkileyici, tepesi camekânlı taş holde Dorik sütunlar, mermer duvar kaplamaları, tam karşıda ortalarda babalarıyla önce çift taraflı, bir üst katta tek, sonra tekrar çift olarak yükselen, füruşlarla bezenmiş merdiven varmış. Beş kata yayılmış toplamda 53 oda. Bakın şöyle:
Bina, çok eğimli bir arazi üzerine büyük ustalıkla yerleştirilmiş. En ilginç ögelerinden biri de 4 farklı kotta bulunan binanın katlarının arka taraflarındaki terasların küçük rampalar ve merdivenlerle birbirlerine bağlanması ve böylece bütün katların arka bahçelerden yararlanabilmesiymiş. Çok akıllıca!
İtalyanlar 1964 yılına kadar aktif olarak kullandıkları binayı nedense sonra kendi haline terk etmişler. El değmeyen bina çürür. Böyle de olmuş, yavaş yavaş çökmeye başlamış. Derken efendim, 2000-2010 yılları arasında o bölgede yaşadığım için olan bitenin tanığı olarak... 2001 yılında çürümüş binanın bahçesindeki devasa ağaç yıldırım yeyip üstüne devrildi, yarısı çöktü. Bunun üzerine Türk ve İtalyan mimarların ortak hareketleri, basın açıklamaları, toplantıları falan derken binanın restorasyonu için harekete geçildi, projeler yapıldı, izinler çıkarıldı. 2006'da etrafına iskeleler kuruldu. Derken... İtalyan hükümeti gerekli finansmanı yapmam da yapmam demez mi!
2016 yılında İtalya Büyükelçiliği "Villa Tarabya"nın ve müştemilatının bir bedel karşılığında kullanım hakkının devredilmesi yoluyla restore edileceğini açıkladı ama... 2022 ortasındayız, hâlâ tık yok! Henüz "controra/riposo" uykuları bitmedi anlaşılan...
Önceki yazımda Sultan III.Selim'in Rusların Eflak ve Boğdan'ı işgali nedeniyle Çanakkale Boğazını kapatmasıyla başlayan Sekizinci Osmanlı-Rus Savaşınının nasıl Boğaziçi'nde Fransızlara yazlık sefarethane olarak kullanılmak üzere bir sahil sarayı hediye edilmesine vardığını anlatmıştım.
Hani çok bilinen "Tarih tekerrür eder" sözü vardır ya, sanki bunu ispatlarcasına bu defa 1828-1829 yıllarında yer alan Dokuzuncu Osmanlı-Rus Savaşı, o sırada tahtta bulunan II. Mahmud'un Tarabya'da "Mahmud Paşa Yalısı" diye bilinen yapıyı İngilizlere hediye etmesine varmıştır. Hikâyesi şöyle efendim:
Padişah Efendimiz Hazretleri, savaşın başlarında "Sancak-ı Şerif"in dalgalandığı karargâhını Rami'de kurmuşken sonradan Mayıs 1829'da Tarabya'ya nakletmişti. O aralar İngilizler de, 1827 Navarin Deniz Savaşından beri kesik olan ilişkilerini onarmak amacıyla Sir Robert Gordon'u Osmanlı İmparatorluğu nezdine yeni Büyükelçi göndermişti.
Adam itimatnamesini ve getirdiği hediyeleri Sultan'a nasıl sunacak? Mecburen gelmiş Büyükdere çayırındaki Divan'a, önce Sadaret Kaymakamı tarafından kabul olunmuş, ardından da çıkmış Sultan'ın huzuruna. Anlaşılan Padişah Efendimiz Hazretleri, "Ruslarla savaşırken kimi yanımıza alsak iyidir," diye düşünmüş olacak ki, Silâhtarına verdiği emirle Büyükelçiye Ayazağa'daki çiftliğinde bir de ziyafet çektirmiş. Nedense bu da yetmemiş, tutmuş Tarabya Burnunda bulunan, II. Bayezit Vakfına ait bir yalıyı arkasındaki kayalık araziyle birlikte yazlık ikametgâh olarak kullanılmak üzere İngilizlere hediye etmiş. İşte budur "Mahmud Paşa Yalısı" diye bilinen, Sir Robert Gordon'un hemen o yaz taşındığı ve İngiliz bayrağı çektiği yapı. Sonradan art arda gelip giden birkaç İngiliz Büyükelçi de yalıyı aynı amaçla kullanacaktır.
Gel zaman git zaman, gitmiş II. Mahmud, gelmiş Abdülmecid. Onun döneminde, 1842'de üçüncü kez Konstantiniyye'ye tayin edilen ve bu sayede "Osmanlı İmparatorluğunda en uzun görev yapan İngiliz Büyükelçisi" olarak tarihe geçen Sir Straford Canning de söz konusu yalıyı kullanmaya başlayacaktır. Fakat bir süre sonra bina ya yanmış ya da yenisi yapılmak üzere yıkılmış; nedeni tam bilinmiyor! Bildiğimiz, İngilizlerin sonradan bazı siyasi nedenlerle (ayrıntılara girerek bu yazıyı uzatmak istemiyorum) bu araziden vazgeçmiş oldukları. Sonuç olarak İngiliz yazlık sefarethanesi "Bir varmış, bir yokmuş!"
Derken 1847'de İngiliz Kraliçesi Victoria'nın tahta geçişinin 10. yılını kutlamak amacıyla o zamanki Sultan I. Abdülmecid, yine Kireçburnu istikametinde Tarabya'da, hemen Fransızların komşusu, fakat bu defa eskisine kıyasla çok daha büyük, içinde Mr. Banson arazisi olarak bilinen mülk, Avusturya Tuna Buhar Navigasyon Şirketinin kullanılmayan fabrika binaları ve biri ahşap Baltazzi Evi, diğeri Ateşe Binası olarak tanınan (daha önce başka sefaret mensuplarına geçici olarak kullandırıldığı için bu isim verilmiş)taş bir yapı dahil 4 yalının bulunduğu 3,5 hektarlık araziyi İngiliz Büyükelçiliğine hediye eder. Bunların hepsi esasen daha önceden bedelleri devlet tarafından ödenerek satın alınmış mülklerdir. Aşağıdaki harita İngilizlere verilen resmi belge niteliğindedir:
Mevcut binaların onarımı ardından, Ağustos 1848'de, Baltazzi evi Büyükelçinin yazlık ikametgâhı, Ataşe Binası da sekreterya olarak kullanıma açılır. Anlaşılan Büyükelçinin yalıyı kullanmaya başlamasının hemen akabinde önemli bir misafiri olmuş: İngiliz sanatçı, illüstratör, müzisyen, yazar ve şair Edward Lear. Kendisinin Konstantiniyye'de kaldığı süre içinde köşe bucak kentin her yerini dolaştığı, yazdığı kitaptan ve ardından bıraktığı ölümsüz suluboya resimlerden anlaşılıyor. Bu gezilerinden birinde yaptığı, Kefeliköy'deki balıkçı dalyanlarının harika resmi şöyle bir şey:
Yine gel zaman git zaman, ne olmuşsa olmuş, İngilizler bu arazi üzerinde Boğaziçi'ne hiç uymayan garip bir mimariye sahip kale gibi bir sefaret sarayı yaptırmışlar. Ben böyle diyorum da, İngiliz büyükelçileri ve eşlerinin bu binadan çok hazzettiklerini ve Beyoğlu'ndaki "Pera Evi"ne tercih ettiklerini çeşitli anılardan anlıyorum! Bakalım okuyucularım ne düşünecek (Sağ tarafta görülen bina İngilizlerin inşa ettiği Anglikan kilisesidir):
Ne kadar aradımsa bizim kaynaklarımızda bu binanın ne mimarını ne de inşa tarihini bulabildim; bilen varsa ve bana bildirse çok makbule geçer.
Bu bina da zaman içinde çeşitli tadilatlar, onarımlar geçirmişse de, sonunda Aralık 1911'de yanmış, bitmiş, kül olmuş!
Yerine yeni bir konut projesi hazırlanmış ama, gelmiş I. Dünya Savaşı yılları, İstanbul'un işgali, kargaşalıklar, Kurtuluş Savaşı dönemi... Hiçbir zaman girişilmemiş bu işe. Günümüzde eski binalardan bazıları halen ayakta ama İngiliz yazlık sefarethanesi bir kez daha "Bir varmış, bir yokmuş!"
XVIII. yüzyıldan itibaren Rusya'nın Büyükdere sahilinde "Rus Konağı" olarak bilinen eski, iki katlı bir binayı kullandığı anlaşılıyor; muhtemelen kiralanmış bir yalıydı. Arkasında kendine ait genişçe bir koruluk bulunan bu yalının kaderi General Nikolay Ignatyev'in 1864'te Konstantiniyye'ye Rus Elçisi olarak atanması ve üç yıl sonra da Büyükelçiliğe terfi ettirilmesiyle tamamen değişecekti.
Ignatyev Osmanlı İmparatorluğunun baş belası olacaktır. Rus İmparatorluğunun en önde gelen, en etkili, en zengin subay ve bürokratlarından biriydi. XIX. yüzyıl Rus Emperyalizminin bayrağı haline gelerek önce Çin'in Mançurya topraklarından çok büyük bölümünü Rusya'nın eline geçirmesini sağladıktan sonra Konstantiniyye'ye atanır. Hedefi, "Panslavist" siyasetin başını çekerek Balkanları Rus kontrolu altına almaktır. Bu amaçla yapmadığını bırakmaz Ignatyev!
Payitaht'ta Rus nüfuzunu ve prestijini parlatma yolunun gösteriş, para ve istihbarat olduğunun bilinciyle, İngiliz belgelerinde "Yalancıların Şahı" olarak adlandırılan Ignatyev'in ilk işi, Büyükdere'deki binayı Rusya adına satın almaktı. Bir sonraki adımı da sağladığı fonlarla binanın gerek iç gerek cephe mimarisini önemli ölçüde değiştirerek Rus İmparatorluğuna yakışır bir görüntüye dönüştürmek olacaktı. Mimarının kim olduğu bilinmiyor.
Pera'daki Rus Sefaretini anlattığım yazıda, deprem nedeniyle kısmen yıkılan binanın bir süre sonra yenilendiğinden bahsetmiştim ki, bu işi beceren de elbet Ignatyev'di. Özellikle Büyükdere'deki "Rus Sarayı"nda hafta sonlarında düzenlediği eşi benzeri görülmemiş zenginlikte balolar, resepsiyonlar, konserler, tiyatrolarla çok etkin bir siyasi çevreye sahip olmakta gecikmedi. Aynı zamanda Rus kolonisi, Ermeniler ve Rumlardan oluşan geniş bir casus ağı kurmayı da başaracaktı. Kendisine sürekli aktarılan siyasi istihbarat karşılığında İgnatyev, casuslarının Osmanlı yönetimi ile yaşadıkları hukuki ve idari problemleri çözmelerinde yardımcı oluyordu. Tabii bu istihbarat ve verdiği büyük rüşvetlerle Osmanlı bürokrasisini de öylesine ele geçirecekti ki, gün gelecek Sadrazam Mahmut Nedim Paşanın da en yakın yabancı arkadaşı haline gelecek, Osmanlı dış siyasetinin çizgisini Rusya lehine saptıracak, adamın "Nedimov" diye dile düşmesine sebep olacaktı. Bulgaristan'ın bağımsızlığına varan 1877-78 Osmanlı-Rus savaşının mimarı Nikolay Ignatyev'dir!
Cumhuriyetimizin ilanı ertesi Büyükelçiliğini en erken Ankara'ya taşıyan ülkelerden biri olan Rusya'nın Büyükdere'deki neo-klasik üsluba sahip tarihi ana bina ve müştemilatı o zamandan beri İstanbul Başkonsolosluğunun yazlık ikametgâhı olarak kullanılmakta. 1985'te restore edildiğini kaydederek kapatayım bu faslı.
NOT: Geriye kalan İspanyol sahil sarayını Fossati Kardeşler yazımda ele alacağım.
Şefik Onat kimdir? Şefik Onat, TED Ankara Koleji ve Londra Hendon Grammar School’da lise eğitiminin ardından A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun olmuştur. 1966 – 1982 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı mensubu diplomat olarak Bakanlıktaki görevlerinin dışında OECD İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (Paris), Jakarta ve Islamabad T.C. Büyükelçilikleri, Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliğinde (New York) görev yapmıştır. 1982 – 1983 yıllarında Başbakanlık/Devlet Bakanlığı Özel Danışmanlığında bulunduktan sonra devlet memuriyetinden ayrılmıştır. 1984 – 1995 yılları arasında özel sektörde üç farklı şirkette üst düzey yöneticilik hizmetini takiben, 1996’da TOKI tarafından gerçekleştirilen B.M. HABITAT II Konferansının Konferans Hizmetleri Koordinatörü olarak Türkiye tarihinde yapılan en büyük ve en kapsamlı uluslararası organizasyonun sorumluluğunu üstlenmiştir. Bu konferansın ardından, 1997- 2010 yılları arasında, kendi kurduğu "ASİTANE Etkinlikler" firması eliyle, kamu kuruluşları ya da yerli ve yabancı Birlikler/Dernekler/Şirketlerin çeşitli ulusal ve uluslararası kongre, konferans, tanıtım, özel etkinlik, gösteri organizasyonlarını gerçekleştirmiştir. Öte yandan, Mimar Prof. Suha Özkan’la birlikte, 2006 yılında tüm dünya mimarlarının çalışmalarını internet ortamında tam eşitlik ilkeleri kapsamında yayınlayabildikleri ve yarıştıkları "World Architecture Community"i kurmuştur. 2010 başından itibaren kendini tamamen emekli ederek eşiyle birlikte Bodrum’a yerleşmiş ve bütünüyle, her zaman özel merakı olan tiyatro ve tarihi roman alanlarında yazmaya yönelmiştir. Tiyatro yazarı olarak, geçmiş yıllarda TRT’de "Radyo Tiyatrosu" ve "Arkası Yarın" programlarında, özgün + çeviri + uygulama niteliğinde 53 eseri yayınlanmıştır. Günümüze kadar sahne için 6 müzikal/müzikli oyun, 2 sahne oyunu, 5 film senaryosu yazan Onat’ın ayrıca 3 oyun çevirisi vardır. Yayımlanmış, editörlüğünü yaptığı 2 kitap ve bir tarihi roman dışında bir diğer tarihi roman ile diplomasi anılarının da yakında yayımlanması beklenmektedir. ONK Telif Ajansına bağlı bulunan Onat, T24 Haftalık ve EK Eleştiri Kültür Dergisi yazarları arasındadır. 1943 Ankara doğumlu, evli ve üç çocuk sahibidir. İngilizce ve Fransızca bilmektedir. İngiliz "British Council"ın lisanslı İngilizce hocasıdır. |